1. BÖLÜM: MÜDÜR BEYİN YEŞİL KÜRKÜ

Nöbetçi öğrenci teneffüste ’’ Hocam müdür Bey sizi çağırıyor.’’ deyince önce öğretmenler odasındaki aynanın karşısına geçtim. Saçlarımı bir daha taradım, kravatı düzelttim, ağzıma fısfıs İsmail’inki gibi bir fıstırık fıslattım çünkü müdür beyin hayatta gıcık olduğu üç şey vardı: 1- Koridorlarda koşan öğrencilerin ona çarpması 2- Façası bozuk öğretmenler 3- Sigara kokusu.

Kapısını çaldım ve içeri girdim.

- Buyurun Müdürüm beni çağırtmışsınız.
- Evet Sami Hocam. Hakkınızda şikayet var. Öğrencilere müzik dersinde uygunsuz şarkılar öğretiyormuşsunuz.
- Anlamadım ne gibi?
- Müfredat programının dışına çıkıyormuşsunuz.
- Hocam elimde varı yoğu bir fülütüm var. Onunla da ne Çaykovski'den ne Mozart’tan bir eser icra etmem mümkün. ( Sanki piyano olsa çalabileceğim. )
- Ama hocam..
- Aması maması yok Müdürüm. Adım Hıdır elimden gelen budur. İsterseniz müzik derslerini benden alabilirsiniz.

Başka söz söylemeden ve de söyletmeden arkamı döndüm çıktım odadan. Ama tepemin tası atmıştı bir kere. İleride başıma böyle bir şey gelebileceğini önceden tahmin ettiğim için daha önce İstanbul'dan getirttiğim Guiseppe Verdi’nin La Traviata'sının kasedini almıştım. Onu dolabımdan çıkardım. Okulun teybini de alarak bir sonraki sınıfta müzik dersine girdim. Soracaktım o beni şikayet edenlere müzik nasıl olurmuş.

- Çocuklar bu gün size bir müzik ziyafeti çekeceğim. Bu gördüğünüz kaset Verdi’ye ait.

Çocukların gözleri parladı. Sınıfta bir alkış koptu ki sormayın. Ben için için gülüyorum tabii ki. Çünkü onların niçin alkışladıklarını gayet iyi biliyorum.

Kaseti teybe koydum. Play düğmesine bastım ve sınıfta bemoller, diyezler, andanteler, allegrolar havalarda uçuşmaya başladı. Herkes acayip acayip birbirine bakıyor. Herkes birbirini dürtüyor. Fısır fısır fısıldaşıp duruyorlar. 

’’Sizi gidi namıssızlar siziiiii. Şikayet haaa? Madem çaldıklarımı beğenmediniz alın size müfredat o zaman. ’’

Sonunda beklediğim, sorulacağından adım gibi emin olduğum soru geldi?

- Hocam bu ne biçim Ferdi yaaa? Ne Çeşme var ne Fadime’nin düğünü. Senin kaset bozuk galiba?

Beklediğim bir soruydu. Buna rağmen yine de gülmekten karnıma ağrılar girdi.

- Oğlum bu Ferdi değil Verdi...Verdiiii.
- Ya hocam ne verdi Allah'ını seversen? Gıygıdı gıygıdı.

Bir kaç dakika onlara Verdi’yi anlattıktan sonra sordum:

- Beğenmediniz mi?
- Beğenmedik Hocam.
- O zaman ne yapıyoruz?
- Eskisi gibi devam edelim hocam.
- İyi o zaman açın defterleri ve yazdırdığımız parçalardan başlayalım:

Başladık: Ceddin deden, Sordum sarı çiçeğe, Eski dostlar, Telgrafın tellerine, Darıldın mı gülüm bana, Nihansın dideden, Kiziroğlu Mustafa Bey, Genç Osman... Aklınıza ne gelirse... ''Zurnada peşrev olmaz ne çıkarsa bahtına.'' Yani. Mehter marşından ilahiye, ilahiden Türk Halk ve Türk Sanat Müziğine kadar çalabildiğim ne varsa çalıp çığırıyoruz.

Bir ara baktım Müdür Bey güya çaktırmadan bizim sınıfı dinliyor bahçeden.

’’ Len müdür sorarım sana ben. ’’ Dedim içimden ve ''Kâbe’nin yolları'' ilahisini söylerken zınk diye durdurdum sınıfı.

- Çocuklar şimdi defterlerinizin sanırım üçüncü sayfasında olacak bir türkümüz vardı onu okuyoruz.

Çocuklar üçüncü sayfayı açtılar ve hep beraber başladık:

Müdür beyin yeşil kürküüüü
Yeni çıktı bu türküüüü
Müdür bey izin verdiiii
Söylenecek bu türkü de yanıyom ben
Yanma da güzelim yanıyom ben de mendili salla geliyom ben.

Göz ucuyla baktım. Müdür Bey tebessüm ediyor. ( Adam zaten hiç gülmezdi. En fazla tebessüm ederdi. O yüzden de dişlerini görmek nasip olmadı hiç. )

Teneffüste tekrar çağırdı beni odasına ve ’’ Sami hocam ! Aynen bildiğiniz gibi devam edin. Sadece ders defterine müfredattaki konuyu yazın. ’’ Düriye'min güğümleri kalaylı şarkısı öğretildi. ’’ Yazmışsınız. Olmuyor hocam. Söylemek istediğim oydu.

Hay Allah. Bu muydu konu? ’’ Tamam hocam haklısınız.’’ Deyip odadan çıktım yine.

Sonraki dersim Milli Tarihti ( O dönemlerde tarihimiz çok milliydi. Şimdi de aynı tarihi öğretiyor branştaşlarımız ama adı Milli Tarih değil. )

2. BÖLÜM: KÂBE’NİN YOLLARI...

Dersim 8-A Sınıfına. Yani Okulun Orta Kısmı. Pardon söylemeyi unuttum . Okulumuz Afyon- Sandıklı İmam-Hatip ve Anadolu İmam- Hatip Lisesi. Yıl 1997.

Dersimizin Konusu: ’’ Türklerin İslam Kültür ve Medeniyetine Katkıları ’’ 

Sınıf , okulun değil Türkiye’nin gözde sınıflarından biri çünkü her birisi bir cevher öğrecilerimin. Özellikle de üç tanesi: Emrah ( Öss Türkiye 95 incisi oldu ), Yusuf ( ÖSS Türkiye 225. si oldu ) ve Mehmet Ali ( O da derece yaptı ama unuttum derecesini.) Bu üçü ve o sınıftan daha niceleri Önce Anadolu ve Fen liselerini kazandılar hep. Sonra da ÖSS de çok başarılı oldular.) 

Her neyse biz konuya dönelim.
Sınıf harika, konu harika başladım ben.

 Fârabi'den başladım İbni Sinâ’dan çıktım. Selimiye’den girdim, Tac Mahal'den çıktım. Harezmi diye başladım, Ali Kuşçu’ya kadar uzandım. Sınıf da katılıyor tabiiki derse...

Ben aşk ve vecd içinde coştum... Coştumm...Coştummm.... Gazı almıştım bir kere uçuyorum ki tutabilene aşk olsun. 

Dersin sonuna sakladığım bombayı patlattım nihayet.

''Çocuklar biliyor musunuz? Bizim atalarımız Osmanlılar İslama verdikleri değeri onun sembollerine de verirlerdi. Mesela her sene Isparta’da özel olarak hazırlanan gülsuyunu Kâbe’de su depolarına doldururlar ve hacılar o gül suyu ile abdest alırlardı.'' Diye salladım. ( Bir gülsuyu olayı vardı ya o anda yanlış hatırlamışım ve maalesef 8-A sınıfındaydım. ) 

O üç velet hemen parmak kaldırdı. Emrah’a söz verdim.

- Hocam gülsuyu ile abdest alınmaz.

’’ Aha da çuvalladık. ’’ Dedim içimden. Haydi ayıkla pirincin taşını. 

Kıvranmaya başladım. Kıvranınca da kıvırmaya çalıştım. ( Keşke sussaymışım. )

- Çocuklar bazı mezheplere göre gülsuyu ile abdest alınıyor galiba? ( Her ihtimale karşı bir galiba payı bırakıyorum. O da tutmazsa iyice rezil olacağım. )

Neyse çocuklar dudak büküp oturdular ama biliyorum bu işin sonunu bırakmazlar. Teneffüste onlar Meslek Dersleri öğretmenlerine koşarken ben de kütüphaneye koştum. Konuyla ilgili ansiklopedi sayfalarını karıştırmaya başladım. ''Ya vardı bir gülsuyu olayı da neydi?''

 Buldum sonunda: Osmanlılar döneminde Kâbe her sene Isparta’dan gönderilen gül suyu ile yıkanır, ondan sonra örtülürmüş örtüsü.

 Oh be en azından ertesi dersim de aynı sınıfta olduğu için veletlere işin doğrusunu sıcağı sıcağına anlatma fırsatım olacaktı.

Teneffüs bitince tekrar 8-A Sınıfına girdim. Tabii ki hemen parmaklar havaya kalktı. Bu sefer Yusuf söz aldı

- Hocam hiç bir mezhebe göre gülsuyu ile abdest alınmazmış.

- Biliyorum evladım. Tarih öğretmeniyim diye bunları bilemeyeceğimi mi sandınız? Ben sizi denemek istemiştim. bakalım araştıracaklar mı diye. ( Naaahhh denemek istemiştim. Tam anlamıyla çuvallamıştım )
**************
Öğretmenlerin ve öğretmen adaylarının dikkatine!


 Bu tür çuvallamalar olursa taktik bu işte: ''Ben sizi denemek istemiştim.''

Bir de mutlaka bilmeniz gereken sizin branşınızla ilgili bir sorunun cevabını bilmiyorsanız. ’’ Hımmm çok güzel bir soru. Bunu sana ödev olarak veriyorum. Bir araştır bakayım.’’ Deyin ve yırtın.''

Gülsuyu olayının doğrusunu anlattım sonra 8-A sınıfına. Ama bir ders önceki çuvallamamı yemişler miydi? Onu hiç öğrenemedim. Sanırım yememişlerdi çünkü onlar 8-A sınıfıydı ama yüzüme de vurmadılar hiç.

O gün bu gündür gaza gelmemeye çalışıyorum lakin Tarih bu. İki saatte biten Mohaç’ı anlatıyorsunuz haydi gaza gelmeyin de göreyim.

&autoplay=1" frameborder="0" allow="accelerometer; autoplay; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture" allowfullscreen>
( Bir Çuvallama Hikayesi--kâbe'nin Yollları başlıklı yazı Sami Biber tarafından 17.02.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.