Makale / Tarihsel Makaleler

Eklenme Tarihi : 15.11.2020
Okunma Sayısı : 1241
Yorum Sayısı : 6
İŞGAL ALTINDAKİ İSTANBUL'DA SALTANATIN KALDIRILMASI 3. BÖLÜM

Saltanat 1 Kasım 1922 Tarihi itibariyle kaldırılmış, zamanın gazeteleri bu olayı 2 Kasım 1922 Tarihi itibariyle haber yapmışlardı. 

Mesela Vakit Gazetesi şu manşeti atmıştı: "Türkiye Büyük Millet Meclisi evvelki gün akdettiği tarihi bir içtimâda Saltanatın ref'ine ve Hilâfete, Hanedan-ı Osman'ın ilmen ve ahlâken erşad ve eslah olanının intihâhına ittifak-ı ârâ ile karar vermiştir. Türkiye Devleti Makam-ı Hilâfetin istinatgâhıdır. ( Yani saltanat kaldırıldı ama hilafet devam ediyor. Hilafete Osmanlı hanedanından ilim ve ahlaken en reşit ve selahiyet sahibi kişi devam edecektir. Hilafet makamının dayanağı TBMM dir.) 

Evet, daha bir kaç gün önce sultan olan Vahdettin'e '' Taçlı Hain, Vehimettin, Allah kahretsin'' Gibi hakaretlerin yağdığı meclis oturumundan sonra saltanat kaldırılmıştı, şimdi sıra bunun doğrudan doğruya Vahdettin'e tebliğine gelmişti ve elbette ki bu işi yapacak olan da Refet Paşa idi.

Bu arada unutmadan hemen söyleyelim 1 Kasım 1922 de saltanatın kaldırılması haberini alan İstanbul'daki pek çok yönetim organı ( Örneğin Vilayet meclisi ) hiç vakit kaybetmeden Ankara'daki yeni hükumete bağlı olduklarını bildirdiler telgrafla. Hatta bu iş o kadar abartıldı ki sade vatandaşlardan dahi Ankara hükumetine '' Size bağlıyız, size biat ediyoruz.'' mealinde telgraflar gönderildi

Ve nihayet 2 Kasım 1922 de  Refet Paşa bir kaç gün önce padişaha saygı ve hürmetlerini sunmak için gittiği Yıldız Sarayına bu kez onun saltanatının sona erdiğini bildirmek için gitti.

Mustafa Kemal Paşa'dan kesin talimat almıştı: Vahdettin'e asla '' Sultanım, hünkarım, hakanım '' ve benzeri hitap şekilleriyle hitap etmeyecekti. Bu durumu hatıralarında şöyle dile getirir Refet Paşa: ''Yapmakla görevli olduğum husus, güç ve ağırdı. Biz saltanata ve hilâfete bağlı kalacağımıza yemin etmiştik. Anadolu mücadelesi sırasında da saltanatı ve hilâfeti düşman boyunduruğundan kurtaracağımızı söylüyorduk. Ama Mustafa Kemal Paşa’nın da talimatı açık ve kesindi. Vahideddin’e sadece Halife Hazretleri diyerek hitap edecektim.''

Öyle de yaptı Refet Paşa. Vahdettin'e '' Halife Hazretleri'' Dedi sadece. Vahdettin fena halde bozulduysa da Refet Paşa'yı karşısına oturttu.

Refet paşa daha üç-dört gün önce karşısında el pençe durduğu bu kişinin gösterdiği koltuğa oturdu ve...

Kendisinden dinleyelim.

'' Padişah’ın önünde ayak ayaküstüne attım ve koltuğa o kadar yaslandım ki nerede ise ayakkabım burnuna değecekti”

Vahdettin aslında tabii ki saltanatın kaldırıldığını bilmektedir ama bu durum kendisine resmen tebliğ edilmemiştir o ana kadar.

Refet Paşa'nın resmen tebliğ etmesi üzerine konuşmayı fazla uzatmaz.

''Saltanatsız bir hilafeti hanedanın en aciz bir şahsiyeti bile asla kabul etmez.''  [ Oysa çok yanılmaktadır. 18 Kasım 1922 de yani kendisinin yurt dışına çıkışının hemen ertesi gün amcasının oğlu Abdülmecit Efendi seve seve kabul etmiştir TBMM nin kendisine verdiği saltanatsız halifeliği.]

Ve görüşme uzamaz.  

Ama bu arada Refet Paşa, Vahdettin'e bir kez daha yurt dışına gitmesinin hem kendisi hem de ülke için faydalı olacağını, bu gidişin geçici olacağını, şartlar düzelince tekrar ülkeye dönebileceğini telkin eder. Kat'i surette yurt dışına gitmelidir Vahdettin. Neden mi?  Onu da yine Refet Paşa'dan dinleyelim.

“Eğer biz padişahı hapis veya idam etseydik, halk zamanla onu mağdur olarak görecek ve bizleri haksız kabul edecekti. Kaçan bir padişahı halkın asla affetmeyeceğini, eğer kaçtığı gün askeri bir müdahale yaparsak da devletin başına iş aşacağını düşündüm…”

Yani Vahdettin eğer yurt dışına kaçma teşebbüsünde bulunursa ona asla müdahale edilmeyecekti. Yani efendim bir vatan haininin (!) yurt dışına kaçmasına göz yumulacaktı.

Ancak Refet Paşa için o anda en önemli sıkıntı Padişahın ne yapacağı idi. '' Beni hiç bir kuvvet bu saraydan da, saltanattan da hilafetten de koparamaz '' Deyip ayak direrse ne olacaktı?

Tabii ki dikkatle okuyanlar bir hususu daha atlamamışlardır:

İstanbul'da halk artık 13 Kasım 1918 den bu yana dükkanlarına, evlerine, sokaklara, resmi dairelere hatta camilere bile astıkları siyah örtüleri kaldırmış yerlerine Türk bayrakları asmıştı ve bunun tek manası vardı: ''İstanbul artık bizimdir. Defolun işgalciler.''  Lakin gelin görün ki İşgalci devletler İstanbul'dan defolup gitmedikleri gibi İstanbul'daki bu bayram coşkusuna da asla müdahale etmiyorlardı. '' Hoop durun bakalım. Biz hâlâ buradayız'' Demiyorlardı. 

Vahdettin, Refet Paşa ile görüşmesini müteakip hemen Tevfik Paşa kabinesini toplantıya davet etti ve onlardan asla istifa etmemelerini, bu ortamda yeni bir hükumet kurmanın çok zor olacağını söyledi.

Tevfik Paşa son padişaha özetle '' Artık bu iş bitti Padişahım'' Dedi ve 4 Kasım 1922 de Önce Mustafa Kemal'e bir telgraf çekerek daha önce gönderdiği telgrafa cevap alamadığından bahsedip yine birlik beraberlikten bahsetti. Mustafa Kemal ise kısaca daha önceki telgrafına cevap verdiğini, niçin kendisine tebliğ edilmediğini araştıracağını söylediyse de '' Kardeşim sizin işiniz bitti. Artık siz yoksunuz biz varız'' anlamına gelecek hiç bir şey yazması telgrafında. 

Evet, Tevfik Paşa'ya başka bir şey yazmadı ama aynı gün Refet Paşa'ya gönderdiği bir emirle '' TBMM adına İstanbul'a el koy'' dedi ve 4 Kasım 1922 de Refet Paşa TBMM adına İstanbul'a el koydu. Yani 4 Kasım 1922 den itibaren en küçük mahalle karakolundan, postanesinden, okulundan, hastanesinden Valilik makamına kadar her kurum ve kuruluş Ankara Hükümetine bağlanıyordu.

İşgal kuvvetleri bu duruma da bir şey demediler. Hatta '' Kendi iç meseleleri, bizi hiç ilgilendirmez.'' Diyorlardı.

Yabancı basın Saltanatın kaldırılmasını sevinçle karşılamış ve bunun devamında Türkiye'ye cumhuriyetin gelecek olmasını memnuniyetle karşıladıklarını yazıyorlardı. Ancak sanki hepsi ağız birliği etmişçesine halifelik konusunda ne lehte ne aleyhte bir şey yazmıyorlardı. 

4. Kasım 1922 de Refet Paşa'nın İstanbul'un idaresini ele alması üzerine Tevfik Paşa ve hükumeti, son padişah Vahdettin'e istifalarını sundular ve o da son Osmanlı hükümetinin istifasını kabul etti.

İstanbul'u işgalleri altında tutan devletlerin askeri kuvvetleri hâlâ İstanbul'daydı  ama bu olaylara hiç karışmadığı gibi Saltanatın kaldırılmasından da memnundular.

Evet, memnundular ve bu memnuniyeti biz yine Refet Paşa'dan öğreniyoruz. Refet Paşa 4 kasım 1922 de Ankara'ya yolladığı  telgrafta şöyle der: İstanbul'da esasen Hükümetimce tanınmamış bulunan, İstanbul Hükümeti usul-i idaresi yerine Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti idairesinin hükümete başlamış bulunduğunu, bugün generaller içtimâında( Toplantısında) resmen kendilerine beyan eyledim. Generaller müttefikan ( hepsi birden firesiz)  izhâr-ı memnuniyet eyledikleri gibi, İngiliz Generali Harrington bu tarz-ı hareketimden dolayı memnuniyetini izhar ile beyan ve tebrikat eyledi. Fransız Generali $arpi (Charpy), keyfiyetin mahiyet-i siyasiyesi dolayısıyla komiserlere ve hükümetine arz-ı malümat eylemek kaydıyla beyan-ı memnuniyet eyledi."

Yani adamlar İstanbul'u işgale devam etseler de saltanatın kaldırılmasından, Refet Paşa'nın İstanbul'un yönetimine el koymasından memnunlardı. Niye ki? 

3.FASIL- SON OSMANLI PADİŞAHI VAHDETTİN'İN YURT DIŞINA KAÇMASI.

Evet, gelecek bölümü hiç bekletmeden yarın bu fasılla başlatıp yazı dizisine son vereceğim inşallah.

( İşgal Altındaki İstanbul'da Saltanatın Kaldırılması 3. Bölüm başlıklı yazı Sami Biber tarafından 15.11.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.