Bir Kez Daha Yazıyorum İyi Okuyun: Kurtuluş Savaşı....( Ama Bayağı Uzun Ol
BİR KEZ DAHA YAZIYORUM İYİ OKUYUN:
KURTULUŞ SAVAŞI....( Ama
bayağı uzun olacak.
Sıkılmak yok tamam mı?)
Bizim milletimiz masal
dinlemeyi pek sevdiği
için tarihi de masal
gibi dinler o bakımdan
da aklında sadece
anlatılanlar kalır ama olayların
tarihleri yani kronolojik seyir
unutulur gider. Bu arada
anlatılanlar da kulaktan kulağa
aktarılırken şekil şemail değiştirir
doğal olarak. Öyle olunca da
maalesef tarih tarih olmaktan
çıkar masala dönüşür. Oysa
tarih biliminde kronoloji çok
çok önemlidir. Önemlidir çünkü
bugün hâlâ pek
çok vatandaşımız mesela Nene Hatun’u Kurtuluş Savaşımızın
efsane bir kahramanı
olarak anlatır oysa
Nene Hatun 1877-1878 Osmanlı Rus
Harbinin ( 93 Harbi) bir
kahramanıdır.
Kronoloji bilmediğimiz için de
I. Dünya savaşı ile
Kurtuluş Savaşını hep
karıştırırız birbirine.
Şimdi soru ve
cevaplarla devam edelim.
SORU: I. Dünya Savaşı deyince ne
anlamalıyız?
CEVAP: 1914- 1918 Yılları arasında Osmanlı
Devletinin de içinde bulunduğu
savaşa I. Dünya Savaşı
denir.
SORU: Kurtuluş Savaşı
deyince ne anlamalıyız?
CEVAP: 1918 Yılında imzaladığımız Mondros Ateşkes
Antlaşmasından 11 Ekim 1922 Mudanya
Mütarekesine kadar ülkemizin
işgaline karşı verdiğimiz
mücadele dönemine Kurtuluş Savaşı
denir?
SORU: Biz Gerek I.
Dünya Savaşında gerekse
Kurtuluş Savaşında Yedi
Düvele karşı mı savaştık?
I. Dünya
Savaşında İngiltere- Fransa-
Rusya ve İngiltere yanında İngiltere’nin sömürgeleri olan Avustralya- Yenizelanda hatta
Hint askerleriyle ve bu arada
İngilizlerin kışkırttığı Araplara
karşı savaştık. Tabii bu arada Ermeniler de boş durmadı.
Yani Ermenilerle de savaştık. Kaç oldu?
Yedi düvelden fazla değil mi?
Ancak Kurtuluş Savaşında
durum değişti.
Kurtuluş Savaşımızda İngilizlerle hiç bir
savaşımız olmadı. Ruslarla
bırakın savaşı artık
müttefiklerimizdi( Yani dosttuk )
Kimle savaştık peki?
Fransızlarla Güney illerimizde yerel halk
savaştı ve oldukça önemli
başarılar elde ettiler.
Doğuda Ermenilerle savaştık.
Özellikle Kazım Karabekir’in – Mondros Ateşkes
Antlaşmasına rağmen- terhis
etmediği- 15. Kolordusu çok
büyük başarılar elde etti.
Batıda ise Yunanlılara
karşı savaştık.
Kaç etti? Üç... Yunanlıların en
büyük destekçileri İngiltere
olduğuna göre bir yerde
onunla da savaştık yani
etti dört. Bir
de Ermeniler var
etti beş.
Ama Türklerin yanında da Ruslar
vardı- Hindistan
Müslümanları vardı- Afgan Müslümanları
vardı yani beş
düvele karşı savaşmışız ama biz
de yalnız değilmişiz.
SORU: Biz I.
Dünya savaşını müttefiklerimizin yenilgileri
yüzünden mi kaybettik? Yani palavracı tarihimizin dediği gibi Düşmanlarımız yenildiği için
mi yenik sayıldık?
CEVAP: Kesinlikle hayır. Osmanlı Devleti
I. Dünya savaşında 4
ana ve 5 ara cephe olmak üzere 9 cephede birden
savaştı. Bu cephelerden Çanakkale
ve Kut-el Amara
Zaferleri dışında zaferimiz
yok. Düşmanlarımız bizi eze eze
yendiler. Kaldı ki Çanakkale’yi 1915 de silahla
geçemeyen düşman 1918 de bir ateşkes
antlaşmasıyla elini kolunu
sallaya sallaya geçti.
Yani Nihai zafer onların oldu.
Zaten Balkan Savaşlarında Sırbistan-Bulgaristan- Karadağ ve Yunanistan
gibi daha düne kadar
Osmanlı’nın şamar oğlanı olan
dört devletçik karşısında
perişan olan Osmanlı’nın I.
Dünya Savaşında İngiltere- Fransa ve
Rusya karşısında zafer elde etmesi
hayal bile edilemezdi. Almanya sayesinde
bir halt edeceğimizi
sandık ama Dimyat’a pirince
giderken evdeki bulgurdan da
olduk.
GELELİM EN CAN
ALICI ve CAN ACITICI SORUYA: Aslında Kurtuluş
Savaşı diye bir
savaş hiç olmadı
düşmanlarımız bizden alacaklarını
zaten almış oldukları
için ‘’ Bu kadar yeter. Alacağımızı aldık.’’ deyip kendileri
mi çekti gittiler?
CEVAP: Böyle bir iddia her
şeyden önce Kağızman’da
Ermenilere karşı canla
başla savaşan Dedem
Eyüp’ün kemiklerini sızlatır. Yunanlılara karşı
yapılan savaşlarda karnından
ve bacağından yediği süngü
darbelerinin izini ölünceye kadar
vücudunda taşıyan ilk üvey annemin
babası Kıyam Çavuş’un kemiklerini
sızlatır. 1974-1975 yılları
arasında kısa bir
süre yanında çalıştığım
Bakırköy-Kartaltepe
mahallesi muhtarı rahmetli
Hacı Yusuf Nurel’in
kemiklerini sızlatır. Halime Çavuşlardan
tutun da Kara Fatmalara... Cepheye mermi
taşımak uğruna kendi
evladının donmasına seyirci
kalmak zorunda kalan kahraman
Türk kadınlarının kemiklerini sızlatır. Resimde gördüğünüz
Son İstiklal Savaşı
gazisi Yakup Çavuş’un
kemiklerini sızlatır. ( Allah
cümlesinden razı olsun.
Kabirleri pür nur makamları
cennet olsun.)
Bakın böyle bir
iddiada şöyle müthiş
bir çelişki de vardır:
Bu iddiayı dile
getirenler söz konusu
Lozan Antlaşması olduğunda aynen şöyle derler: ‘’ Düşman karşısında
muazzam bir zafer kazanmışız.
Yani Lozan’a zafer
kazanmış bir millet
olarak gitmişiz. Zafer kazanan
bir millet toprak mı
alır yoksa toprak
mı verir?’’ Hatta ‘’ Kazandığımız muhteşem
bir zafere karşılık bir
sürü toprak verenlere bir
sürü tavizlere boyun eğenlere
hakkımı helal etmiyorum.’’ derler.
Eeee? Kurtuluş Savaşı diye
bir savaş yoksa
bu iddia sahipleri hangi savaştan ve sonunda kazanılan zaferden
bahsediyorlar? Bu nasıl bir
çelişkidir?
SORU: I. Ve II.
İnönü Zaferi diye
bir şey yok
mudur?
CEVAP: Bize var olduğunu anlattılar.
Biz de derslerimizde
var olarak anlattık
senelerce. İşin aslına bakacak
olursanız tartışmalı bir
konudur ama böyle bir zaferin olmama ihtimali
olma ihtimalinden daha
fazladır. Neden mi?
9-11 Ocak 1921 Tarihleri arasında I. İnönü Savaşını
kazanmışız(!)
23 Mart-1 Nisan 1921 Tarihleri arasında II.
İnönü savaşını kazanmışız(!)
10 Temmuz 1921- 24 Temmuz 1921
tarihleri arasında yapılan Eskişehir- Kütahya Savaşlarında mahv-ı
perişan olup geri çekilmişiz ve Yunan
birlikleri Ankara- Polatlı’ya
kadar gelmiş. ( Eskişehir- Kütahya Savaşları TC. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Derslerinde hep es
geçilir. )
Yani iki
kez herifleri perişan
etmişiz- canlarına okumuşuz (
Hatta Mustafa Kemal İsmet
İnönü’ye ‘’ Siz orada sadece düşmanı
değil aynı zamanda milletin makus
talihini yendiniz.’’ Diye
telgraf göndermiş ama üçüncü savaşı
eze eze almamız
gerekirken adamlar bizi
ezmişler. Bu biraz
mide bulandırıcı değil
midir?
Doç. Dr. Ahmet Anapalı çok
açık bir şekilde meydan okuyup ‘’Bana
İsmet İnönü’nün kazandığı
bir tek zafer gösterebilecek herhangi
bir tarihçiye oturduğum daireyi vereceğim. Buyursunlar.’’ İddiasında
bulundu ama bu
iddiaya cevap veren olmadı
henüz.
SORU: Mustafa Kemal Atatürk’süz bir
Milli Mücadele yani
Kurtuluş Savaşı anlatılabilir
mi?
CEVAP: Kesinlikle anlatılamaz.
Neden mi
anlatılamaz. Kısaca izah
edeyim.
Bakın... Kazım Karabekir- Ali Fuat Cebesoy- Rauf Orbay- Refet Bele- Fevzi
Çakmak- Cafer Tayyar Eğilmez-
Ali İhsan Sabis... Uzamasın diye
isimlerini tek tek
yazmadığım yüzden fazla
paşa...Ama bu paşalar
içinde öyle biri var
ki o isim
çok önemli: Cevat ( Çobanlı) Paşa...
Mustafa Kemal Çanakkale’de
henüz yarbay rütbesindeyken Cevat Paşa Çanakkale’de paşa
ve Mustafa Kemal’in
komutanı... Lakin gelin görün
ki yukarıda isimlerini saydığım
tüm bu paşalar 5 Ağustos
1921 de TBMM de Mustafa Kemal’e ‘’ Başkomutanımız sensin ‘’
Diyorlar ve ona
sadece başkomutanlığı değil TBMM de
toplanmış tüm yetkileri veriyorlar. Mustafa Kemal o tarihte tamamen
sivil bir insandır
oysa. Askeri ve hatta sivil
tüm yetkileri elinden alınmıştır. Oysa Paşaların
hepsi hâlâ Osmanlı Devletinin paşalarıdır ve bu paşaların hepsi( İçlerinde Mustafa
Kemal’den rütbe ve
kıdem olarak daha
yüksek olanlar da vardır Cevat Paşa
gibi) Mustafa Kemal’e ‘’ Başkomutanımız sensin.’’ Demişlerdir.
Hal böyleyken yani
Mustafa Kemal Kurtuluş
Savaşının tüm paşalarının
baş komutanı olduğu halde Kurtuluş Savaşını
Mustafa Kemal’in adını bile
anmadan anlatmak mümkün mü? Böyle
bir saçmalık olabilir
mi?
SORU: Milli Mücadeleyi
yani Kurtuluş Savaşını
Mustafa Kemal mi başlattı? O
19 Mayıs 1919 da Samsun’a ayak
basmasaydı Bir Kurtuluş
savaşımız olmayacak mıydı?
CEVAP: Milli Mücadeleyi Mustafa
Kemal başlatmadı. İzmir’de Yunan’a
ilk kurşunu sıktığı
iddia edilen Hasan Tahsin de başlatmadı. Milli Mücadele Mondros Ateşkes
antlaşmasından hemen sonra başlamıştı ve mesela
Hatay’ın Dörtyol ilçesinde Fransızlara ilk
kurşun sıkılmıştı bile.
Mustafa Kemal diyelim
ki Samsun’a çıkamasaydı?
18 Nisan 1919 da Trabzon’a
ayak basmış olan Kazım Karabekir bu
mücadelenin başına geçecekti.
Yani bu mücadele hiç
bir zaman başsız kalmayacaktı.
Mustafa Kemal’in yaptığı
ne oldu peki?
Dağınık ve düzensiz
kurtuluş çarelerini tek
bir hedef etrafında
toplamak oldu. Zira ondan önce
herkes kendi yaşadığı
bölgeyi kurtarma telaşındaydı.
SORU: Kurtuluş Savaşını Mustafa Kemal
mi kazandı?
CEVAP: Savaşlar eğer zaferle sonuçlanmışsa o savaş ve kazanılan zafer ordunun
başında olan kişinin
zaferi olarak anılır. Bu
biraz şuna benzer: Maçı
Galatasaray kazanır ama
zafer Fatih Terim’in
olur. İstanbul’u Kahraman
yeniçeriler- sipahiler- akıncılar- cebeciler- leventler vs
kazanır ama İstanbul’u
Feth eden Fatih Sultan
Mehmet olur. Zafer Fatih Sultan
Mehmet’in adıyla anılır. Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u Fethetti'' Denir Aynı şey Mustafa
Kemal için de geçerlidir.
SORU: ‘’Bu nasıl bir
Kurtuluş Savaşı ki Osmanlı Devletinin toprakları
4.5 Milyon kilometrekare iken
elimizde kala kala cücük
kadar/ 780 bin kilometre kare )
bir toprak kaldı?
CEVAP: Bu aslında mukarrer bir
durumdu. Yani önceden kararlaştırılmıştı.
‘’Kim nasıl kararlaştırmıştı?’’ diyecek
olursanız.
Böyle bir kararın.
Yani Osmanlı İmparatorluğunun küçültülerek içinde sadece
Türklerin ve Türk Milleti
ile gönül bağı
olan toplulukların yaşadığı
sorunsuz bir devlet kurmak
fikri ilk kez ne zaman
kimler tarafından ileri
sürülmüştü bilmek mümkün
değil ama iki çok önemli belge
bize bu konuda
ip uçları verir.
Birincisi Ali Fuat Cebesoy Paşa’nın ‘’ Sınıf Arkadaşım Atatürk’’ adlı eseri.
Bu kitapta Ali
Fuat Paşa şöyle
bir şey anlatır:
‘’Mustafa Kemal Üçüncü Ordu karargâhında vazifeli idi, ben de hudutta
Karaferye’de mıntıka kumandanı idim. Her hafta sonu Selanik’e gelirdim. O da
zaman zaman bana gelirdi. Böyle bir akşamdı. Önceden hazırladığını dinlediğim
haritayı beraberinde getirmişti: Bu, Hasta Adam Osmanlı’nın taksimini
beklemeden, bizim, kan dökülmesine ve mukadder mağlubiyetleri
beklemeden, şeklen sınırlarımız içinde olmasına rağmen asla ve hiçbir
zaman bizim olmamış toprakları terk ettikten sonra temeli Türk olan bir
devletin hudutlarını gösteriyordu. Yemen’i, Hicaz’ı, Filistin’i daha sonra
1911’de beraberce giderek müdafaa ettiğimiz Trablusgarp’ı asıl halkına bırakıyorduk.
Bugünkü Suriye’de olan Halep, Irak’ta olan Musul bizimdi. Makedonya, On iki
Ada, zaten o günlerde elimizde idi. Mısır gibi, hakimiyeti nazarileşmiş yerleri
halkına bırakıyor, ama 1878’de İngilizlere emanet ettiğimiz Kıbrıs’ı
alıyorduk.’’ ( Mutafa Kemal’in ideallerindeki Misak-ı Milli buydu.)
Dikkatinizi çekti mi
bilmem. Bu harita Misak-i Milli
Sınırlarımızın tıpkısının
aynısıdır. (Bugünkü sınırlarımızdan değil
yukarıdaki haritadan bahsediyorum...)
Yukarıdaki harita neyin nesi peki?
İşte o da 2.
Belgede belirlenen harita.
Yani 28 Ocak 1920 de Osmanlı Parlamentosunda oy
birliği ile belirlenen
harita.
Daha herkesin anlayacağı
şekilde anlatayım:
28 Ocak 1920 de Osmanlı parlamentosunda hem
Osmanlı Devletinin temsilcileri
hem de Mustafa Kemal’in Ankara’dan
gönderdiği Temsil Heyetinin
temsilcileri demişler ki: ‘’
Bizim milli sınırlarımız
işte budur. Bundan
fazlasını kurtarmak
istemiyoruz.’’ ( Belgesinin orijinalinin
resmi de yukarıda)
Yani 1911 de Mustafa
Kemal’in Ali Fuat Paşa’ya
dediklerini 28 Ocak 1920 de Osmanlı Parlamenterleri oy
birliği ile demişlerdir. (
evet tek
bir fire vermeden oy
birliği ile ) Dediklerini bir
kez daha özetleyecek olursak: ‘’Yukarıdaki haritada
gösterilen sınırlar bize
yeter. Daha fazlasında gözümüz
yok.’’ Demiş Devlet-i Âliye...
Padişah Vahdettin de Devlet-i Âliyenin
başındaki yönetici ( Padişah) olarak ‘’
Bence de muvafıktır ( uygundur ) ‘’
Demiş bu
belgeye.
Peki yukarıdaki sınırlar
4.5 Milyon Kilometre
kare mi? Ne
gezer efendim Olsa olsa en
fazla 1 Milyon kilometre kare
olur. Ya da az biraz daha fazla.
Padişah Vahdettin’in ‘’ Paşa! Bu ülkeyi kurtarabilirsin.’’ Derken kastettiği ülke işte
budur.
‘’Kurtuluş Savaşı dediler- Lozan dediler
elimizde cücük kadar
bir devlet bıraktılar’’
Diyen arkadaşlarımız bunun bütün
suçunu günahını Mustafa
Kemal’in sırtına yüklemesinler
lütfen. Bu durum çok
önceden kararlaştırılmıştı ve
buna maalesef Türkçülük deniliyordu. ( İçinde sadece
Türklerin ve Türklerle gönül birliği
içinde olan milletlerin yaşadığı
bir Türkiye.) [ Bugün hala ülkemizde bir gazete ‘’ Türkiye Türklerindir’’ logosuyla yayınlanır. ]
Bugünkü Türkiye haritasında dikkat edilecek olursa o
günkü Misak-ı Milli sınırları
içinde olan bir
kaç yer yoktur: Güneyde Halep-
Musul- Erbil ve Kerkük Batıda
ise Selanik- Kavala- Filibe-
Varna... Yani 28 Ocak 1920 de Osmanlı
Devletinin parlamentosunda oy
birliği ile kabul edilen Türk Devletinin
haritası en fazla
% 10 hata payı
ile gerçekleşmiştir.
‘’O kadar kusur
kadı kızında da olur.’’
mu demeliyiz yoksa ‘’Yahu madem savaşmışız tamamını
gerçekleştirseydik.’’ mi demeliyiz
kararı siz okuyanlara bırakırken bir istirhamım da
olacak: Allah rızası için
şu Osmanlı Parlamentosunda oy
birliği ile kabul
edilen Misak-ı Millimizin
metnine bir göz
atın. Bakın bakalım hangi Osmanlı
topraklarından vaz geçiyoruz? ‘’Vatan
bir bütündür bölünemez.’’ Diyen o belgede Vatan
diye kastedilen topraklar
nereleridir? Mesela Ege adaları -
12 adalar bugün artık
Mısır- Suriye- Filistin- Libya-
Irak- Ürdün- Lübnan – Suudi Arabistan dediğimiz
topraklarla ilgili neler
denmiş? Ya da bir şeyler
denmiş mi?
Evet şimdilik bu
kadar. Kafalara takılan
başka soru varsa sorun
cevap vereyim:
NOT: Bu
yazıyı 30 Ağustos
Zafer Bayramı münasebetiyle
yayınlayacaktım ama bazı
özel sebeplerden dolayı
biraz öne almak
zorunda kaldım.
(
Bir Kez Daha Yazıyorum İyi Okuyun: Kurtuluş Savaşı....( Ama Bayağı Uzun Ol başlıklı yazı
Sami Biber tarafından
23.08.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.