Makale / Tarihsel Makaleler

Eklenme Tarihi : 29.04.2021
Okunma Sayısı : 895
Yorum Sayısı : 8
MİLLET-İ SADIKA DEDİĞİMİZ ERMENİLER, TÜRKLERE SADIK DEĞİLLERMİŞ Kİ ---2. BÖLÜM---



 DİMYAT’A PİRİNCE GİDERKEN EVDEKİ BULGURDAN OLMAK



1375 yılından sonra Ermenilerin yaşadığı toprakların büyük bir bölümü önce Timur İmparatorluğunun, ardından  Akkoyunlu hakimiyetine girdi. Akkoyunlu hakimiyetinde yaşarlarken 50 kadar Ermeni asilzadesi 1465 yılında Smbad Artsuni Sefedinyan’ı Van’daki Aktamar Adası Surp Haç Kilisesinde Ermeni Kralı ilan ettiler ama tabii ki bu krallığın ömrü uzun sürmedi ve 1471 yılında ortadan kaldırıldı. Böylece Ermenilerin son bağımsızlık hayalleri de suya düşmüş oldu.

İşte bu olaydan sonra Ermeniler, bağımsız bir devlet olma yolundaki ümitlerini Hıristiyan Avrupa devletlerine bağladılar. Bunun sağlanabilmesi için mücadele bundan böyle artık kilise kanalıyla yürütülecekti. ( Kilise derken Türkiye’deki  Ermeni Patrikhanesinden bahsetmiyorum. Türkiye Ermenileri dışında o patrikhaneyi patrikhane olarak kabul eden Ermeni yok. Ben bugünkü Ermenistan’daki patrikhaneden bahsediyorum.)

1547 yılında Ejmiatsin’de Katolikos V. Stephanos Salmastetsi Ermenistan'ın kurtuluşu için gizli bir toplantı yaptı. 1548 yılında onun başkanı olduğu bir heyet Avrupa’ya müzakerelere gitti fakat 1551 yılına kadar yapılan bu görüşmelerden hiç bir sonuç alınamadı. Hiç bir Avrupa Devleti, kendileri için hiç bir menfaat sağlamayacak bir Ermenistan bağımsız Devleti’nin kurulması için kıllarını kıpırdatmak istemiyordu.

1555 Yılında Osmanlı Devleti ile Safeviler arasında yapılan Amasya Antlaşması ile Ardahan, Arpaçay, Göle Osmanlı hakimiyetine girdi, Kars tarafsız bölge oldu böylece çok yakın akraba olan Ermenilerin arasına sınır çekilmiş oldu.

1562 yılında Mikayel A. Sebastatsi yine gizli bir toplantı tertip etti. Abgar Yevdokatsi (Tokatetsi) başkanlığındaki bir heyeti Venedik Cumhuriyeti ve Papa ile müzakereler yapmaya Avrupa’ya gönderdi fakat bu müzakereler de olumsuzlukla sonuçlandı.

1575 yılında Patrik vekili Tadevos Avrupa’ya bir ziyarette bulunup, Papa, Polonya(Lehistan) ve Venedik kralları ile görüştü. Aynı yıl, Sis Katolikosu II. Khaçatur Zeytuntsi yine Papa’ya yardım talebinde başvurdu.

1584 yılında yeni Sis Katolikos’u I. Azarya Jughayetsi yine Papa’dan yardım istedi. Bu görüşmelerde Ermeni din adamaları Katolik olmayı kabul ettikleri halde müzakerelerden olumlu cevap çıkmaması dikkat çekicidir.

Evet tüm bunları ben ya da bir Türk tarihçisi uydurmuyor; bir Ermeni Tarihçi yazıyor. Ermeniler Papa’nın Türklere ya da Safevilere karşı bir Haçlı Seferi başlatıp sonunda Ermenilere altın tepsi içinde bağımsız bir Ermenistan sunacağını düşünecek kadar mantıktan yoksun, böyle bir Ermenistan’ı kurabilmek için Ortodoksluktan  Katolikliğe  geçmeye razı olacak kadar alçalmışlardı.


1604 Yılında Şah Abbas, Amasya Antlaşmasını çiğneyerek Türk topraklarına girdi ve bu arada 300.000 Civarında Ermeni’yi Kars ve Culfa’dan Safevi İmparatorluğu topraklarının içine sürdü, bunlar üzerinde şiddetli bir din değiştirme baskısı uyguladı.


Osmanlı Devleti 1645 Yılında Venedik’e karşı  Girit Seferini başlatınca daha önceki bağımsızlık girişimlerinde sadece maddi ve manevi destek olan Türkiye’deki Ermeniler bu sefer direkt harekete geçtiler.

‘’Deliriş-İbrahim’’ Başlığıyla yazmaya başladığım ama ilgi gösterilmediği için sonlandırdığım yazı dizisinde de anlatmıştım.

Osmanlı Devleti Girit Seferi adı verilen bu savaşın ilk başlarında başarı elde etmiş hatta Kandiye kalesini almış Venediklilerden ama serdar Yusuf Paşa savaşa devam edip Girit adasının tamamını alacağına Kandiye’de çok az bir asker bırakıp İstanbul’a gelince Venedikliler toparlanmış ve Osmanlı’nın canına okumaya başlamışlardı.

Savaşın ilk zamanlarında kıpırdamayan Ermeniler, Osmanlı Devlet zorlanmaya başlayınca hemen harekete geçtiler Venedik'le ittifak için. Venedik zafer kazanırsa Anadolu’da kıyameti kopartacaklar, Osmanlı hakimiyetindeki diğer azınlık unsurlarını da ayaklandıracaklar ve Osmanlı’yı  bitirip  bağımsız Ermenistan’ı kuracaklardı(!)

Ortam oldukça müsaitti.

Osmanlı tahtında neredeyse herkesin deli dediği bir padişah vardı. Venedikliler Çanakkale Boğazını kapatmışlar, Osmanlı Donanması çıkıp Girit adasına ulaşamıyordu. Sonra deli denen padişah İbrahim öldü yerine geçen padişah henüz daha yedi yaşında bir çocuktu ( IV. Mehmet.)  Bundan daha güzel bir fırsat bulunamazdı. Ermenilerin, Yunanlıların ( Rumlar kastediliyor ) ve Asurilerin ( Bunu anlamadım. Kimi kastetmiş ki acaba? Tahminen Ezidi ve Süryaniler olsa gerek ) bağımsız olabilmesi için bundan daha güzel fırsat olamazdı.

Ermeni ileri gelenleri
Avrupa’nın Hıristiyan ileri gelenleri ile uzun uzun görüşmeler, pazarlıklar yaptılar.

Her şey Hıristiyan Avrupa’nın ve Ermenilerin lehine görünüyordu.

Gerek Avrupa Hıristiyan alemi  gerekse Ermeniler her şeyi hesap etmişlerdi. Bir şey hariç:  Köprülü Fazıl Ahmet Paşa.

Babası Köprülü Mehmet Paşa’dan sonra sadrazamlık  makamına getirilen Fazıl Ahmet Paşa 1669 Yılında Girit’in tamamını feth ederek bu savaşa son verince Ermeniler bir kez daha sükut-u hayal yaşadılar.  

Ancak bu hayal kırıklığı dönemi çok uzun sürmedi çünkü yine Padişah IV. Mehmet zamanında Osmanlı Devleti, tarihindeki ilk ve en büyük hezimeti yaşamıştı Avusturya, Lehistan Venedik üçlüsü karşısında.

Evet, bizim II. Viyana yenilgisi dediğimiz olay tüm Hıristiyan Avrupa dünyasına büyük bir umut olmuş, o güne kadar asla yenilmeyeceği düşünülen Osmanlı Devletinin de birlik ve beraberlik sağlanırsa yenilebileceği görülmüştü.

Osmanlı Devleti 1683 de bu büyük yenilgiye uğramadan önce Avusturya, Venedik ve Lehistan (Polonya ) arasındaki yakınlaşma Ermenilerin de dikkatini çekmiş ve gerek bugünkü Ermenistan’da yaşayan Ermeniler gerekse Türkiye’de yaşayan Ermeniler bağımsız bir Ermeni devleti için bu üç devletle dirsek temasına geçmişlerdi. Ancak bu devletler o an için kendi başlarının derdine düştüklerinden Ermenilere fazla yüz vermediler.

1683 de Osmanlı Devletinin Viyana önlerinde aldığı bu yenilgiden sonra Avusturya, Lehistan ve Venedik Osmanlılarla 1699 Yılına kadar savaştı ve bu savaşların sonunda 1699 da Karlofça Antlaşmasını imzalayarak Osmanlı Tarihinde ilk kez toprak kaybı yaşadık. Bu arada bu üç devlet aralarında Kutsal İttifak denen bir ittifak yapmışlardı ve 1700 yılında bu ittifaka Rusya da dahil oldu.

Hemen bir yıl sonra Lehistan, Venedik ve Avusturya’dan bir cacık olmayacağını anlayan Ermeni liderlerden İsrael Ori, Rus Çarı Deli Petro’nun huzuruna çıktı ve ‘’ Yar bize bir bağımsız Ermeni yurdu  medet.’’  Diye boyun büktü.

Çar Petro ‘’ Sen hiç merak etme, şu İsveç’in işini bi bitireyim ilk işim size bağımsız bir devlet kurdurmak olacaktır.’’ Dedi.

Demesine dedi, İsveç Kralı Demirbaş Şarl’ı da yenmesine yendi ( dokuz kez yenildikten sonra) amma velakin Demirbaş Şarl Osmanlı Devletine sığınınca otomatik olarak Osmanlı Devleti ile papaz oldu..

Osmanlı Devletini işin doğrusu pek sallamıyordu. Daha bir kaç sene önce feci bir mağlubiyetle beli kırılmış Osmanlı ne yapabilirdi ki?  Hiç çekinmeden Osmanlı topraklarına girdi. Sözde Demirbaş Şarl’ın peşine düşmüş gibi.

Ermenilerin evdeki hesabı bir kez daha çarşıya uymamıştı zira I. Petro 1710 da Prut’ta neredeyse kendi kellesinden bile oluyordu. Canını zor kurtardı. Haliyle Ermenilere verdiği sözü tutması mümkün değildi ama İsrael Ori’nin Deli Petro ile görüşmesi Ermeni meselesine Rusların müdahil olmasının başlangıçı oldu.

Ermeniler bundan sonra artık sırtlarını Rusya’ya dayayarak bağımsızlık mücadelesi vermeleri gerektiğine, ancak Ruslar sayesinde bağımsız olacaklarına inanıyorlardı. Ruslar ise çok ucuz, gönüllü ve sadık bir uşak bulmuş olmanın sevinciyle ellerini oğuşturuyordu. Lakin her halükarda Ermeni meselesinin uluslararası bir mesele haline gelmesinin ilk adımı 1701 deki bu girişim olmuştu.

Ermeniler, Ruslardan ilk kazığı 1724 Yılında yedikleri halde maalesef her zaman Rusya’nın oyunlarına alet olmaya devam ettiler.

Evet, 1722 de İran ve Azerbaycan topraklarında yaşayan Afganlar, Safevi yönetimine karşı ayaklandı. Bunu fırsat bilen Gürcüler ve Ermeniler de ayaklandı.  Bu ayaklanmalar üzerine Rusya bir taraftan, Osmanlı Devleti diğer taraftan Safevi topraklarına girdiler ve haliyle kafa kafaya geldiler.

Ermeniler ‘’ Aha da bağımsız devletimizi kuruyoruz’’ derken ne oldu peki?

1724 de Osmanlı Devleti ile Rusya arasında tarihimizde ilk kez dostluk antlaşması imzaladık ve İran topraklarını aramızda pay ettik.( İstanbul Antlaşması) Nasıl mı?

Derbent ve Bakü kaleleri ile Dağıstan Rusya’ya Gence, Karabağ,Tiflis,Revan ve Tebriz Osmanlılara bırakıldı.

Yani Ermeniler Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan oldular. Rusya sayesinde Türkiye, İran ve Azerbaycan toprakları üzerinde Ermeni devleti kurayım derken Rusya sayesinde – büyük ölçüde- Osmanlı hakimiyetine girdiler. Hatta öyle ki bu kısa dönemde Karabağ’da kurdukları tırışkadan krallıkları bile Türklerin eline geçti. [ Not: Bu durum çok uzun sürmedi. İran şahı Nadir Şah, Türklere kaybettiği topraklarını çok kısa sürede geri aldı. ]

Ama dediğim gibi, Ermeniler, Rusya’dan ileride de çok kazıklar yiyecek olmalarına rağmen Rusya’nın kıçından hiç ayrılmadılar. Ancak ilerleyen zamanda Rusya’nın yanında başka hâmileri(!) de olacaktı.

Gelecek bölümde inşallah.


( Millet-i Sadıka Dediğimiz Ermeniler, Türklere Sadık Değillermiş Ki ---2. Bölüm-- başlıklı yazı Sami Biber tarafından 29.04.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.