M.NİHAT MALKOÇ
Biz Müslümanlar geçen zamanla birlikte değerlerimizden çok uzaklaştık. Kendi değerlerimizi bir kenara bırakarak Batı dünyasının değerlerine dört elle sarılır olduk. Bu durum kültür, sanat ve edebiyatta ağırlıklı olarak kendini gösterdi. Radyo, televizyon ve yazılı basın gece gün demeden bize yabancı değerleri şirin ve sevimli göstermek için uğraşıyor.
Bilindiği gibi Müslümanların kendilerine mahsus takvimleri vardır. Fakat günümüzde Avrupalıların ve dünyanın yaygın olarak kullandığı miladi takvimi kullanıyoruz. Çoğumuzun hicri takvim hakkında dikkate değer bilgisi yok.
Kullandığımız miladi takvim güneş yılı esasına dayanır. Oysa Müslümanların hicri takvimi ay esasına göredir. Bu yüzden yaygın olarak Hıristiyanların kutladığı yılbaşı(Noel) ile bizimki farklı zamanlardadır. Türkiye’de hicri yıl kutlaması söz konusu bile değildir. Ya Noel yortusu, onun eksiksiz kutlanması için ülkemizde aylar öncesinden hazırlık yapılmaktadır.
Bizim insanlarımız kendilerini ecnebi kültüre öyle bir kaptırmışlar ki kendi kültürel değerlerinin farkında bile değillerdir. Hicri yılla ilgili bilgisi olan, hangi hicri yılda olduğumuzu doğru olarak bilen kişilerin sayısı sanıldığı kadar çok değildir. Müslümanların düştüğü fecaate bakar mısınız? Kültürel yozlaşma ve ezilmişlik almış başını gidiyor.
Hicri takvim Peygamberimizin Mekke’den Medine’ye hicretini başlangıç kabul eden ve ayın dünya çevresinde dolanmasını esas alan bir takvim sistemidir. Hicri takvim; hicri şemsi ve hicri kameri takvim olmak üzere ikiye ayrılır.
İslam
tarihiyle ilgili kaynakların belirttiğine göre Hz. Peygamber, Safer ayının
27.günü Hz. Ebubekir ile birlikte Medine’ye hicret etmek üzere Mekke’den
ayrılmış, dört gece Sevr Mağarası’nda kalmıştır. Burada bir kısım olağanüstü
hadiseler(mucizeler) yaşanmıştır. 1 Rebiülevvel Pazartesi günü Sevr Mağarası’ndan
Medine’ye doğru yola çıkmışlardır. 8 Rebiülevvel / 20 Eylül 622 Pazartesi günü
Küba köyüne gelmiş. Burada Küba Mescidi’ni inşa etmiş ve 12 Rebiülevvel Cuma
günü Medine’ye doğru hareket etmişlerdir. Bu hadiselerin yaşandığını Kur’an-ı
Kerim bizzat teyit etmektedir. Hz. Peygamberin Küba’ya geliş günü olan 20 Eylül
622 tarihini, Hicri sene başlangıcı olarak kabul eden ve dünyanın güneş etrafındaki
dolanımını esas alan takvim sistemine ‘Hicr-i Şemsi Takvim’ denilmektedir.
Hicri yıl, ayın dolaşımını esas aldığından dolayı, miladi
yıldan on bir gün daha azdır. Hicri aylar, dünyanın güneş etrafında dönmesinden
oluşan mevsimlere bağlı değildir. İslâmi bayramlar, her sene aynı ayda geldiği
için farklı mevsimlere rastlamaktadır. Mesela, Ramazan ayı veya Hac mevsimi yaz
aylarında gelebileceği gibi kış aylarında da gelebilir. İslâmi gün ve geceler,
ayın dolaşımını tamamladığı her otuz üç senede bir defa aynı güne gelir.
İslamiyet’te, güneş yılının ayları içinde sayılı bir mübarek gün yoktur. Doğum
günü ve mübarek geceler, hicri yıl ile kutlanır. Bütün ibadetlerde ve dini
faaliyetlerde kameri aylar esas alınır. Hac, oruç, kurban ve bayram günleri
kameri aylara göre tespit edilir.
Hicri yılbaşı son peygamber Hz. Muhammed’in(sav) milattan
sonra 622 yılında Mekke’den Medine’ye göçü ile başlayan takvimin ilk günüdür.
İslam dünyası yüzünü topyekûn Batı’ya çevirdiği için hicri yılbaşı görkemli
şenliklerle kutlanmıyor; adeta geçiştiriliyor. Hicri yıl takvimlerde küçük
puntolu rakamlarla, adeta görülmeyecek derecede yazılıyor. Bizde aylar hicri
yıldaki karşılıklarıyla söylenmiyor. Sadece recep, şaban ve ramazan ayları
geniş kitleler tarafından biliniyor. Öbürleri nazar-ı dikkate alınmıyor. Dilerseniz
hicri ayların adlarını sırasıyla dikkatinize sunalım: “Muharrem, safer, rebiülevvel, rebiülâhir,
cemaziyelevvel, cemaziyelâhir, recep, şaban, ramazan, şevval, zilkade ve
zilhicce.”
Resulüllah (sav)’ın Mekke’den Medine’ye
hicretini başlangıç alarak, kameri aylara göre ilk defa tarihi başlatan Halife Ömer
b. Hattab (r.a)’dır. Ömer b. Hattab (r.a), miladi 622’ye denk gelen hicret
hadisesini İslâmi tarihin(takviminin) başlangıcı olarak kabul etmiştir. Fakat
günümüzde bizim gibi pek çok İslam ülkesi uygulamada miladi takvimi ön planda
tutmaktadır. Bunu da dünyaya ayak uydurmanın zorunlu bir gereği saymaktadırlar.
Bilindiği üzere Hicrî ve rûmî
takvim uzun müddet ülkemizde kullanılmış, 26 Aralık 1925 tarihinde yürürlükten
kaldırılmıştır. Bugün bize düşen vazife miladi takvimi günlük hayatta
kullanırken, hicri takvimi de en azından gönlümüzde yaşatmaktır. Biz anne
babalar ve İslam kültürünü benimseyen insanlar olarak çocuklarımızı en azından hicri
takvimin varlığından haberdar etmeliyiz. Bu geçmişe dönmek değildir; geçmişi
yâd etmektir.
Yarınlarımızın teminatı olan
çocuklarımızı kültürel değerlerimizle beslemeliyiz. Çünkü dününü bilmeyen
yarınına yön veremez. Bu arada unutmadan söyleyeyim: 19 Temmuz 2023 tarihi itibariyle 1445. hicrî yıla
girdik. 1445 hicrî yılının Türk-İslam âleminin uyanışına vesile olması en büyük
temennimizdir. Hicri yılınız kutlu olsun, insanlığa hayırlar getirsin.