M. NİHAT MALKOÇ

           

            Bursa, günün her saatinde mâziyi soluklanır


            Tarihî ve kültürel değerleriyle adeta bir açık hava müzesidir yeşil Bursa. Bu kadim şehir, günün her saatinde mâziyi soluklanır. Fakat dünde kalmaz sadece. Dünle yarın arasında güçlü köprüler kurar. Yaşattığı maddî ve manevî değerlerle ruhumuzun açlığını giderir. Kanayan yaralarımıza merhem olur. En dar zamanlarımızda bir anne misali bağrına basar bizi.

            Bursa zamana tabi olan bir şehir değildir. Akrep ve yelkovan onun özgürlüğüne kem vuramaz. Bursa'yı gezmek, bir zaman tüneliden geçmekten farksızdır. Onun sırlarına vakıf olabilmek için dünya gözüyle değil, gönül gözüyle bakmak lâzımdır. Ancak bu nazarlarla bakanlara sırlarını ifşa eyler Bursa. Onu en iyi anlayanlardan biridir büyük şair Tanpınar. O ki  şunu der Bursa için: "Şimdiye kadar gördüğüm şehirler içinde Bursa kadar muayyen bir devrin malı olan bir başkasını hatırlamıyorum. Fetihten 1453 senesine kadar geçen 130 sene, sade baştan başa ve iliklerine kadar bir Türk şehri olmasına yetmemiş, aynı zamanda onun manevî çehresini gelecek zaman için hiç değişmeyecek şekilde tespit etmiştir. Uğradığı değişiklikler, felâketler ve ihmaller, kaydettiği ileri ve mesut merhaleler ne olursa olsun o, hep bu ilk kuruluş çağının havasını saklar, onun arasından bizimle konuşur, onun şiirini teneffüs eder. Bu devir haddi zatında bir mucize, bir kahramanlık ve ruhaniyet devri olduğu için, Bursa, Türk ruhunun en halis ölçülerine kendiliğinden sahiptir, denilebilir."

 

            Gelenekselden evrensele giden yolda Bursa...

 

               Yollarına, köprülerine, camilerine, cadde ve sokaklarına tarihin enfes kokusu sinmiştir Osmanlı'nın ilk payitahtı olan Bursa'nın. Burada zaman, zaman içindedir. Onu saat ve takvimlerle ölçmek mümkün değildir. Bu kadim şehirde "Bir rüyadan arta kalmanın hüznü" siner yüreğinize. Büyüdükçe büyür ve neticede kurşundan daha ağır bir hâl alır.

            Bursa dünüyle, bugünüyle ve yarınıyla bir bütünlük arz eder. Bursa'nın vitrin şehirlerinin yanında gözden uzak kalmış şehirleri de vardır. Bunları görmeden Bursa'nın büyük resmine bakamayız. Uludağ'ın arka yüzüdür Büyükorhan, Harmancık, Keles ve Orhaneli. Bursa'nın dağ yöresi olarak adlandırılır bu güzel diyarlar. Çok köklü bir kültürel geçmişe sahip olan bu ilçelerde mâziyle hâl, hâlle istikbal arasında çok sağlam gönül köprüleri kurulmuştur. Bu şirin yörelerde kendini Türkmen/Yörük ve Manav olarak nitelendiren ve ilk Türk boylarından sayılan insanlar huzur ve sükun içinde yaşamaktadır.

            Bursa ve havalisi bir puzzle'ın parçaları gibidir. Bir parçasının eksikliği, bütünü fazlasıyla etkiler. Bunu bir makinenin dişlilerine de benzetebiliriz. Bir dişlinin yokluğu mevcut mekanizmayı tümden çalışmaz hâle getirir. Hepsinin bir ve beraber olması elzemdir.

            Çok büyük kültürel zenginlikleri bünyesinde barındıran, bizleri bir  ve beraber tutan  kırsal mirasımız mutlaka gelecek yüzyıllara taşınmalıdır. "Keşke" dememek için gelenekselden evrensele giden yolda Bursa emin adımlarla kutlu yürüyüşüne devam etmelidir.

 

            Bugünkü Bursa her geçen gün o şanlı mâzisinden kopmaktadır

 

Aslında şehirler insanların kaynaşmasına müsait alanlardır. Fakat günümüzde şehirlerde paylaşma kültürü iyice zayıflayarak yok olma noktasına gelmiştir. Zira şehirlerde yaşayanlar biyolojik anlamda diri olsalar da, kültürel ve sosyal iletişim anlamında birer ölüden farksızdırlar. Herkes kendi içinde kurduğu dünyada kalabalıklar içinde yalnızlık yaşamaktadır. Bu, güzel Bursa'mız için de geçerlidir ne yazık ki... Bursa’da sokağa çıktığınızda candan ‘merhaba’ diyeceğiniz, selâmlaşabileceğiniz insan sayısı ne yazık ki her geçen gün azalmaktadır. Dostluklar zaman içerisinde yerini çıkar ilişkilerine terk etmektedir.

Eskiden şehirlerin de bir kimliği ve ruhu vardı. Burada yaşayanlar bu kimlikten ve ruhtan beslenir, şahsiyetlerine şekil ve renk verirlerdi. Fakat bugünün şehirlerinin belli bir kimliği, kişiliği ve genel anlamda söylemek gerekirse ruhu yoktur. Kozmopolit yapı, şehirlerin ruhunu dinamitlemektedir. Ruh olmayınca bedenin de bir hükmü yoktur. Zira ruhsuz beden bir leşten ibarettir. Onun içindir ki günümüzde şehirler hep birbirine benzemektedir. Oysa eskiden Bursa deyince bu şehri çağrıştıran değerler gözümüzde canlanırdı. Fakat günümüzde bu değerler her geçen gün azalmakta ve yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadır. Bu, şehrimiz için tehlike çanlarının çaldığı anlamına gelmektedir.

Şehirle onun sakinlerini birbirine bağlayan bağlar vardır. Bu bağlar sevgi, muhabbet, dayanışma ve aidiyet duygularını güçlendiren bağlardır. Bursa'yla Bursalılar arasındaki güçlü bağlar her geçen gün zayıflamaktadır. Kentine yabancılaşanlar, bir noktadan sonra kendine de yabancılaşarak yalnızlığa düşerler. Bunun dayanılmaz sancılarını iyice yaşamaktayız.

 

Birlik olmasa yürek tarlalarımız çoraklaşır

 

Kent bilinci bir inancın yansımasıdır. Bilge mimar Turgut Cansever “Allah’ın yarattığı dünyanın güzelliğini idrak etmeyen, kendisini bu dünyayı güzelleştirmekle yükümlü saymayan, toprağı kısa vadeli çıkar ve talan aracı olarak gören nesiller tarafından dünyanın kirletildiği yirminci asırda insanın kendisine temiz ve güzel bir çevre, şehirler, mahalleler ve evler geliştirmesi de imkânsızdır.” diyerek bir gerçeğe parmak basmaktadır. Bu tespit ne yazık ki genel anlamda birçok şehrimizde ve özelde Bursa'mızda da doğrulanmaktadır.

Kentin paydasıdır birlik. Birlik olmasa yürek tarlalarımız çoraklaşır; Kevser hükmündeki pınarlarımız akmaz olur. Birlik bizi daima iri ve diri tutar. Çöllerde açan umut çiçeğidir birlik… Sis bulutlarının ufku kuşattığı demlerde şefkatli bir anne gibi okşar dağınık saçlarımızdan. O ki gül kokusunu taşır iklimimize. Ruh darlığını genişletir, tutsak duygulara kapı aralar, yenik yanlarımıza zafer muştular. Onunla ceylanlar bile aslan kesilir dağların uçsuz bucaksız ıssızlığında. Şehirlerimizde bu asil duyguyu ikame etmeliyiz.

            İnanç ve kültür farklılıkları kavgaları beslememeli hiçbir zaman… Zenginlik sayılmalı… Savaşın kanlı pençelerinde aranmamalı barış ve huzuru… Bu, ateşle barutun öpüşmesi kadar abes bir hâldir. Ocakları tarumar eyleyen kin ve nefret ateşi, barış ve dostluk pınarlarından aldığımız suyla söndürülmelidir. Kan birikintileri kanla temizlenmemelidir. Her şey suyun saflığına ve duruluğuna teslim edilmelidir. Tarihteki kanlı sayfalar yırtıp atılmalıdır veya ibret olsun diye müzelere kaldırılmalıdır. Tüm şehirler ortak paydada birleşip bir ve beraber olmalıdır. Bütün insanlık gönül kabını sevgi ve birlik çeşmesinden doldurmalıdır.

 

            Bizler şanlı bir mâzinin mirasçılarıyız; muhabbet coğrafyasının fedaileriyiz

 

            İnsanlığın geçmişten getirdiği öz benliğini dirhem dirhem yaşadığı, değerlerin ve değerlilerin elimizden kayıp gittiği bir zamanda ve mekânda bizi bize bağlayacak ve ruhumuzu diri tutacak birlik, beraberlik ve sevgi çimentosu daha bir önem kazanıyor. Musallaya başımızı değdirmeden, pişmanlık çizgisi geçilmeden uyanmalı, silkinmeli, titreyip kendimize dönmeliyiz. Aksi halde erdem öykülerine ‘bir varmış bir yokmuş’ tekerlemesiyle başlamak zorunda kalacağız. Zira bu durumda erdem elini ayağını çekecek mahallemizden.

Yaşlı dünyamız kardeşliği ortadan kaldırmak isteyen Kabil’le, kardeşliği tesis etmek isteyen Habil’in kadim mücadelesine şahittir.  Kimileri Habil’in, kimileri de Kabil’in değirmenini döndürmek için çarklara su taşıyor. Herkes bir şekilde safını belli ediyor. Bizler şehirleri esenlik yurdu hâline getirmek için Habil’den yana tavır takınmak mecburiyetindeyiz.

Bizler “selâm” kelimesiyle aynı kökten gelen bir inancın, yüce İslâm’ın mensuplarıyız. Tavır ve davranışlarımızda en büyük kriterimiz İslâm’ın hükümleri olacaktır. Davranışlarımızı İslâm eleğinden geçirmek durumundayız. Bu sıkı elekten geçen davranışların karşımızdaki kitleleri incitmesi ve yaralaması mümkün değildir.

Bizler şanlı bir mâzinin mirasçılarıyız. Muhabbet coğrafyasının fedaileriyiz. Gönülleri çepeçevre kuşatan sevgi ikliminde yetiştik biz. Tarihimiz hiçbir utanç tablosu barındırmaz. Aksine bin yıllık tarihimiz insaniyet numuneleriyle doludur. Bizler Yunusların ve Mevlânaların sevgi ve hoşgörü atmosferinde gözlerimizi dünyaya açtık. Bu konuda çok güzel örneklerimiz var. “Farklı görüş ve davranışları tahammülle karşılama, önemli olmayan hata ve kusurları hoş görme ve bağışlama; bizden olmayan veya bizim gibi olmayan başkalarına karşı güçlük çıkarmama, onlara müdahale ve baskıda bulunmama ve onların ufak farklılık ve kusurlarını görmezden gelme”(Mustafa Bilgen, Yüksek İslâm Ahlâkı, s. 450) anlamına gelen hoşgörü, hayatımızın yegâne pusulası olmalıdır. Zira inancımız bize bunu emrediyor.

Seküler bir hayat tarzının dayatıldığı zor bir çağda yaşıyoruz. Gelin bu bizden olmayan hayat tarzının değirmenine su taşıma huyundan vazgeçelim. Kardeşlik paydasında buluşalım.

( Uhuvvetten Sekülerizme Bursa'nın Ufak Tefek Taşları başlıklı yazı M.Nihat Malkoç tarafından 17.06.2023 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.