NAMAZ
KİTABÜ'S-SALÂT (NAMAZ BÖLÜMÜ)
DEVAMI 16
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’u Teâlâ’nın Adıyla…
Hamd, Allâh’a mahsustur. O’na hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden O’na sığınırız. O’nun hidâyete erdirdiğini hiç kimse saptıramaz, saptırdığını ise hiç kimse hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki, Allâh’tan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed aleyhisselâm O’nun kulu ve Rasûlü’dür…
Bundan sonra:
Mezarlar Üstüne Bina Yapmak
Mezarlar üstüne ev, kubbe, medrese, mescid veya etrafı duvarla çevrili bahçeler yapmak mekruh olur.
Bunları zînet ve tekebbür maksadıyla yapmaksa haramdır. Bu hüküm, mezarlık arazisinin sebil edilmiş
veya vakfedilmiş olmaması hâlinde sözkonusu olur. Sebil edilen arazi, daha önceden hiçbir kimsenin
mülkiyetine girmemiş olan ve insanların ölülerini defnetmeyi âdet hâline getirdikleri arazidir.
Vakfedilen arazi ise sahibinin, “vakfettim” diyerek vakıf hâline getirdiği arazidir. Hz. Ömer (r.a.)’in,
Mısır’daki Kurafe toprağını vakfetmiş olması gibi. Sebil edilen veya vakfedilen mezarlık arazisi
üzerinde bina yapmak mutlak surette haramdır. Zîrâ bununla sıkışıklık ve insanlar üzerine taş yığma
durumu meydana gelmiş olmaktadır. Mezheb imamları bu hükümde ittifak etmişlerdir. Yalnız
Hanbelîler demişlerdir ki: Arazisi sebil edilmiş olsun, olmasın mezarlar üstünde bina yapmak mutlak
olarak mekruhtur. Arazi sebil edilmiş bir arazi ise, üzerinde bina yapmanın mekruhluğu daha
şiddetlidir. Bununla da, bid’at eseri olarak, gurur ve tekebbür maksadıyla mezarlar üstüne bina yapan
kimselerle ilgili hüküm anlaşılmış olmaktadır. Bu insanlar mezarları, köşk ve meskenler şeklinde yapmaktadırlar ki, hayattaki kimselerin birçoğunun böylesine köşk ve meskenleri yoktur. Şurasını
belirtelim ki mezar, bir âlimin de olsa, başka birinin de olsa, üzerine bina yapmak caiz olmamaktadır. 499 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 761-762.
Mezarlar Üstünde Yürüme, Oturma, Uyuma Ve Def-i Hacette Bulunma
Mezarlar üstünde oturmak ve uyumak mekruhtur. Mezar üstünde idrar ve dışkı yapmak, def-i hacet
bahsinde de anlatıldığı gibi haramdır. Şâfiîlerle Hanbelîler bu görüşte ittifak etmişlerdir. Hanefîlerle
Mâlikîlerin buna ilişkin görüşleri aşağıya alınmıştır.
Hanefiler dediler ki: Mezarlar üstünde oturmak ve uyumak ten-zîhen; idrar ve dışkı yapmak ise
tahrîmen mekruhtur.
Malikiler dediler ki: Mezarlıklar üstüne oturmak ve uyumak caiz; idrar ve benzeri şeyleri yapmaksa
haramdır.
Bir kimsenin, kendi ölüsünün mezarına ulaşmak için başka bir mezann üzerinden geçmesinden başka
çıkar yol olmaması gibi bir zorunluluk olmadıkça, mezarlar üstünde yürümek mekruhtur. Mâlikîier
dışındaki mezhebler bunda ittifak etmişlerdir.
Malikiler dediler ki: Mezar, deve hörgücü gibi, yerden yüksekte ise, üzerinde yürümek mekruh, aksi
takdirde caiz olur. Mezar hörgüçlü olsa da, ölünün görülen bir parçası kalmadığı takdirde üzerinde
yürümek caiz olur. 500 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 762.
Cenazeyi Öldüğü Yerden Başka Tarafa Nakletmek
Cenazeyi definden önce veya definden sonra, öldüğü yerden başka bir tarafa nakletmeye ilişkin olarak
mezheblerin detaylı görüşleri aşağıya alınmıştır.
Malikiler dediler ki: Cenazeyi definden önce veya sonra başka bir tarafa nakletmek üç şartla caiz
olur:
1. Götürürken yolda dağılmamalıdır.
2. Saygınlığına zarar gelmemelidir. Hakarete uğrayacağı bir yere taşınmamalıdır.
3. Taşınmasında bir yarar söz konusu olmalıdır. Meselâ mezarın deniz kabarması nedeniyle sular
altında kalmasından korkulursa, ya da kıymet göreceği veya ailesine yakın bir yere götürülecekse
veyahut ailesinin kendisini ziyaret edebilmesi için bulunduğu yerden başka tarafa götürülecekse,
taşınması caiz olur. Bu üç şarttan biri gerçekleşmediği takdirde nakledilmesi caiz olmdk.
Hanefiler dediler ki: Kişinin vefat ettiği yerde defnedilmesi müstehabtır. Kokusunun
değişmeyeceğinden emin olunduğu takdirde, definden önce başka beldeye taşınmasının bir sakıncası
yoktur. Definden sonra mezarından çıkarılıp başka tarafa nakledilmesi ise haramdır. Ancak
defnedildiği yer gasbedilmiş bir yer ise veya defnedildikten sonra şuf’a yoluyla satın alınmışsa
buradaki mezardan çıkarıp başka tarafa nakletmek haram olmaz.
Şafiiler dediler ki: Cenazeyi, kokusunun değişmeyeceğinden emin olunsa bile, başka tarafta gömmek
kasdıyla definden Önce diğer bir beldeye nakletmek haram olur. Ancak vefatın vukûbulduğu beldedeki
insanlar, ölülerini kendi beldelerinden başka taraflarda defnetmeyi âdet edin-mişlerse, nakletmek
haram olmaz. Mekke-i Mükerreme, Medîne-i Münevvere veya Beyt-i Makdîs, ya da sâlih insanların
mezarlıklarına yakın yerlerde vefat eden kimselerin, nakil esnasında kokularının değişmeyeceğinden
emin olunursa, buralara taşınmaları sünnet olur. Fakat kokularının değişmesinden korkulursa,
taşınmaları haram olur. Bütün bunlar ölünün, öldüğü yerde yıkanıp kefenlenmesinden ve namazının
kılınmasından sonra söz konusu edilebilirler. Bu işlemlerin yapılmasından önce taşınması mutlaka
haram olur. Definden sonra bir zaruret olmaksızın nakledilmesi de haram olur. Meselâ gasbedilmiş bir
araziye defnedilir de, sonra sahibi Ölünün kendi toprağından çıkarılmasını isterse, çıkarılıp taşınması haram olmaz.
Hanbeliler dediler ki: Kişinin sahîh bir maksat dolayısıyle, vefat ettiği yerden uzakta olan başka bir
tarafa nakledilmesinde bir sakınca yoktur. Meselâ şerefli bir makama veya salih bir insanın yanına
defnedilmesi için taşınmasında sakınca yoktur. Yalnız bu, nakil esnasında kokusunun
değişmeyeceğinden emin olunursa yapılabilir. Nakil işinin definden önce veya sonra olması arasında
bir fark yoktur. 501 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 762-763.
Mezarı Açmak
İçinde ölünün kemiklerinin bir kısmının kaldığı zannedildiği müddetçe, mezarın açılması haramdır.
Yalnız bazı durumlar bundan istisna edilmiştir:
1. Cenaze, gasbedilmiş bir bezle kefenlenmişse ve sahibi de değerini kabule yanaşmayıp illâ da kefeni
istemekte diretiyorsa...
2. Cenaze, gasb edilmiş bir araziye defnedilmişse ve sahibi de ölünün kendi arazisinde kalmasına rızâ
göstermiyorsa...
3. Cenazeyle birlikte kasıtlı veya kasıtsız olarak mezara bir eşya gömülmüş olursa... Bu eşya ister
kendisine, ister başkalarına ait olsun, az veya çok olsun -bir dirhem bile olsa- ölü değişikliğe uğramış
olsa da, olmasa da mezarını açmak haram olmaz. Mâlikîler dışındaki diğer mezhebler bunda ittifak
etmişlerdir.
Malikiler dediler ki: Unutarak ölüyle birlikte bir eşya gömülürse, mesela defin esnasında mezara bir
saat, yüzük veya bir kaç dirhem düşer, sonra da üzerine toprak atılırsa bakılır: Bu mal ya ölümünden
önce cenazeye ait olur, ya da başkasının mülkü olur. Eğer başkasının malı ise ve cenazenin cesedi de
değişikliğe uğramamişsa bu kişi, mezarı açıp malını alabilir. Ama cenazenin cesedi değişikliğe
uğramışsa, ölünün terekesinden malının mislini almaya zorlanır. Bu malı, elbise gibi değeri belli bir
malsa bunun değerini, dirhem ve dinar gibi bir malsa bunların da mislini alır. Mezara düşen bu mal
cenazeye ait ise ve cenazenin cesedi de değişmişse vârisler bu malı kıymetli de olsa, olduğu gibi
mezarda bırakmaya zorlanırlar. Cenazenin cesedi değişikliğe uğramamış ise ve mal da değerliyse
mezarı açıp çıkarabilirler. Yine aradan, mezara düşen malın telef olacağı kadar uzun zaman geçmemiş
ise yine mezar açılabilir. Aksi takdirde açılmaz. Çünkü açılsa bile, mal telef olmuş olacağından dolayı
açmanın bir faydası olmayacaktır. 502 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 764.
Birden Fazla Ölüyü Aynı Mezara Defnetmek
Birden fazla ölüyü aynı mezara defnetmekle ilgili olarak mezheblerin detaylı görüşleri aşağıda
anlatılmıştık.
Hanefîler: İhtiyaç anında birden fazla ölüyü aynı mezara defnetmenin caiz, aksi takdirde mekruh
olacağını söylemişlerdir.
Malikiler dediler ki: Mezarlıkların dar olması gibi bir zaruretten dolayı birden fazla ölüyü aynı
mezarda bir araya gömmek, müteaddit defalar birden fazla defin yapılsa bile, caiz olur. Meselâ bir
defin yapıp kapandıktan sonra başka bir defin için mezarı açmak câız olur. Zaruret olmaksızın birden
fazla ölüyü ayrı ayrı vakitlerde aynı mezara defnetmek haram, aynı vakitte gömmek ise mekruh olur.
Şafiî ve Hanbeliler dediler ki: Ölülerin çokluğu, değişikliğe uğramalarından korkulması, (ayrı
mezarlar kazmak nedeniyle) hayattaki kimseler için meşakkatin sözkonusu olması gibi zorunluluklar
nedeniyle birden fazla ölüyü aynı mezara defnetmek caizdir. Zorunluk olmadan bunu yapmak haram
olur.
Böyle bir durumla karşılaşıldığında, ölülerin en faziletlisi kıble yönüne doğru mezara yerleştirilir
Ondan sonrakiler de fazilet sırasına göre aynı mezara yerleştirilirler. Büyük küçüğe; erkek, kadına nisbetle öncelik hakkına sahib olur. Her iki ölü arasına toprak fasılası konulması mendubtur. İki ölü
arasında sadece kefen fasılasının bulunması yeterli olmaz. Ölü, mezarında çürümüş toprak haline
geldikten sonra mezarını açmak, üzerine ekin ekmek bina ve benzeri şeyler yapmak ittifakla caizdir.
Malıkiler ise buna muhaliftirler.
Malikiler dediler ki: Ölü çürür ve elle tutulur bir parçası kalmazsa, ikinci defin için mezarı açmak, bu
mezarın üzerinde yürümek caiz olur. Ama üzerine ekin ekmek veya bina yapmak caiz olmaz. Çünkü
sırf defin nedeniyle bu toprak parçası diğer tasarruflara kapalı olur. Yalnızca defin yapılabilir. İçinde
ölünün parçası kalmış olsun olmasın hüküm değişmez. 503 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 764-765.
Taziye
Musîbetzedelere tâziyette bulunmak mendubtur. Taziyenin zamanı, vefatın vukuundan üç gün sonraya
kadardır. Bundan sonra tâziyette bulunmak mekruh olur. Meğer ki tâziyette bulunan veya bulunulandan biri bu zaman zarfında hazır bulunmasın. Bu takdirde taziyenin üç günden sonra yapılması mekruh
olmaz. Taziye için kalıplaşmış belli bir söz veya cümle yoktur. Herkes hâline münâsib bir şeyler
söyler. Hanefîler dışındaki diğer mezhebler bu hususta görüş birliği etmişlerdir.
Hanefîler: ta’ziyette bulunurken musîbetzedeye şöyle demenin müstehab olduğunu söylemişlerdir:
“Allah ölünüze mağfiret buyursun. Onun günahlarından vazgeçip rahmetiyle üzerini örtsün. Onun
musibetinden ötürü sana sabır nasîb etsin ve onun ölümü nedeniyle sana mükâfat ihsan etsin.”
Bu babta söylenecek en güzel söz, Peygamber Efendimizin şu mübarek sözüdür:
“Alınan da, verilen de Allah’ındır. Onun yanında her varlığın belli bir eceli vardır.”
Bunu, yukarıdaki duaya eklemek daha faziletli olur.
Taziyenin definden sonra yapılması daha uygun olur. Ama eğer keder ve üzüntüleri şiddetli ise,
definden önce yapılması daha evlâdır. Bu hususta da mezhebler arasında ittifak vardır. Mâlikîlerin
buna ilişkin tafsilâtı aşağıda verilmiştir).
Malikiler dediler ki: Ölü sâhiblerinin keder ve üzüntüsü ne kadar çok olsa da taziyenin mutlak surette
definden sonra yapılması gerekir.
Taziyenin, ölünün kadın, erkek, genç, ihtiyar bütün akrabalarına yapılması müstehabtır. Yalnız genç
kadınlar bundan istisna edilmiştir. Fitneye yol açmamak için genç kadınlara tâziyette bulunulmaz.
Sadece mahremleri kendisine tâziyette bulunurlar. Mümeyyiz olmayan küçük çocuğa da tâziyette
bulunulmaz. Ölü sahihlerinin taziyeyi kabul için ev veya ev dışında oturmaları mekruhtur. Şâfiîlerle
Hanbelîler bu görüştedirler. Hanefîler, bunun evlâ olan davranışa ters düştüğünü söylemişlerdir.
Mâlikîlerse bunun mubah olduğunu söylemişlerdir. Taziye kabulü için yol ortasına sergi sererek
oturmak ve buna benzer âdetler, yasaklanmış bid’atlerdendir. Ölü sâhiblerine bir kere tâziyette bulunduktan sonra tekrar tâziyette bulunmak, üç mezhebin ittifakıyla mekruhtur. Mâlikîlerse bunun mekruh
olmadığını söylemişlerdir. 504 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 765-766.
Matemlerde Hayvan Kesip Yemek Yapmak
Mekruh bid’atlerden biri de günümüzde yapılan şu uygulamadır ki; cenaze evden çıkarılırken veya
mezarın yanına konulurken hayvan kesilmekte, taziye için toplananlara yemek hazırlanmakta ve onlara
takdîm edilmektedir. Sanki bir sevinç ve eğlence toplantısı varmış gibi... Bu, mekruh bir davranıştır.
Vârisler arasında bulûğ çağına ermemiş olanlar varsa, yemek hazırlamak ve gelenlere sunmak haram
olur. İmam Ahmed İbn Hanbel ile İbn Mâce, Cerir İbn Abdullah’ın şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
“Bizler ölü sâhiblerinin yanında toplanmayı, onların da toplananlara yemek hazırlamalarını niyahetten (ölünün üzerine yapılan ağıt gibi mekruh) sayardık.” 505 İbn Mâce, Cenâiz, 60; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/204.
Komşu ve dostların, ölü sâhibleri için yemek hazırlayıp onlara göndermeleri ise mendubtur. Amcası
oğlu Ca’fer İbn Tayyar şehid olduğunda Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardı:
“Ca’fer’in ailesine yemek yapın. Çünkü onlara kendilerini yemek yapmaktan alıkoyacak bir (musibet)
gelmiştir.” 506 Tirmîzî, cenâiz, 21; İbn Mâce, Cenâiz, 59.
Keder ve hüzün, yemek yemeye mâni olduğundan ötürü, ölü sâhiblerine yemek yemeleri için ısrar
etmek gerekir. 507 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 766-767.
Kabir Ziyareti
Nasihat almak ve âhireti hatırlamak kasdıyla kabirleri ziyaret etmek mendubtur. Hanefılerle Mâlikîlere
göre bu ziyaretin Cuma günü ile Cuma gününden bir önceki ve sonraki günlerde yapılması müekked
olur. Hanbelîlerle Şâfiîler buna muhalefet ederek aykırı görüş beyânında bulunmuşlardır.
Hanbeliler dediler ki: Kabir ziyareti, diğer günlerde değil de, ancak belli bir günde müekked olur diye
bir şey söz konusu edilemez.
Şafiiler dediler ki: Kabir ziyareti, Perşembe günü ikindiden itibaren Cumartesi gün doğuşuna kadar
geçen süre zarfında müekked olur. Bu görüş, Mâlikîlerce de kuvvetli olan bir görüştür.
Kabirleri ziyaret eden kişinin ölü için duâ ve tazarrûda bulunması, ya da Kur’an-i Kerîm okuması
gerekir. Ölülerden ibret alması icâb eder. Doğru olan görüşe göre bütün bunların ölüye faydası olur.
Kabirleri görünce ziyaretçinin şöyle demesi rivayetlere göre uygun bir davranış olur:
“Ey bu kalıcı ruhların, çürümüş bedenlerin, dağınık saçların, parçalanmış derilerin, köhnemiş
kemiklerin Rabbi olan Allah’ım! Bunlar dünyadan, sana imân ederek çıkmışlardı. Üzerlerine
kendinden taraf rahmet, benden taraf selâm indir.”
Ziyaretçinin şöyie bir selâm vermesi de uygun olur:
“Ey mü’minler topluluğu evi! Allah’ın selâmı üzerinize olsun. İnşâallah biz de sizlere kavuşacağız.”
Kabirlerin uzak veya yakın olması ziyaret bakımından aynıdır. Hanbelîler buna muhalefet ederek
aykırı görüş beyânında bulunmuşlardır.
Hanbeliler dediler ki: Mezarlar uzak olur ve ancak sefere çıkarak ulaşılması mümkün olursa, bu
takdirde ziyaret edilmesi mendub değil, mubah olur.
Mezarları, özellikle sâlih insanların mezarlarını ziyaret etmek için yolculuğa çıkmak mendubtur.
Peygamber (s.a.v.) in mezarını ziyaret ise en büyük ibadetlerden sayılır. Erkeklerin kabirleri ziyaret
etmeleri mendub olduğu gibi; fitneye sebep olmalarından korkulmayan ve ziyaretleri ağıtlara, ölünün
medhiyesini yapmaya yol açmayan yaşlı kadınların da kabirleri ziyaret etmeleri mendub olur. Aksi
takdirde mendub değil haram olur.
Zamanımızın birçok kadınlarında görüldüğü gibi, evlerinden çıkmakla fitneye sebep olacaklanndan
korkulan kadınların kabir ziyareti maksadıyla evlerinden çıkmaları Hanefîlerle Mâlikîlere göre haram
olur. Hanbelîlerle Şâfiîlerin buna ilişkin görüşleri aşağıya alınmıştır.
Hanbeli ve Şafiiler dediler ki: Genç olsunlar, yaşlı olsunlar, kadınların kabir ziyareti için evden
çıkmaları mutlak surette mekruh olur. Ancak onların evden çıkmaları fitneye vesile olur veya haram
bir fiilin işlenmesine neden olursa, çıkmaları haram olur.
Kabir ziyaretinin şer’î hükümlere uygun olması gerekir. Ziyaretçinin mezarın etrafında tavaf yapar gibi
dolanmaması; mezar taşını, eşiğini veya tahtalarını öpmemesi, ölüden himmet bekleyip bir şeyler istememesi gerekir. 508 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 767-768.
NOT: Değerli okucucular; Ben araştırmalarım da, Abdeste başlarken veya Namaza başlarken Niyet, kalple olur. Bu Niyet, Namaz Abdesti, Gûsül Abdesti, Teyemmüm Abdesti, Farz Namaz, Sünnet Namaz veya Nafile Namazlarda da aynıdır. Ben konu bölünmesin diye olduğu gibi yazdım. En doğru kaynak, hiç şüphesiz Kur'an ve Sünnet'tir. Bunun dışında alimler ve imamlar hata yapabilirler yani nadiren de olsa görüşlerinde yanlış bilgi verebilirler. Birde, bu temizlik ve namaz bölümlerinde yazmış olduğum Dört Mezhep İmamlarının görüşleri, yazmış olduğum tüm konularda tamamı, İmamlarımızın kendi görüşleri değildir bir kısmı yani kendilerinden sonra gelen, onları takip eden (öğrencilerinin) İmamların görüşleridir. Allâh Subhânehu ve Teâlâ onlara Rahmet etsin. Bu notu yazmamdaki amaç, yanlış bilgi verip, gerek değerli imamlarımızı gerekse kendimizi zan altında bırakmamak içindir. Sizlere buradan tavsiyem eğer, tüm bu yazmış olduğum konularla alakalı, yanlış olduğunu düşündüğünüz veya bildiğiniz bir şey varsa, onu Kur'an ve Sünnet'ten araştırmanızdır. Allâh Subhânehu ve Teâlâ bize ve Tüm Müslüman kardeşlerimize dinimiz İslâm'ı doğru öğrenmeyi ve hayatımızın her alanında doğru uygulamayı nasib etsin İnşeAllâh. Allâhümme Amin.
Hâtime:
Hamd âlemlerin rabbi olan Allâh’a mahsustur. Salât ve selâm yaratılmışların en hayırlısı Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in, âlinin ve ashabının üzerine olsun.
Yardım ve başarı, izzet ve şeref Allâh’tandır.
O, her şeyin en iyisini bilendir.
Muvahhid Kullara Selâm Olsun.
Polat Akyol.
KAYNAKLAR:
499 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 761-762.
500 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 762.
501 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 762-763.
502 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 764.
503 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 764-765.
504 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 765-766.
505 İbn Mâce, Cenâiz, 60; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/204.
506 Tirmîzî, cenâiz, 21; İbn Mâce, Cenâiz, 59.
507 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 766-767.
508 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 767-768.