Makale / Tarihsel Makaleler

Eklenme Tarihi : 9/13/2023
Okunma Sayısı : 413
Yorum Sayısı : 8
Günün Yazısı

Bu Yazı 9/14/2023 tarihinde
GÜNÜN YAZISI
olarak seçilmiştir.
Erkekliğinden  Oldun  Ama Seni Zevkten  Mahrum Etmeyeceğiz.

''Hocam koş, geliyorlar.''
Evet, geliyorlardı lakin ben topal bacağımla nasıl koşacaktım?
Birlikte denize gittiğim öğrencilerim hızlıca koşmaya başladılar. Ben de elimden, daha doğrusu ayaklarımdan geldiği kadar hızlı bir şekilde kendimi cadde üzerindeki dükkanlardan birine atmaya çalışıyordum çünkü hangi gruptan olursa olsun birileri, dövmek istedikleri kişi bir dükkana kapağı atarsa o dükkana girmiyorlardı bu ilçede. Taraflar arasında resmi olmasa da bir centilmenlik antlaşması vardı adeta.
O değil de asıl baş belası olan ve her iki taraf için de Sırat Köprüsü olan Manavgat köprüsünü( Günümüzün nostaljik köprüsü) aşıp bizim tarafa geçmiştik. Bu serseriler hangi cesaretle bizim tarafa geçerek bizi takip ediyorlardı ki?
Tabii ya, bugün günlerden Pazardı. Tüm dükkanlar kapalı olduğu için caddeler, sokaklar adeta bomboştu. Dükkanların kapalı olması ise benim için bir felaketti. Tek açık dükkan lokantaydı ama oraya ulaşmadan yakalarlardı beni.
Nitekim aynen dediğim gibi oldu. Kafama inen bir darbe ile yüz üstü yere düştüğümde hem kafamın arka tarafı, hem de alnım kanlar içinde kalmıştı. Hani kabadayıların dediği gibi '' Sana bir çarparım bir de yer çarpar.'' Bana da bir çarpmışlardı, bir de yer çarpmıştı.
Kafaya aldığım ilk darbeden sonra bir iki de sırtıma indi darbeler. Demir su borularıyla dövüyorlardı beni, bizim İmam- Hatip Lisesinin karşısındaki düz lisenin öğrencileri.
Yanımdaki öğrenciler bahsettiğim lokantadan bir su şişesi ( kırarak ) ve bir bıçak kapıp dışarı çıktığında ve onlara lokantacı da iştirak edince dayakçı öğrenciler gerisin geri kendi mıntıkalarına kaçtılar.
Sonrasında kafama sekiz dikiş atıldı. On gün '' iş göremez '' Raporu verildi ama ertesi gün sanki hiç bir şey olmamış gibi derslerime devam ettim.
Takvim yaprakları 6 Mayıs 1979'u gösteriyordu. Deniz Gezmiş'in idam edilmesinin yedinci sene-i devriyesinde öcü onunla uzak yakın hiç bir ilişkisi olmayan benden alınmaya çalışılmıştı.
Evet, 12 Eylül Dönemi dendiğinde ilk aklıma gelen bu anıdır ve eminim o günleri yaşayan herkesin 12 Eylülle ilgili acı bir anısı vardır.
Bugün sağ görüşlü olsun sol görüşlü olsun o günleri yaşamış olan herkes o günlerde çektikleri çilelerle ilgili bir şeyler anlatır.
Kendi adıma konuşacak olursam ben on binlerce, hatta yüz binlerce Ülkücünün ya da Devrimcinin çektikleri çileler yanında hiç bir şey çekmemişim. Çünkü yukarıda anlattığım anı dışında hiç bir şey yok bende. Mesela hiç sorguya çekilmedim. Hiç nezarette yatmadım. Filistin askısı nedir bilmem ( Yaşamadım anlamında bilmem, yoksa ne olduğunu biliyorum elbette.) Vücuduma elektrik verilmedi. Coplanmadım, copu kıçıma sokan olmadı. Ayaklarımı uzatmak, ya da toplamak için, veya oturmak ya da kalkmak için izin istemek zorunda kalmadım. Dahası 12 Eylül 1980 Günü pek çok arkadaşım '' Aha şimdi mahvolduk.'' Diye endişe içindeyken ben '' Ulan ne güzel işte, akan kan duracak, kardeş kardeşin kanına girmeyecek. Sevineceğinize üzülüyorsunuz. Salak mısınız siz?'' Diyordum.
Çok sürmedi, bir ay demeden pak çok tanıdığım, birlikte görev yaptığım arkadaşımın veya düşman bellediğim tanıdıklarımın ortadan kaybolduklarına şahit oldum. O durumda bile '' Rahat dursalardı. Kim dedi onlara vatanı kurtarın diye. Bak bana dokunan oldu mu?'' Diyor, kaybolanlar için '' Anarşiye karışmamışlarsa serbest bırakılırlar nasılsa. Türk ordusu adaletlidir, merhametlidir, suçu olmayana bir kötülük yapmaz.'' Diyordum. Kazın ayağının öyle olmadığını çok yakın bir arkadaşım içeri alındıktan bir süre sonra serbest bırakılınca anladım.
''Neler yaşadınız içeride?'' Diye sorduğumda '' Her şeyi anlatmamız kesinlikle yasak. Ancak şu kadarını anlatabilirim: Ayak tabanlarımıza vurulan ilk beş coptan sonra artık tüm vücudum hissizleşiyordu. Bıyıklarımızı elleriyle yoluyor, suratımızı kan revan içinde bırakıyorlardı'' deyince '' Anlatabildiklerin bu kadarsa anlatamadıkların en korkunç filmden daha dehşet verici olmalı'' dedim. Sadece ''Evet.'' manasında kafasını salladı.
Evet, yıllar sonra öğrendik 12 Eylül 1980 ve sonrasındaki günlerde insan denen mahlukun yine kendisi gibi insan olan başka canlılara karşı ne kadar acımasız, zalim ve vahşi olabileceğini ki canlılar aleminde hiç bir başka canlı bu derece vahşileşemezdi.
Düşünebiliyor musunuz? İnsanlara acı çektirmek, daha çok acı çektirmek için kırk beş çeşit işkence icat etmişler bu dönemde.
Onlardan sadece bir kaç tanesini değerli arkadaşım, Taşmedreseli Ülkücülerden Ahmet Ersolak, bakın nasıl anlatıyor:
ON İKİ EYLÜL 1980...
Yer: ZİNCİDERE
NETEKİM Kenan'ın, İŞKENCE hanesi...Ne ararsan var insanlık dışı... Dayak, falaka, jop, sopa, demir, çarmıha germe, cereyan verme, çırılçıplak soyma, buz gibi havada hortumla suya tutma, hayaları sıkma vs. Ha, bir de oturma ve ayakta durma cezası var. Günlerce otur, otur beton zeminde altın oyulur. Günlerce ayakta durarak, ayaklar dizlere kadar şişer, yara olur. Bir müddet, sonra da ayak, bedeni taşıyamaz, mahkum pat diye yere ağız üstü düşerdi.Bazılarının elleri kalorifer borularına bağlanır, o, yıkılmaz, yığılırdı. Bir müddet sonra da sırtına, yaftası yazılırdı:Uyumayacak, ayakta dalmayacak. Su içmeyecek, yemek yemeyecek. Tuvalete gitmeyecek vs.
Bir müddet sonra elleri çözük ayaktaki mahkum halusasyonlar içerisinde bayılarak yere ağız üstü düşerek burnu kanamaya başlar. Müdahale etmek kimin haddine, ölen ölür, kalan sağlara işkenceye devam... Düşme sesine doğu aksanlı, asker girer, yerde yatan mahkuma tekme atarak, ''Ne, yatıyorsun loo'' Derdi. ''Efendim, bayıldı.'' derler, tekmeyelerek mahkumu ayıltan cahil asker, (ki o askerlere bu mahkumlar, ''canavar, insan değil, ırz namus düşmanı'' diye telkin edilirdi ki mahkuma mermamet etmesin.) tekmeyelerek ayılttığı mahkumun iki yakasından tutarak,, LA, SEN NE YATIYORSUN YERDE? LA, KİMDEN İZİN ALDIN DA BAYILDIN, SEEN?'' Diye bağırırdı. Bayılmayı ne zannediyorsa zavallı asker...Bayılan da eğitimli AYDIN... SELAM İLE
İnsanoğlu vücudundaki yaraların acısını unutuyor ama ruhundaki açılan yaraların unutulması mümkün mü?
Mesela aşağıda okuyacağınız dehşet verici olayı ve benzerlerini yaşamış olanların unutması mümkün mü ruhlarında açılan yaraları?
*****
12 Eylül öncesi "Doğu'nun Başbuğu" lakabına sahip olan Yılma Durak, MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası'nda, konuşmasını sürdürürken, bir ara hıçkırıklara boğuldu.
Duruşma Hakimi Kıdemli Binbaşı Vural Özenirler, araya girmek zorunda kaldı:
- Konuşamayacaksınız herhalde. Sağlığınız elvermiyorsa oturun. İsterseniz sorgunuzu erteleyelim.
Durak, hıçkırıklar arasında zor anlaşılır bir sesle cevap verdi:
- Hayır konuşacağım.
Durak, "konuşacağım" demesine rağmen, hıçkırıkları bir türlü dinmiyordu. İşkence altında yaşadıklarını bir türlü hazmedemiyor, kelimelere döküp, duruşma salonunda dile getiremiyordu.
Hıçkırıklarla ağlarken, Duruşma Hakimi bir defa daha araya girmek zorunda kaldı:
- Rahatsızsanız oturun, dinlenin. Sorguya daha sonra devam edelim.
Yine "hayır" cevabını veren Yılma Durak'ın dudaklarından hıçkırıklar arasında şu sözcükler döküldü:
- Bana işkence yapanlar, "Sen erkekliğinden oldun, ama seni zevkten mahrum etmeyeceğiz" dediler. Cop soktular.
Hıçkırıklar arasında söylenen bu sözler; herkesin tüylerini diken diken etmişti. Hakim heyeti bile şok olmuştu. Salonun dört bir yanından çığlıklar yükselmeye başladı.
Mahkeme salonu alabildiğine karıştı. Salonun arka tarafında bulunan dinleyiciler, ayağa kalkarak Mahkeme Heyeti'nin bulunduğu bölüme doğru yürümeye başladılar.
Durak'ın yakınları ise çığlık çığlığa bağırıyorlardı:
- Allahsızlar, vicdansızlar...
******
Allah o günleri bu millete bir daha yaşatmasın.
O günlerin zalimlerini topluca Allah'a havale ettik ve çok iyi biliyor-iman ediyoruz ki Yüce Rabbimiz yapılan hiç bir kötülüğü yarına koysa da yapanın yanına kar koymaz.
( Erkekliğinden Oldun Ama Seni Zevkten Mahrum Etmeyeceğiz. başlıklı yazı Sami Biber tarafından 9/13/2023 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.