Makale / Tarihsel Makaleler

Eklenme Tarihi : 26.05.2021
Okunma Sayısı : 1311
Yorum Sayısı : 14
Günün Yazısı

Bu Yazı 28.05.2021 tarihinde
GÜNÜN YAZISI
olarak seçilmiştir.

414 TÜRK ASKERİNİN BALTA VE SATIRLARLA DOĞRANMASI VE DİĞER KATLİAMLARLA 1895 ZEYTUN İSYANI---OSMANLI DEVLETİ HİÇ BU KADAR AŞAĞILANMAMIŞTI.


 Evet, geçen bölümde Ermenilerin 1895 Yılındaki Zeytun İsyanını hiç unutmadıklarını yazmıştım. Bunun sebebini başlıktan anlamışsınızdır mutlaka. Çünkü gerçekten de Osmanlı Devleti, dolayısıyla da Türk Milleti, tarihi boyunca hiç bu kadar aşağılanmamıştı.

Tabii ki merak ediyorsunuz (Çünkü dediğim gibi Zeytun İsyanları bizim ders kitaplarımızda sadece bir cümle olarak geçer.) ‘’ Ne oldu yahu? Kim bizi nasıl aşağıladı?’’ Diye.

O zaman anlatalım.

1893 de Kilikya Bölgesine gelmiş olan Hınçak Komitası üyeleri, derslerine iyi çalışmış Ermenilerdi ve Anadolu topraklarında en kolaylıkla ayaklandıracakları Ermenilerin Zeytun Ermenileri olduğunu çok iyi biliyorlardı. Şöyle şahane bir isyan çıkartıp tüm Avrupa’nın büyük devletlerini Osmanlı’nın başına çullandırırlarsa önce reformlar, sonra özerklik akabinde bağımsızlık bal gibi de gelirdi.

Komitacıların başı Agassi ve arkadaşları Abah, Mleh ve Hraçya, Bölgede müthiş bir propaganda faaliyetine başladılar. Hoş böyle bir propagandaya bile gerek yoktu Zeytun Ermenilerini ayaklandırmak için ya olsun.

Bu arada Agassi İngiltere’nin Halep konsolosu ile sürekli irtibatta olduğuna ve İngiltere’nin, İskenderun limanına kendilerine destek için kuvvetler göndereceğine halkı inandırmıştı. Gerçekten de İngiltere, Ermenilerin çıkardıkları olaylar üzerine savaş gemilerini İskenderun veya yakın bir limana göndermeyi düşünüyordu. Dahası, artık Ermenilerin ellerinde yepyeni ve modern İngiliz veya Fransız silahları vardı. Hatta öyle ki 12-13 yaşındaki Ermeni çocukları bile bellerinde kama ile dolaşmaya başlamışlardı. (Yok yok Pkk- Türkiye Cumhuriyeti arasındaki olaylardan bahsetmiyorum. Yoksa tam olarak ondan mı bahsediyorum?)

Ermenilerin hızla silahlanması üzerine bölge Jandarma kuvvetlerinden Urfalı Mustafa ve Döngeleli Süleyman, tahkikat yapmak için Alabaş Köyüne gitmiş ama Alabaş Ermenileri bu iki askeri yakalayıp bir ağaca bağlayarak yakmışlardır.

‘’ Ya hocam fazla abartmışsın’’ Diye düşünen olursa hemen söyleyeyim: Bunları bir Türk söylemiyor. Bizzat Agassi, kendi hatıralarında anlatıyor. Aynen şöyle yazmış Agassi: : “Alabaşlılar öfke ile iki jandarmayı bir ağaca bağlayıp yakmışlardır ve bu cüretkâr olay sonucu hükümet, Alabaş’a ne bir casus ne de bir asker göndermeye bir daha cesaret edememiştir.”

19 Ekim 1895 den itibaren bazı Türk köylerine saldırılarda bulunulmuş olduğundan, Zeytun Kışlası Komutanı olası bir isyanda Zeytun Kışlası ve hükümet konağının kontrol altında olacağı için Zeytun’un topa tutulması için izin istemişse de Osmanlı sadaret makamı ‘’ Katiyyen caiz değildir.’’ Demişti.

Bu arada  Zeytun, Alabaş, Furnıs, Keban,Sisne, Londak, Karamanlı, Döngele ve Şevilki köyü Ermenileri ve dışarıdan ithal Hınçak Ermenileri 25 Ekimde Karanlıkdere denilen yerde yaptıkları toplantıda asıl büyük isyana karar verdiler.

İsyanın başlaması üzerine Osmanlı Devleti, Ermeni Patriği İzmirliyan’ın imzasını taşıyan bir nasihat mektubunu Agassi’ye ulaştırdı. Patrik, mektubunda özetle ‘’ Osmanlı Devletinin tam da reformlar yapmaya başladığı bir sırada bu yaptıklarınız iş değil. Derhal harekatınıza son verin.’’ Diyordu.

Mektup böyle diyordu ama Osmanlı Devletini sık sık Avrupa’ya şikayet eden, Patrikhaneyi adeta bir Ermeni terör yuvası haline getirmiş olan İzmirliyan’ın bu mektubunu onun hiç de gönüllü yazmadığını anlayacak kadar uyanık biriydi Agassi. Haliyle hiç aldırış etmedi. Hemen akabinde de Maraş ve Elbistan telgraf hattını kestiler. Böylece Zeytun’da neler olup bittiğinden hükumetin haberi olmayacaktı.

28 Ekim 1885 de asıl hedefe yöneldiler: Zeytun Kışlası ve Hükumet Konağı

Kışlada Miralay İffet Bey komutasında 562 asker bulunmaktaydı. Hükumet Konağında ise 80 kişi..

28 Ekimde kışlayı, 29 Ekimde de hükumet Konağını kuşattılar. Sayıları on binin çok üzerindeydi.

Kışlanın su hattını da kesmiş oldukları için askerler hem açlık hem de susuzluk çekmeye başladılar. Bu arada askerlerden 91 i bir yolunu bulup kışladan kaçmışlar, kışlada kala kala 471  asker kalmıştı.( Bu 91 erin kaçması aşağılık bir durumdu ama ‘’Aşağılanmak’’ Dediğim şey bu değil.)

Ermenilerin kışlayı yakma tehdidi üzerine 30 Ekim 1895 de İffet Bey hiç de adına yakışmayan bir davranışla kışlayı Ermenilere teslim etti, kendisi de teslim oldu.

Hükumet Konağındakiler de Kaymakam Avni Bey’in emri ile teslim olmuşlardı zaten.

Kışladan kaçan askerlerin anlattıklarından durumu öğrenen Kahramanmaraş’ta bulunan Ferik Mustafa Remzi Paşa 9 Kasım 1895 tarihli şifreli telgrafla durumu İstanbul’a şöylece arz etmişti:  “Zeytun kasabasının muhafazasına memur emirler, subaylar ve askeri efradın vaka esnasında kendilerine düşen vazifelerini yaparak askeri gerekleri hakkıyla yerine getirmeleri gerekli iken eşkıyaya silahlarını terk ettikleri anlaşılmıştır. Binaenaleyh bu müteessif olayda sorumluluğu olanlar hakkında emsaline ibret olacak bir derecede kanuni muamele yapılması gereklidir.’’

Bundan sonra Zeytunlu Ermenilerin katliamları başladı.

27 Ekimde Andırın’a bağlı Kahali köyünün yağmalanması üzerine olayı tahikakata giden Maraş Jandarma Binbaşısı Mehmet Bey, tahkikatı bitip dönerken yanındaki beş jandarmayla birlikte şehit edildi.


30 Ekim’de Göksun’dan Maraş’a gitmekte olan Mülazım Hasan’ın önce üç çocuğu katledildi, ardından eşine tecavüz edilip öldürüldü, sonra da kendisini öldüler.

Ekim ayının sonlarından Aralık ayının 15’ine kadar Ermenilerin bastıkları köyler şunlardı: Kemerli, Döngel, Kireç, Bertiz, Başak, Maksudlu, Kahali, Karadut, Çukurhisar, Kurtlar, Köşerge, Göksun, Başan (Başanlı), Körtel, Üzeyirli, Keban, Andırın kazası merkezi, Nadirli, Yenicekale, Mucukderesi, Musalı, Demir Bey, Sarı Mollalı, Mihal, Sus, Gürcü, Okatar, İsmailli, Süskürü, Geben, Gürünler, Kerimli.

Ermeniler, 1 Kasım’da bastıkları Çukurhisar köyünde doksan beş çocuğu, kırk kadını ve yüz elli kadar da erkeği katletmişler, yüz seksen haneyi de yakmışlardı.

11 Kasım’da bastıkları Maraş’a bağlı elli altı haneli Körtel köyünde otuz beş Müslüman’ı katletmişlerdi. Köylünün birisini ateşe atarak şehit etmişlerdi.

14 Kasım’da saldırdıkları Keban köyünde ise 60 kişiyi öldürmüşlerdi.

15 Kasım’da Andırın kazası merkezi üzerine hücum ederek birkaç yüz Müslüman’ı katletmişlerdi. Kaza içindeki Hıristiyan evlerinden başka hükümet konağı ile  tüm Müslüman evlerini yağmalayıp yakmışlardı.

Zeytun Ermenileri, 5 Aralık’ta  Demir Bey ve Sarı Mollalı köylerine hücum etmişler kırk kadar evi yakmışlardı.

Zeytun’un komşusu olan bu köylerin birinde 16’sı kadın olmak üzere 266 kişi öldürülmüştü.

Zeytunlu Ermeniler, Zeytun’a bağlı beş haneli bir mezrada yaptıkları saldırıda üç çocuk, beş kadın ile iki erkeği katletmişlerdi.

Zeytun’da tüm bunlar olurken Osmanlı Devleti hep ‘’Aman bu işi yabancı devletlerin müdahalesi olmadan çözelim.’’ Derdinde olduğundan ‘’ Neler yapalım’’ın görüşülmesi ve tartışmasıyla hayli vakit kaybedildikten sonra Mustafa Remzi Paşa ve Miralay Ali Bey komutasındaki Osmanlı ordusu ancak 18 Kasımda iki koldan harekete geçebildi.

18 Kasım’da Geben’e gelen birliklerimiz, Ermenilere silahlarını bırakıp teslim olmalarını teklif ettiyse de haliyle olumlu bir sonuç alınamadı.

İl etapta Geben’deki İsayancıları susturup bu çevreyi kontrol altına alan birlikler 20 Kasım’da Zeytun üzerine yürüdüler.

Zeytun’da bunlar olup biterken İngiltere Dışışleri bakanı, Osmanlı devletine Zeytun’daki isyancıların pişman olduğunu, silahlarını bırakıp teslim olacaklarını bildirdi; Osmanlı devleti ise özetle ‘’Eğer böyle yaparlarsa hepsi affedilecektir.’’ Dedi.

Alınan karar üzerine, Zeytunluları itaat etmeye davet etmek ve affın şartlarını tebliğ etmek için Maraş’tan seçilen 5 Ermeni Zeytun’a gönderildi ancak Zeytunlular Maraş’tan gönderilen Ermeni ileri gelenlerini hapse attılar ve “Zeytun Hükümeti’nden Osmanlı Hükümeti’ne” başlığı altında Ermenice yazılmış bir mektubu Mustafa Remzi Paşa’ya gönderdiler.’’  Bu şekilde zaman kazanmak isteyen Ermenilerin amacı büyük devletlerin dikkatini Zeytun İsyanı üzerine çekmek olmuştu. Sonuç olarak, Zeytunlulara yapılan itaat etmeleri doğrultusundaki tekliften bir netice alınamamıştı.


Miralay Ali Bey emrindeki kuvvet Aralık ayının 15’inde Ermenilerin işgali altındaki Fırnıs köyünü Ermenilerden temizleyince artık Zeytun’un yardımına gelecek herhangi bir Ermeni kuvveti kalmamıştı. Tüm isyancılar Zeytun Kasabası ve kışlasına doluşmuş, Zeytun dışında emniyet sağlanmıştı.

Artık sıra Zeytun’daydı.

Türk Ordusu, Zeytun’da sivil halk ve isyana karışmamış insanlar, esir Türk askerleri ile diğer insanların burunları dahi kanamadan bu isyanı nasıl bastıracağını düşünürken Zeytun’da öyle bir şey oldu ki akıllara zarar...

Hükumet konağı önünde toplanan Zeytun Ermenisi kadınlar, ellerinde bıçaklar, satırlar, baltalar olduğu halde esir Türk askerlerinin üzerine yürüdüler ve askerleri doğrayarak öldürüp cesetlerini Kargalar Köprüsünden Zeytun ırmağına attılar. Kalan elli altı askeri ve İffet Bey’i Ermeni kadınların ellerinden erkek Ermeni Komitacıları kurtardı. Çünkü ellerinde rehine bulunmalıydı. Rehinelerin tamamını öldürmek doğru bir strateji olamazdı.

Bu katliamı Sami Hoca uydurmuyor. Olaydan altı hafta sonra bölgeye gelen Halep'teki İngiliz Konsolosu Banrnham anlatıyor.’’ Kayalara takılmış, kar ve buzlara saplanmış ve şişmiş cesetlerle karşılaştım. Askerlerin bazılarının kafaları parçalanmış, bazılarının bacakları ayrılmış, bazılarının ise tüm vücutları dağlanmıştı.’’ Diyerek

23 Kasıma geldiğimizde Osmanlı ordusu artık Zeytun kışlasını ele geçirmişti ama kışlada kimse yoktu. İsyancılar Zeytun Kasabasına çekilmişlerdi. ( Daha önce de anlattığım gibi kışla, kasabanın dışındaydı.) Türk askeri öfkesini bomboş Zeytun Kışlasından çıkardı. Kışlayı yaktı ( İleride tekrar yapıldı o kışla.) 

Dört yüz on dört Türk askerinin kahpelerce, kahpece şehit edilmesine rağmen Osmanlı ordusu Zeytun’u yerle bir etmiyordu.

Osmanlı ordusu Zeytun’u yerle bir edemiyordu çünkü hükumetten gelen emir kesindi: ‘’ Kadınlara, çocuklara, aciz ihtiyarlara, isyanla ilgisi olmayanlara(!) dokunulmayacak.’’

İyi de resimde de gördüğünüz gibi üst üste binmiş evlerden oluşan bir kasabada, tüm isyancılar bu evlere doluşmuşsa kimsenin burnu dahi kanamadan bunu nasıl sağlarsınız?

Beklemek...İsyancıların teslim olmasını beklemekten başka çare yoktu. Osmanlı ordusu bekliyordu ki isyancılar kendiliklerinden teslim olsun.

İsyancılar da bekliyordu ki Avrupalı devletler bir an önce müdahale etsin.

Şimdi sizler ‘’ Eee hani Osmanlı Devleti’nin aşağılanması? Kışladan kaçan bir kaç asker dışında aşağılık bir durum yok buraya kadar anlattıklarında’’ Diye düşünebilirsiniz.

Biliyorum çok uzattım ama az daha sabır. Şimdi oraya geliyorum.

Bu karşılıklı bekleyiş aşağı yukarı iki ay sürdü. Bu iki ay içinde Ermenilerin beklediği Avrupa Devletlerinin müdahalesi gerçekleşmiş, İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya,İtalya ve Avusturya Devletleri isyanın sona erdirilmesi için Osmanlı Devleti ile müzakerelere başlamıştı.

Müzakereler sonucunda 10 Şubat 1896 da şu kararlar alındı ve Osmanlı Devletine kabul ettirildi. ( Yani benim ‘’ Hiç bu kadar aşağılanmamıştık dediğim kararlar.)


1- Zeytunlular, kendilerine gelmiş olan Hınçak reislerini, Osmanlı Hükümeti’ne teslim etmeyi kayıtsız şartsız reddederler.

2-Bu komiteciler, Osmanlı toprağını terk edeceklerdir. Bab-ı Âli de,  İstanbul’daki yabancı devletlerin temsilcilerine, bu altı komiteciye gerekli saygıyı göstererek, sağ ve salim olarak Avrupa’ya kadar hareketlerini ve masraflarının kendisi tarafından ödenmesini taahhüt edecektir.

3-Elçiler, konsolosları vasıtasıyla altı Hınçak komitecisi hakkında ikinci maddenin tam olarak uygulanmasını taahhüt edeceklerdir.

4-Yalnız Zeytunlular hakkında değil, oraya sığınmış köylüler, yolcular, Ermeni çeteleri hakkında da tam anlamıyla genel af ilan edilecektir.

5-Avrupa hükümetlerinin onaylamasıyla, Zeytun için Hıristiyan bir kaymakam atanacaktır.

6-Zeytun’daki güvenlik görevlileri, askerleri, hükümet memurları Zeytunlulardan olacaktır.

7-Zeytunlular, vergi borçlarını ödemeyecekler ve beş yıl için vergiden muaf tutulacaklardır.

8-Vergi, herkesin kudretinde göre alınacaktır.

9-Zeytunluların hayatı, malı, şerefi ve din hürriyeti, Avrupa hükümetleri tarafından garanti edilecektir.

10-Zeytun’a sığınmış bütün Ermeni köylülerinin ve Türkiye’nin başka yerlerinden gelerek orada toplanmış bütün çetelerin sağ salim yerlerine dönmelerini konsoloslar kontrol edeceklerdir.

11-Zeytunluların kışladan almış oldukları savaş silahları (martiniler ve iki top) ancak şu şartlarla hükümete geri verilecektir: Hükümet, Zeytun çevresindeki köylerde Türk ve Çerkezlerin elinde bulunan aynı cinsten silahları da alacak ve Zeytunluların kendilerine ait silahları yine kendilerinde kalacaktır.

12-Zeytunlular, yanmış olan kışlayı tekrar onarmayacaklardır. Bunu hükümet yapacaktır.

13-Osmanlı askerleri Zeytun’dan çıkacak, yalnız bir bölük kalacaktır. Bu bölüğün de, Zeytun işlerine karışmaya, güvenliğin korunmasına katkısı olmayacaktır.

14-Müzakerede bulunan konsoloslar bu şartlar yerine getirilmeden önce Zeytun’dan hareket etmeyeceklerdir.

15-Avrupa hükümetleri, Maraş’ta konsolosluklar kuracaklardır. Bunların görevleri, Zeytun’un yeni idaresini denetlemek olacaktır.


Bu şartlar imzaladıktan sonra, Zeytunlular esir olarak tuttukları Miralay İffet Bey’i, Zeytun Kaymakamı Avni Bey’i ve elli altı asker tutsağı konsoloslara teslim etmişlerdir. Aynı gün, kışladan ele geçirdikleri martini tüfeklerinin bir kısmını da konsoloslara vermişlerdir.

12 Şubat’ta, Agasi ile diğer komitacılar Zeytun’dan ayrılmış, Mersin’e gelmişler ve 14 Şubat’ta Marsilya’ya gitmek üzere Fransız konsolosu nezaretinde Fransız gemisi Sindh des Messageries’e bindirilmişlerdir. Yolculukları ile ilgili olarak Mersin Fransız konsolosundan teminat alınmıştır. Karışıklık olmaması için de eşkalleri tarif edilerek ilgili konsolosluğa bildirilmiştir.

Şimdi neden ‘’ Hiç bu kadar aşağılanmamıştık.’’ Dediğimi anlayabildiniz sanırım.

Şimdi neden bugün Ermenistan’ın başkenti Erivan’da bir bölgeye Zeytun adının verildiğini, bir caddeye Zeytun Özgürlük Caddesi, bir parka Zeytun Zafer Parkı adının verildiğini anladınız sanırım.

Onlar için zafer, bizler için tam anlamıyla onur kırıcı bir hezimetti de ondan.

Bu arada hemen bir şey daha hatırlatayım:

Bırakın Ermenileri, içimizde Türk kimliği taşıyan bazı soysuzlar bile ‘’Ermenilere soykırım yapıldı ‘’ Derken Agassi bizzat kendi hatıralarında Zeytun isyanında Ermenilerin 13.000 Müslüman Türk’ü katlettiğini itiraf etmektedir.

Evet, 24 Nisan 1915 e ( Yani Ermeni tehcirine) henüz 20 sene varken Ermeniler sadece Kahramanmaraş’ın Zeytun ilçesinde, tek bir isyanda 13.000 Müslüman Türk’ü katletmişlerse ve bunu kendileri söylüyorsa. 1895 den 1915 Tehcir hareketine kadar yaptıkları başkaldırılarda ne kadar Türk’ü katletmiş olduklarını varın siz hesap edin artık.

Bir başka husus: Ermeniler Doğu’da ( Zeytun’da ) 13.000 Müslüman Türk’ü katlettikten ve affedildikten bir kaç ay sonra 26 Ağustos 1896 da İstanbul’da Osmanlı Bankasını bastılar.

Zeytun’dan önce 1894 de yaptıkları Sason İsyanı da Zeytun kadar önemliydi. En azından bugün ‘’ Hocam çok uzun yazıyorsun okuyamıyoruz’’ Diyen kardeşlerimin, bir şeyler okumak yerine sosyal medyada geyik muhabbeti yapan gençlerin ve hatta yaşlıların ‘’ Haritada yerini göster.’’ Desem asla bulup gösteremeyecekleri Sason’un adını taaaa Avrupa’ya, hatta Amerika’ya duyurdular.

Peki Zeytun’un derdi bitti mi?

Ne gezer efendim. Biz oraya boşuna mı Süleymanlı dedik?

Daha Zeytun için verilecek şehitlerimiz vardı.

Kalan kısmı ve Sason İsyanını da gelecek bölümde ele alalım olur mu?

( 414 Türk Askerinin Balta Ve Satırlarla Doğranması Ve Diğer Katliamlarla 1895 Zey başlıklı yazı Sami Biber tarafından 26.05.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.