Gece yarısını geçen her gün kendini tekrar eden bir güne dönüştü o günden sonra. Saatler hep 04:17'yi gösteriyor. Gecenin zifiri karanlığında hep kar yağıyor şehrin üstüne. Çocuklar o küçük kalpleriyle yaşamla ölüm arasındaki o ince çizgiyle erken tanışmanın hüznünü hep yaşıyor. Yaşam tarzımız, alışkanlıklarımız, hayata bakışımız tümüyle degişime uğradı. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak düşüncesi sessizce yarınlarımızı kemiriyor. O günlerden geriye kalanlar hep sıralanır zihnimizde. Bir kaçış, bir ayrılış ve yıkıntıları geride bırakıp yollara düşmüştü insanlar. Ölüm korkusu, soğuk ve açlık üçlüsü öylesine senkronize olmuştu ki birinden kurtulduğunuzda diğerine yakalanıyordunuz. Böyle bir ortamdan uzaklaşmanın yollarını arıyordu insanlar. Kimi kendi imkanlarıyla kimi devletin veya sivil toplum kurumlarının yardımıyla ülkenin diğer illerine ulaşmaya çalışıyordu. Kimi de soğuk havada çadıra gelen yardımlarla şehrin boğucu atmosferinde yaşam mücadelesi veriyordu. Belirsiz yarınlar, karmaşık düşünceler ve enkaz altında kalanların sessiz çığlığı eşliğinde sabah oluyordu. Gün, yorgun bedeninizde tükenmişliğin tüm tonları eşliğinde sizi akşama uğurluyordu. Şehir geceleri sessizliğe bürünürken soğuk ve kar; kalan yarımları tamamlarcasına geceye eşlik etmekten beis görmüyordu. Günler her gün kendini tekrar etmenin burukluğunu yaşıyordu mahcupça.
Günlerden sonra kabusun sis bulutu yavaş yavaş dağılınca insanlar evlerine uzaktan da olsa gelip bakmaya çalıştılar. Yakılan evlerde tüm hatıralar enkaz altında kalırken, orta ve az hasarlı evlere uzaktan bakanlar yeni bir duygusal bağ oluşturmanın masumiyetini yaşıyordu. Hatıralar yaralı da olsa en azından bir bütünlük arz ediyordu. Yıpranmış, yorgun ve hüzünlü duygular masum ve anlamsızca olup biteni anlamlandırmaya çalışırken giyotin gibi inen çaresizlik duygusu her şeyi birden yok ediyordu. O günden sonra birçok insanın düşünme sistematiği alt üst oldu. Yaşamdaki sıkışıklık ve gelecek kaygısı insanların ruh haletine öyle yansımıştı ki tanıdıklarınızdan beklenmedik davranışlara tanık oluyordunuz. Gidenlerden dönmek kaygısı gitmeyenlerde de gitmek kaygısı başlamıştı. Maddi ve manevi tükenişler arttıkça karar verme süreçleri de çatallaşıyordu. Herkes kendince maliyet/ fayda hesabı yapıyordu. İkilemler o kadar çetindi ki sağlıklı kararlar vermek kolay değildi. "Gitmek ya da kalmak tüm mesele bu" söylemi kadar basit değildi. Hani Cemal Süreya'nın dediği gibi gitmekle gitmiş olamazsın. Aklın kalır, duyguların kalır, hatıraların kalır modundaydı herkes.
6 Şubat için çok şey yazılabilir. Büyüklüğü, etkilediği alan ve ölü sayısı ile farklı bir deprem. Bu coğrafyadaki son yüzyılın felaketi. Acılarla dolu karmaşık bir deprem. Yazılacak o kadar çok şey var ki... Daha duygusal cümleler kurup o meşum günü ödüllendirmekte istemiyorum. Yeterince aklımızı ve duygularımızı rehin aldı. Mutlu bir gelecek inşa etmenin arayış basamaklarında yarınlara sunacağımız çok şey olabilir. Birçok toplum bazı savaş ve felaketlerden sonra sıçrama yapmıştır. Bizler de başarmak zorundayız. Yoksa bir gecede kaybedilen yarınlara daha çok tanık olacağız.
Yazarın
Sonraki Yazısı