NAMAZ
KİTABÜ'S-SALÂT (NAMAZ BÖLÜMÜ)
DEVAMI 10
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’u Teâlâ’nın Adıyla…
Hamd, Allâh’a mahsustur. O’na hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden O’na sığınırız. O’nun hidâyete erdirdiğini hiç kimse saptıramaz, saptırdığını ise hiç kimse hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki, Allâh’tan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed aleyhisselâm O’nun kulu ve Rasûlü’dür…
Bundan sonra:
Namaz Kadınların Cuma Namazı Kılmaları
Bilindiği gibi Cuma namazının şartlarından biri de erkek olmaktır. Bu namaz, kadına vâcib değildir.
Ama bir kadının Cuma’yı öğle namazı yerine kılması durumunda sahîh olur. Kadının cemaata katılarak
Cuma namazı kılmasının mı, yoksa evinde öğle namazını kılmasının mı daha faziletli olduğu
hususunda mezheblerin detaylı görüşleri aşağıya alınmıştır.
Hanefiler dediler ki: İster yaşlı, ister genç olsun, bir kadının öğle namazını kendi evinde kılması daha
faziletli olur. Zîrâ o, cemaatle namaz kılma yükümlülüğünde değildir.
Malikiler dediler ki: Yaşlanarak erkekler karşısında herhangi bir çekiciliği kalmayan kadınların Cuma
namazına gitmesi caizdir. Aksi takdirde mekruh olur. Kadın genç olduğu için, mescidde
bulunmasından ve yolda giderken fitneye sebep olmasından korkulursa, Cumaya gitmesi -mefsedeti
önlemek için- haram olur.
Şafiiler dediler ki: Kadının, eski elbiseler içinde olsa bile şehvet celb edici olması hâlinde, gerek
Cuma ve gerekse diğer namazlar için cemaate katılması mutlak surette mekruhtur. Şehvet celbedici
olmadığı halde, süslenip koku sürünürse yine aynı hükme tâbi olur. Ancak yaşlı olması ve eski
elbiseler giyinerek, esans sürünmeden, erkeklerin kendisine tamah etmeyecekleri bir halde Cuma
namazını kılması kerâhetsiz olarak sahîh olur. Yalnız bunun için de iki şart gereklidir:
1. Yaşlı olsun olmasın, velîsinin Cumaya gitmesi için kendisine izin vermesi.
2. Cemaate girmekle, onun yüzünden herhangi bir kişinin fitneye düşmeyeceğinden emin olunmalıdır.
Aksi takdirde yine Cuma namazına gitmesi haram olur.
Hanbeliler dediler ki: Kadın, güzel olmamak şartıyla Cuma namazına gidip kılabilir. Güzel bir
kadının Cuma namazına gidip kılması mutlak surette mekruh olur.
Ama kadınlar dışında, meselâ köleler gibi kendilerine Cuma namazı vâcib olmayanlara gelince,
bunların Cuma namazını kılmaları müstehab olur. 384 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 543-544.
Cuma Namazı Kılınan Mescidlerin Birden Fazla Olması
Cuma namazından maksat, insanların Rabblerine karşı huşu içinde bir araya gelip toplanmaları,
aralarındaki dostluk bağlarının güçlenmesi, sevgi akımlarının kuvvetlenmesi, gönüllerinde şefkat ve
acıma duygularının canlanması, kin ve düşmanlık faktörlerinin ölmesidir. Bu atmosfer içinde bir araya
gelen müslümanlar, birbirlerine sevgi ve kardeşlik gözüyle bakar; güçlüleri zayıflarına destek ve
zenginleri yoksullarına yardımcı olur; büyükleri küçüklerine merhamet eder; küçükleri büyüklerine
saygı gösterir ve hepsi de, ululuğunun sınırı olmayan, ezici iktidara sâhib, hiç bir şeye ihtiyâcı olmayan
övgülere lâyık olan tek Allah’ın kulları olduklarının bilincine varırlar... Bu saydıklarımız, ibâdet
niyetiyle insanların bir araya gelmelerini teşvik etmek için İslâmiyet’in gösterdiği bazı hedeflerdir.
Cuma namazı kılınan mescidlerin sayısını gereksiz yere fazlalaştırma halinde, şüphesiz ki müslümanlar
birkaç mescide dağılmakta, cemaatleşmenin faydası hissedilememektedir. Böylece de insanlar
teslimiyet içerisinde boyun büküp, huzurunda ibâdet için bir araya geldikleri Yüce Yaratıcının
azametinden yeterince etkilenip gönülleri feyizlenemiyecektir. Bu nedenle bazı müctehidler
demişlerdir ki: Cuma mescidlerinin sayısı gereksiz yere fazlalaştırıldığı takdirde, yalnızca ilk kılınan
mescidde bulunanların namazları sahîh olur. Ancak diğer mescidlerden önce kıldıklarını kesin olarak
bilenler Cuma namazını kılmış olurlar. Öbür mescidlerdeki insanlarsa, öğle namazını kılmış olurlar.
Mezheblerin buna ilişkin görüşleri aşağıya alınmıştır.
Şafiiler dediler ki: Cuma namazı kılınan mescidlerin birden fazla olması, bir ihtiyaçtan dolayı olduğu
gibi, herhangi bir ihtiyaca bağlı olmayabilir de. İhtiyaçtan dolayı olması, tek mescidin belde halkına
yetmemesi demektir. Mescidlerin gereksiz yere birden fazla olması durumunda, önce kılanların Cuma
namazları sahîh olur. Bunun için ölçü iftitah tekbiridir. Önce kılmış olmak için iftitah tekbirlerinin,
diğer mescidlerdeki cemaatten önce alındığının kesin olarak tesbit edilmesi şarttır. Eğer bu tesbit
yapılamaz da hepsinin aynı anda iftitah tekbiri aldıkları anlaşılır, ya da bu hususta şüpheye düşülürse
hepsinin Cuma namazları batıl olur. Bu durumda tümünün bir araya gelerek Cuma namazını iade etmeleri vâcib olur. Eğer bu imkânsız ise, Cuma namazının yerine öğle namazını kılarlar. Ama Cuma
mescidleri ihtiyaç nedeniyle birden fazla olursa hepsinin Cuma namazları sahîh olur. Lâkin Cuma
namazından sonra öğle namazını kılmaları da mendub olur.
Malikiler dediler ki: Bir beldede birden fazla Cuma mescidi bulunursa, bunlardan hangisinde Cuma
namazı ilk önce kılınırsa oradaki sahîh olur. Bu mescid, diğerlerinden sonra inşâ edilmiş olsa bile
hüküm aynıdır. Meselâ bir beldede Cuma namazı kılmayan birkaç tekke bulunduğu halde, daha sonra
Cuma namazı kılmak için bir mescid inşâ edilerek orada Cuma namazı kılınabilir ve bundan sonra da
bir mescid daha inşâ edilerek orada da Cuma namazı kılınırsa, bu durumda yine Cuma namazı ilk
kılınan mescidde sahîh olur. Ancak bu hüküm de dört şarta bağlıdır:
1. Eski camide namazı kılmayıp topluca yeni camiye göç edilmemelidir. Yani özürsüz olarak sırf yeni
camiye rağbetten ötürü eski camide namaz kılmayı bırakıp yeni camiye göç edilmemelidir.
2. Eski cami dar olur da genişletilmesi mümkün olmazsa, insanlar yeni camiye gitmeye ihtiyaç
duyabilirler. Dar mescid, kendilerine vâcib olmasa bile Cuma namazına gelmeleri kuvvetle muhtemel olan kimseleri içine alamayan mesciddir.
3. Belde halkının bir tek mescidde toplanması halinde, ortaya fitne ve fesâd çıkmayacağından emin
olunmalıdır. Meselâ şehirde birbirleriyle geçİnemeyen ve birbirleriyle boy ölçüşen iki aile olur da,
sözgelimi bunlardan biri şehrin doğu tarafında, diğeri de batı tarafında bulunursa, bu ailelerden her
birinin kendine mahsus bir cami yaptırıp içinde Cuma namazı kılmaları sahîh olur.
4. Hâkim, yeni camide Cuma namazı kılmanın sahîh olacağına dair hüküm vermiş olmamalıdır.
Hüküm verirse kılmak sahîh olur.
Hanbeliler dediler ki: Aynı beldede Cuma namazı kılınan mescidlerin birden fazla olması bir ihtiyaca
dayalı olabileceği gibi, herhangi bir ihtiyaca dayalı olmayabilir de. Kendilerine vâcib olmasa bile,
Cumayı kılmaları sahîh olan kimselerin, bilfiil namaz kılmasalar bile, sığmamaları nedeniyle birden
fazla mescid bulunursa, bu müteaddit mescidlerde kılınan Cuma namazları sahîh olur. Veliyyü’1-emr
buna izin vermiş olsun veya olmasın durum aynıdır. Ama bu durumda Cuma namazından sonra öğle
namazını kılmak daha da uygun olur. Ama Cuma mescidlerinin sayısı gereksiz yere birden fazla olursa,
buralarda kılman Cuma namazları sahîh olmaz. Sadece veliyyü’l-emrin izin vermiş olduğu mescidde
kılınan Cuma namazı sahîh olur. Diğerlerindeki Cuma namazları bu mescidde-kinden önce kılınmış
olsalar bile sahîh olmazlar. Veliyyü’l-emr, gereksiz yere birden fazla mescidde Cuma namazı
kılınmasına izin verirse veya hiç izin vermezse doğrusu, iftitah tekbiri önce alınan mesciddeki Cuma
namazı sahîh olur. Hepsinin aynı anda iftitah tekbiri alarak Cumayı beraberce kıldıkları kesinlikle
belirlenirse tümünün Cuma namazları batıl olur. Eğer bunların namazlarını daha sonra Cuma namazı
olarak iade etmeleri mümkün olursa, iade etmeleri gerekir. Bu mümkün olmadığı takdirde öğle namazı
kılmaları gerekir. Ama müteaddid mescidlerdeki cemaatlerden hangisinin Cuma namazını daha önce
kıldığı tesbit edilemezse, bunlardan belirli olmayan herhangi bir cemaatin Cuma namazı sahîh olur.
Ancak tümünün de öğle namazını kılmaları vâcib olur.
Hanefiler dediler ki: Cuma namazının birden fazla mescidde kılınması sahîhtir ve bunda herhangi bir
sakınca yoktur. Bir mesciddeki cemaatın, diğer mesciddeki cemaatten önce kılmış olmasının da bir
sakıncası olmaz. Ama bunun böyle olduğu kesinlikle belirlenirse cemaatteki kişilerin bilahare ayrı bir
niyetle ve tek selâmla dört rek’atlik zuhr-u âhir namazı kılmaları vâcib olur. Yalnız bu namazın, halk
tarafından yanlış olarak farz olduğu sanılmasın diye evlerde kılınması daha faziletlidir. Bilindiği gibi
Hanefîlere göre vâcib, mertebece farzdan daha aşağıdadır. Buna müekked sünnet de denilebilir.
Başkalarının Cuma namazını kendisinden önce kıldıklarından şüphelenen kişinin bilâhare ayrı bir
niyetle dört rek’atlik zuhr-u âhir namazını kılması mendub olur. Bu namazın her rek’atinde nafile
olacağı varsayımıyla Fatiha ile birlikte bir sûre veya üç kısa âyet okunmalıdır. Daha önce de anlatıldığı
gibi nafilelerin bütün rek’atle-rinde Fatiha ve zamm-i sûre veya zamm-ı sûre yerine geçecek miktarda
âyetler okumak vâcibtir. Yalnız, anılan dört rek’ati, yine dört rek’atlik Cuma sünnetinden önce mi,
yoksa sonra mı kılmak gerekir sorusuna Hanefîler, “Cuma sünnetinden sonra kılınmalıdır” şeklinde
cevap verirler. Sünnetten önce kılınması hâlinde, evlâ olan hükme muhalefet edilmiş olur ki, bu durum
açıkça anlaşılmaktadır. Buna göre Cuma namazı kılan kişinin, iki rek’atlik Cuma farzından sonra dört
rek’at Cuma sünnetini, sonra da iki rek’at vakit sünnetini kılması gerekmektedir. 385 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 544-547.
Cuma Namazı Sahrada Sahîh Olur mu?
Üç mezheb imamı, Cuma namazının sahrada kılınması halinde sahîh olabileceği görüşünde
birleşmişlerdir. Yalnızca Mâlikîier, bu durumda Cuma namazının sahîh olamayacağını söylemişlerdir.
Mezheblerin buna ilişkin görüşleri aşağıya alınmıştır.
Malikiler dediler ki: Evlerde ve sahrada kılınan Cuma namazı sahîh olmaz. Aksine, camide kılınması
zorunludur.
Hanbeliler dediler ki: Eğer sahra evlere yakın olursa, orada kılınan Cuma namazı sahîh olur. Evlere
olan yakınlığın ölçüsü örfün takdirine göre hesaplanır. Evlere uzak olan sahrada kılınan Cuma namazı
ise sahîh olmaz. Cuma namazını sahrada kıldıracak olan imam, sahraya gelemeyecek kadar zayıf ve
güçsüz olan kimselere, şehirde kalarak Cuma namazını kıldırmak üzere bir vekil tayin eder.
Şafiiler dediler ki: Evlere yakın olan sahrada Cuma namazı kılmak sahîhtir. Bunlara göre yakınlığın
ölçüsü, misafirin oraya ulaşmış olmakla birlikte namazını kısaltamadığı bir mesafedir. Ki bunun detaylı
açıklaması, namazı kısaltma bahsinde yapılacaktır. Şayet şehrin sûrları varsa, sûr içindeki hendekler de
sahra hükmündedir.
Hanefiler dediler ki: Cuma namazının mescidde kılınması Cumanın sıhhat şartlarından biri değildir.
Dolayısıyla sahrada kılınması hâlinde de sahîh olur. Yalnız, sahranın şehirden 5040 metre kadar
uzaklıkta olmaması ve devlet başkanının orada Cuma namazı kılınmasına izin vermiş olması gerekir. 386 bdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 547.
Cuma Namazı İçin Gerekli Olan Cemaat
Mezheb imamları Cuma namazının cemaatsiz olarak kılınmasının sahîh olamayacağı hususunda görüş
birliği etmişlerdir. Ancak Cumanın sahîh olması için gerekli olan cemaat sayısı ve şartlarına ilişkin
olarak görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Mezheblerin bu husustaki görüşleri aşağıya alınmıştır.
Malikiler dediler ki: Cuma namazının geçerli olması için imamdan ayrı olarak en azından oniki
erkeğin bulunması gereklidir. Ayrıca bu cemaat için de bazı şartlar aranmaktadır. Şöyle ki:
1. Bu oniki kişi, kendilerine Cuma namazı vâcib olan kimselerden meydana gelmiş olmalıdır.
Bunlardan birinin köle, çocuk veya kadın olması hâlinde, Cuma namazı sahîh olmaz.
2. Bu cemaatin, bulundukları yeri yurt edinmiş olmaları gereklidir. Bu oniki kişiden birinin Cuma
kılınan yerde, sözgelimi ticâret için ikâmet ediyor olması yahut da misafir olarak gelip dört günlüğüne
ikâmete niyet etmiş olması hâlinde, Cuma namazı yine sahîh olmaz.
3. Bu oniki kişinin, her iki hutbenin başından, namazın tamamlanması anına kadar hazır bulunmaları
gereklidir. Bunlardan birinin namazı imamın selâm vermesinden sonra ve fakat kendi selâmından önce
batıl olursa, tümünün Cuma namazı fâsid olur.
4. Bu on iki kişinin Mâlikî, ya da Hanefî mezhebine mensub olmaları gereklidir. Cuma namazında
cemaat sayısının kırk kişi olmasını şart koşan Şafiî veya Hanbelî mezhebine mensub iseler, Mâlikî
veya Hanefî mezheblerinden birini taklit etmedikleri sürece kılman Cuma namazı geçerli olmaz.
Köyde Cuma namazı kılınırken, Cumanın başlangıcında tüm köylünün namazda hazır bulunması
zorunlu olmayıp sadece oniki erkeğin hazır bulunması kuvvetli görüşe göre yeterli olur. Misafir de olsa
imamın, dört günlüğüne ikâmete niyetlenen ve kendisine Cuma namazı vâcib olan biri olması
gereklidir. Yalnız imamın, bu dört günlük ikâmete hutbe okumak kastıyla niyet etmemiş olması
gereklidir. Aksi takdirde imam olması sahîh olmaz.
Hanefiler dediler ki: Cuma namazının sahîh olabilmesi için gerekli olan cemaat, imamdan başka en
az üç kişidir. İmam hutbeye başladığında bir kişi bulunur ve bu namazdan önce çıkıp gider de bundan
sonra üç erkek gelir ve imam bunlara Cuma namazını kıldınrsa namaz sahîh olur. Bunlara hutbeyi
yeniden okumasına da gerek yoktur. Bu üç kişilik cemaatin, köle, hasta, yolcu, ümmî veya sağır da
olsalar, erkek olmaları şarttır. Çünkü bu anılan nitelikteki insanlar, gerek kendileri gibilerine ve
gerekse başkalarına imamlık yapabilirler. Yalnız ümmî veya dilsiz olan erkek, ancak hutbeyi başkası
okuduktan sonra Cuma namazı kıldırabilir. Çünkü hatibin aynı zamanda Cuma imamı olması şart
değildir. Erkeklerin imamlığı başkalarına nisbetle daha evlâdır. Kadınlarla çocukların durumu bunun
hilâfına olup onların Cuma namazını kıldırmaya yetkileri olmadığı gibi, Cuma için gerekli cemaati
teşkil, etmeleri de yeterli olmaz. Anılan üç kişilik cemaatin, imam birinci rek’atin ilk secdesine
varıncaya kadar namaza devam etmeleri zorunludur. Eğer bunlar, belirtilen süreden sonra namazı terk
ederlerse, namazları batıl olur. Ama imam, namazını yalnız başına Cuma namazı olarak tamamlar.
îmam birinci rek’atin ilk secdesine varmadan önce namazı bırakırlarsa, Ebû Hanîfe’ye göre hepsinin
Cıiraa namazı batıl olur. İmamın, kendisinin üstünde daha yüksek bir âmir bulunmayan veliyyü’1-emr
olması veya onun Cuma namazını kıldırmak için birine izin vermesi, Cuma namazının sıhhat şartıdır.
Veliyyü’1-emr veya vekilinin kıldırmadığı Cuma namazları geçerli olmaz. Bu durumda kılınan Cuma
namazları, öğle namazları yerine geçerli olur.
Devlet başkanının, Cuma namazını kıldırmak üzere kendisine izin verdiği kimsenin, namaz kıldırmak
için yerine başkasını vekîl tâyin etmesi ve ona bunu sarahatle bildirmesi caizdir. Şafiiler dediler ki: Cuma namazının sahîh olabilmesi için gerekli olan cemaatte bazı şartlar aranır:
1. Cemaatin imamla birlikte, en azından kırk kişi olması şarttır. Bundan az sayıdaki cemaatle kılınan
Cuma namazı geçerli olmaz. Eğer cemaatin sayısı kırktan az olursa, kırk kişiyi şart koşmayan bir
mezhebe uymak caiz olur. Yalnız bu durumda başka mezhebi taklit eden kişinin telfikten sakınması
gerekir. Yani, taklit ettiği mezhebe göre de abdestli olması icâb eder.
2. Cemaatteki kimselerin, Cuma şartlarını üzerinde taşıyan kimseler olmaları icâb eder. Yani erkek,
hür, yükümlü ve aynı yeri yurt edinmiş olmaları şarttır. Köle, çocuk, kadın ve misafirlerin meydana
getirdiği cemaatle kılman Cuma namazı geçerli olmaz.
3. Cemaatin, birinci rek’atin sonuna kadar imamla birlikte sahîh olarak kazayı gerektirmeyecek ve
herhangi bir özür nedeniyle iadeyi icâb ettirmeyecek bir şekilde namaza devam etmesi şarttır. İkinci
rek’atteyse cemaatin imamla birlikte namaza devam etmesi şart değildir. Yani ikinci rek’atte imamdan
ayrılmaya niyet edip yalnız başlarına namazlarını tamamlarlarsa kıldıkları Cuma namazı sahîh olur.
Aynı şekilde imam da, ikinci rek’atte cemaatten ayrılmaya niyet ederek namazını tek başına
tamamlarsa, onun da Cuma namazı sahîh olur. Bu arada imamın selâm vermesinden önce veya sonra,
imamdan ayrılmış cemaatten birinin namazı bozulursa tümünün namazı bozulmuş olur. Çünkü
cemaatin sayısı, imamdan ayrılmış da olsalar namazın sonuna dek kırkın altına düşürülmemelidir.
Namazları bozulur da vakit içinde Cuma namazlarını iade etmeleri mümkün olursa, yani vakit müsait
olursa namazlarını İade etmeleri vâcib olur. Aksi takdirde öğle namazı olarak kılarlar.
4. İmama uyan kimselerin, imamın iftitah tekbiri almasından hemen sonra vakit geçirmeksizin iftitah
tekbiri almaları gerekir. İmamın tekbir almasından sonra Fatiha okuyup rükûa varacak, ama rükûdan
kalkmayacak kadar bir zamanın geçmemesi gerekir. Cemaatin iftitah tekbirini alması, imamın iftitah
tekbirini almasından Fâtiha’yı okuyup başını rükûdan kaldıracak kadar bir zaman kapsamasına kadar
uzarsa bu durumda Cuma namazı geçerli sayılmaz.
5. Cemaat imamla birlikte kırk kişi olmaktaysa, bu durumda imamın, imama uyanlarda aranan şartları
da hâiz olması gerekir. Kırk kişilik cemaat eğer imamdan ayrı olarak tamamlanmaktaysa, imamın
çocuk, köle veya yolcu olması hâlinde kıldırdığı Cuma namazı sahîh olur.
6. Köle, çocuk veya yolcu da olsa imamın, imam olmaya niyet etmesi şarttır. îmama uyanların da
imama tâbi olmaya niyet etmeleri şarttır. Bu iki taraf gerekli niyeti yapmadıkları takdirde Cuma
namazı geçerli olmaz.
7. Kırk kişilik cemaatin, hutbenin başlangıcından namazın bitimine kadar tam olarak muhafaza
edilmesi gereklidir.
Hanbeliler dediler ki: Cuma namazı cemaati için bir takım şartlar aranır:
1. Cemaatin imamla birlikte kırk kişiden az olmaması gereklidir.
2. Bu cemaatin, kendilerine Cuma namazı vâcib olan kimselerden oluşması gerekir. Yani cemaat hür,
erkek, baliğ ve mûtad bir yapı ile inşâ edilmiş olan Cuma namazı kılman yeri yurt edinmiş kimselerden
meydana gelmelidir. Cuma namazı cemaatinin köle, kadın, çocuk, yolcu, mukîm de olsa, bulunduğu
yeri yurt edinmemiş, Cuma namazı kılınan belde dışındaki bir yeri yurt edinmiş kimselerden
oluşmaması gerekir.
3. Cemaatin hem hutbe, hem de namazda hazır bulunması şarttır. Namazın tamamında hazır
bulunmaları şart değildir. Kırk kişi hutbede ve namazın bir kısmında hazır bulunur da, daha sonra
yerlerini dolduracak sayıda yeni kimselerin gelmelerinden itibaren çekip giderlerse, Cuma namazı
sahîh olur. Namaz esnasında bu kırk kişiden herhangi bir eksilme olur ve bu eksikliğin yeri daha önce
doldurulmazsa namaz batıl olur. 387 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 548-551.
Cuma Hutbelerinin Rükünleri
Cuma hutbelerinin rükünleri, tıpkı daha önce anlatmış olduğumuz bayram namazı hutbesinin rükünleri
gibidir. Yalnız hutbenin başlangıcı, bu hükümden istisna edilmiştir. Bayram hutbesine tekbirle, Cuma
hutbesine ise “hamd” ile başlanır. Bayram namazları bahsinde, hutbelerin rükünlerini her mezhebe
göre detaylı olarak anlatmıştık. Ayrıca Cuma hutbesinin “hamd” ile başlatılmasının Şâfii ve
Hanbelîlere göre hutbe için bir rükün olduğunu, Mâlikî ve Hanefîlere göre ise bunun ne Cuma, ne de bayram hutbeleri için rükün olmadığını ifade etmiştik. Bu sebeple her mezhebe göre kolayca
anlaşılabilmesi için, burada yeniden Cuma hutbesinin rükünlerini anlatmaya çalışacağız.
Hanefiler dediler ki: Hutbenin bir tek rüknü vardır. O da az olsun çok olsun, mutlak olarak zikirdir.
Farz olan hutbenin tahakkuku için sadece bir hamd, bir teşbih veya bir tehlîlde bulunmak yeterli oıur.
Ancak bunlardan biriyle yetinmek, hutbenin sünnetleri bahsinde de anlatılacağı gibi, tenzîhen
mekruhtur. Bu mezhebe göre şart olan, birinci hutbedir. Hutbenin tekrarlanmasıysa sünnettir.
Şafiiler dediler ki: Hutbenin rükünleri beş tanedir:
1. Allah’a hamdetmek: Bunun için de bizzat “hamd” masdarından türeyen bir kelimeyi kullanmak ve
ayrıca buna lafza-i celâli eklemek şarttır. Şu halde hatibin, “Eşkürullah” “Üsnî aleyh”, “el-hamdü
lirrahmân veya bunlara benzer bir cümleyi kullanması yeterli olmaz. Ama “Ahmedüllah” veya “Innî
hâmidullah” demesi caiz olur. “Hamd” maddesinin her iki hutbede de okunması zorunludur.
2. Her iki hutbede de Peygamber Efendimize salât getirmek: Bunu yaparken mutlaka salât kelimesini
kullanmak gereklidir. Meselâ hatibin şunları söylemesi yeterli değildir:
Salât getirirken, mutlaka Peygamberimizin “Muhammed” ismini anmak zorunlu değildir. O’nun pâk
isimlerinden birini anmak yeterli olur. Daha önce bir ismi geçmiş olsa bile, salât getirirken ismini
anmayip, önceki ismime bir zamirle telmihte bulunmak yeterli olmaz. Mûtemed olan görüş bu
doğrultudadır.
3. Her iki hutbede aynı lafzıyla olmasa bile, takvaya dâir tavsiyede bulunmak: Meselâ, “ve etîullah”
demek yeterli olur. Dünyadan ve dünyaya aldanmaktan sakındırmak yeterli olmaz. Çünkü bunda,
ibâdetten başka şeylere teşvik vardır.
4. İki hutbeden birinde Kur’an-ı Kerîm’den bir âyet okumak: Bunu birincide okumak daha uygun olur.
Okunan bu âyetin, tam bir âyet veya bir âyetin uzun bir bölümü olması; va’d, vaîd, hüküm, kıssa,
mesel veya haber gibi matlub bir mânâyı ifâde etmesi şarttır. Meselâ, âyetini okumak yeterli olmaz.
5. Mü’min erkek ve kadınlara -özellikle ikinci hutbede- duada bulunmak: Şayet hatibin ezberinde
varsa, mağfiret talebi gibi âhiretle ilgili dualarda bulunması şarttır. Ezberinde yoksa dünya ile ilgili
duaları yapması yeterli olur. Duâ yaparken de hazır bulunan cemaati bir tarafa bırakarak başkalarını
kasdetmemelidir.
Malikiler dediler ki: Hutbenin bir tek rüknü vardır. O da sakındırma veya müjdelemeyi kapsamasıdır.
Cümlelerin seçili olması da şart değildir. Hutbeyi manzum veya nesir olarak okumak sahihtir. Eğer
unu-tulursa namaz kılınmadan iade edilmesi mendubtur. Namaz kılındıktan sonra iade edilmesi
gerekmez.
Hanbeliler dediler ki: Her iki hutbenin dört rüknü vardır:
1. Her hutbenin başında, “elhamdülillah” demek: Söz gelİmi başta, “ahmedullahe” demek yeterli
olmaz.
2. Rasûlullah (s.a.s.)’a salât getirmek: Salât getirirken, mutlaka salât kelimesini kullanmak gerekir.
3. Kur’an-ı Kerîm’den bir âyet okumak: Bu âyetin müstakil bir mânâyı veya hükmü içermesi gerekir.
Sözgelimi, âyetini okumak yeterli olmaz.
4. İnsanlara, Allah Teâlâ’ya karşı takvâh davranmaları konusunda tavsiyede bulunmak: Bunun en azı
da “İttekullâhe” cümlesini veya benzeri bir cümleyi okumaktır.
Bu durumda, mümkün olursa Cuma namazını yeniden kılmak vâcib olur.
Ancak, imama uyan kimseler, eksilme hâlinde de cemaatin kendi mezheblerine göre (meselâ cemaatin
on iki kişi ile teşekkül edebileceğini kabul eden Mâlikî mezhebine göre) tamam sayılacağım görürlerse
namazları batıl olmaz. Bu durumda (Şafiî olan) İmam, kendi yerine bu mezheplerden birine bağlı olan
bir kişiyi halef tâyin ederek kalan cemaatin Cuma namazını ona tamamlatır. Kendisinin namazı,
cemaatin kırk kişi olması gerektiğini ileri süren bir mezhebe mensub olduğundan dolayı batıl olur.
İmama uyanlar, söz gelimi Cuma cemaatinin kırk kişi olması gerektiğini savunan Şafiî mezhebine
mensup oldukları halde, imam cemaatin kırk kişi olması gerektiğini savunan bir mezhebtense, eksilen
cemaatin yeri doldurulmadan kırk kişilik cemaat sayısında bir eksiklik meydana geldiğinde tümünün
Cuma namazı batıl olur. 388 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 551-552.
Cuma Hutbesinin Şartları
Cuma hutbeleri için gerekli olan şartları şöylece sıralayabiliriz:
1. Her iki hutbe de namazdan önce okunmalıdır: Hutbenin namazdan sonraya ertelenmesi üç mezheb
imamına göre geçersiz olur. Mâlikîler buna muhalefet ederek aykırı görüş beyânında bulunmuşlardır.
Malikiler dediler ki: Hutbeler namazdan sonraya ertelendikleri takdirde, sadece namazı iade etmek
gerekir. Hutbeler sahîh olup iadeleri gerekmez. Yalnız bu durumda, Cuma namazını, geciktirmeksizin
mescidden çıkmadan önce iade etmek de şarttır. Ama mescidden çıkmadan önce iade edilmez veya
örfe göre aradan uzun zaman geçerse, hutbeleri de namazla birlikte iade etmek gerekir.
2. Hutbeye niyet edilmelidir: Hatib, hutbeyi niyet etmeksizin okuduğu takdirde bu, Hanefî ve
Hanbelîlere göre geçerli sayılmaz. Mâlikîlerle Şâfiîlerse niyetin, hutbenin sıhhat şartı olmadığını
söylemişlerdir. Yalnız Şâfiîler, hatibin hutbeyi okurken ara verip başka bir iş yapmamasını şart
koşmuşlardır. Meselâ hatib hutbedeyken aksırır da “elhamdülillah” derse hutbe batıl olur. Şâfiîlerin
bu şartına, başka mezheblerden muvafakat eden olmamıştır.
3. Hutbeler Arapça okunmalıdır: Mezheblerin bu konuda ileri sürdükleri görüşler aşağıya alınmıştır.
Hanefiler dediler ki: Dinleyenler Arap olsunlar veya olmasınlar, okuyanın, Arapça okumaya muktedir
olması halinde bile, hutbenin Arapçadan başka bir dille okunması caiz olur.
Hanbeliler dediler ki: Arapça okumaya muktedir olan kişinin, hutbeyi Arapçadan başka bir dille
okuması sahîh olmaz. Arapça okumaya muktedir olamayan hatibin, dinleyiciler ister Arap olsunlar
ister başka milletten olsunlar, okuyabileceği herhangi bir dille okuması caizdir. Yalnız, hutbenin
rükünlerinden olan âyet-i kerîmeyi Arapçadan başka bir dille okumak caiz olmaz. Ama bu âyetin
yerine Arapça olarak dilediği bir zikri yapabilir. Bunu da yapamazsa, bir âyet okuyacak kadar sükût
eder.
Şafiiler dediler ki: Her iki hutbenin rükünlerini Arapça olarak yerine getirmek şarttır. Arapçayı
öğrenmek mümkün olduğu takdirde, hutbenin Arapçadan başka bir dille okunması yeterli olmaz.
Arapçayı öğrenmek mümkün olmazsa, o zaman hutbeyi başka bir dille okumak caiz olur. Tabiî bu
anlattıklarımız, Arap dinleyiciler içindir. Dinleyiciler Arap değillerse, hatibin Arapça öğrenmesi
mümkün olsa bile, âyeti kerîme dışındaki hutbe rükünlerini Arapça olarak yerine getirmesi mutlak
surette şart değildir. Fakat âyet-i kerîmeyi Arapça okumak zorunludur. Arapça olarak âyet okuması
mümkün olmazsa, yerine Arapça bir zikir veya duâ okur. Bunu da yapamazsa bir âyet okuyacak kadar
susup beklemesi icâb eder. Âyetin başka bir dildeki mealini okuması caiz olmaz. Hutbenin âyet
dışındaki diğer rükünlerinin Arapça olması şart olmayıp sünnettir.
Malikiler dediler ki: Dinleyiciler Arap olmasalar ve Arapçayı anlamasalar bile, hutbenin Arapça
olması şarttır. Bir toplum içinde hutbe okuyacak kadar güzel Arapça bilen biri bulunmadığı takdirde,
Cuma namazı kendilerine vâcib olmaz.
4. Hutbe, vakit içinde okunmalıdır: Hutbe, Cuma vaktinden önce okunursa, mezheblerin ittifakıyla
batıl olur.
5. Hatib her iki hutbeyi de dinleyenlerin işitebilecekleri derecede yüksek bir sesle okumalıdır:
Mezheblerin buna ilişkin detaylı görüşleri aşağıya alınmıştır.
Hanefiler dediler ki: Hutbeyi işitme engelli olmayan dinleyicilerin duyabileceği kadar yüksek sesle
okumak şarttır. Ama kişi hatipten uzak bulunur veya işitme engelli olursa, hutbeyi işitmesi şart olmaz.
Şu da var ki: “La ilahe illallah”, “Elhamdülillah” veya “Sübhânallah” demekle de yetinilebilir. Bu
cümlelerden biri yüksek sesle okunursa, cemaatten hiç biri duymasa bile hutbe yerini bulmuş olur.
Ancak bu cümlelerden biriyle yetinmek mekruhtur. İmam Ebû Yûsuf ile imam Muhammed derler ki:
Hutbenin en azı, ettahiyyatünün başından sonuna kadar uzunluğa sahip bir zikri okumaktır. Her
halükârda hutbeyi, en azından Cuma namazının kendileriyle gerçekleşebileceği, yani Cuma şartlarını
üzerinde taşıyan insanlardan birinin duyması zorunludur. Bu kişinin, yolculuk ve hastalık gibi
nedenlerden biriyle mazur olsa da erkek, baliğ ve akıllı olması gerekir.
Şafiiler dediler ki: Hatibin hutbe rükünlerini, Cuma namazının kendileriyle gerçekleştiği kırk kişilik
cemaate duyuracak kadar yüksek sesle okuması şarttır. Cemaatin hutbeyi bilfiil duymaları şart değildir.
Yani işitebilecek durumda olmaları yeterlidir. Hatibe yakın bir şekilde, bir arada bulunmalıdırlar. Bu
durumdayken uyuklayarak hutbeyi dinlemeseler bile, bunun bir sakıncası olmaz. Ama sağır olmak,
ağır uykuda uyumak veya hatibden uzakta bulunmak gibi nedenlerle hutbeyi işitemeyecek durumda
olurlarsa, bu takdirde hutbeler yerlerini bulmuş olmazlar.
Hanbeliler dediler ki: Hutbelerin sahîh olabilmesi için hatibin, Cuma namazı kendilerine bizzat vâcib
olan belli sayıdaki insanlara (kırk kişiye) hutbe rükünlerini işittirebilmesi gereklidir. Öyle ki, bu
sayıdaki insanların bir kısmında da olsa sağırlık, uyku ve dalgınlık gibi bir işitme engeli
bulunmamalıdır. Mezkûr sayıdaki cemaat, hatibin uzaklığı ve sesinin yüksek olmaması nedeniyle
hutbeyi duyamazlarsa, gayesi gerçekleşmediğinden ötürü, okunan hutbe sahîh olmaz.
Malikiler dediler ki: Hutbeyi yüksek sesle okumak sıhhat şartıdır. Sessizce okunduğu takdirde geçerli
olmaz. Dinleyicilerin kulak vermeleri, aslında kendilerine vâcibse de, hutbenin sahîh olması için kulak
verip işitmeleri şart değildir.
6. Hutbeyle namaz arasını fazla açmamak: Cuma hutbesinin şartlarından biri de hatibin, hutbeyle
Cuma namazı arasına uzun bir fasıla koymamasıdır. Bu fasılanın tahdidi hususunda mezhebler arasında
görüş ayrılığı doğmuştur.
Şafiiler dediler ki: İki hutbenin rükünleriyle iki hutbe ve Cuma namazı arasına fasıla koymayıp
muvâlâta uymak şarttır. Muvâlatın sının, mümkün olduğu kadar hafif iki rek’at namaz kılacak kadar bir
fasıladır. Bundan fazla süren fasıla -vaaz ve nasihat olmadığı takdirde- hutbeyi batıl eder.
Malikiler dediler ki: Her iki hutbenin birbirine bitiştirilmesi şart olduğu gibi, namaza bitiştirilmeleri
de şarttır. Aradaki fasıla, örfe göre az olduğu takdirde muaf sayılır.
Hanefiler dediler ki: Hatibin, hutbelerle namaz arasına yemek ve benzeri şeyler gibi, namaz ve
hutbeyle alâkası olmayan bir fasıla koymaması şarttır. Ama araya kaza namazı kılmak, nafile bir
namaza başlamak gibi, namaz ve hutbeyle alâkalı bir fasıla koyması, hutbeyi iade etmesini
gerektirmez. Ancak iade etmesi daha iyi olur. Aynı şekilde, Cuma namazı fâsid olur da yeniden
kılınırsa hutbe batıl olmaz; yani hutbeyi yeniden okumak gerekmez.
Hanbeliler dediler ki: Hutbelerin sahih olması için hutbenin bölümleriyle hutbe ve namaz arasında
muvâlâta riâyet etmek şarttır. Muvâlât demek, hutbelerle namaz arasına örfe göre uzun bir fasıla
koymamaktır.
Hutbenin sıhhat şartları her mezhebe göre toplu olarak aşağıda anlatılmıştır.
Hanefiler dediler ki: Hutbenin sıhhat şartları altı tanedir:
1. Hutbe, namazdan önce okunmalıdır.
2. Hutbe niyetiyle okunmalıdır.
3. Cuma namazı vakti içinde okunmalıdır.
4. Hutbe okunurken en azından bir kişi, hazır bulunmalıdır. Bu tek kişinin de, Cuma namazının
şartlarını üzerinde taşıyan birisi olması gerekir.
5. Namazla hutbe arasına, namaz ve hutbeyle alâkası olmayan fâsıla girmemelidir.
6. Önce de anlatıldığı gibi, hatibin, hutbe esnasında hazır bulunan kişilere hutbeyi duyuracak kadar
yüksek sesle okuması gerekir. Ebu Hanîfe’ye göre, hatibin, Arapça okumaya muktedir olsa bile,
hutbeyi Arapça okuması şart değildir. İmâmeyn’e göreyse, Arapça okumaya muktedir olan hatibin,
hutbeyi Arapça okuması şarttır.
Şafiiler dediler ki: Hutbenin sıhhat şartları on beş tanedir:
1. Hutbe, namazdan önce okunmalıdır.
2. Hutbe, Cuma namazı vaktinde okunmalıdır.
3. Hutbeyi arada bırakıp başka bir işle meşgul olmamalıdır.
4. Hutbe Arapça okunmalıdır.
5. İki hutbe arasında ve iki hutbeyle namaz arasında muvâlâta riâyet edilmelidir.
6. Hatib, her iki hades hâlinden ve afvedilmez necasetten temiz olmalıdır.
7. Hatibin avret mahalli örtülü olmalıdır.
8. Yapabildiği takdirde hutbeyi ayakta okumalıdır. Hatib ayakta duramadığı takdirde, oturarak okuması
sahîh olur.
9. Hatib, iki hutbe arasında itmi’nan miktarınca oturmalıdır. Hutbeyi ayakta irâd eden hatib arada
oturamayacak olursa, bir süre sükût eder.
10. Hatib, hutbenin rükünlerini Cuma namazının şartlarını üzerinde taşıyan kırk kişiye duyurabilecek
kadar yüksek sesle okumalıdır.
11. Bu kırk kişi, hükmen de olsa hutbeyi işitebilecek durumda olmalıdır.
12. Hutbeler, Cuma namazı sahîh olan mıntıkada okunmalıdırlar.
13. Hatib, erkek olmalıdır.
14. Hatib, halka imamlık etmesi sahîh olan biri olmalıdır.
15. Eğer hatib ilim ehlinden ise, hutbedeki rükünlerin rükün, sünnetlerin de sünnet olduklarına
inanması şarttır. Eğer ilim ehlinden değilse, aksi caiz olsa da, farzın sünnet olduğuna inanmaması vâcib
olur.
Hanbeliler dediler ki: Hutbelerin sıhhat şartları on tanedir:
1. Hutbeler, Cuma namazı vakti içinde okunmalıdır.
2. Hatib, kendisine bizzat Cuma namazı vâcib olan kimselerden biri olmalıdır. Seferi kesmeye yetecek
bir süre ikâmete niyet etmiş olsa bile, yolcunun (misafirin) veya kölenin hutbe okumaları geçerli
olmaz.
3. Her iki hutbe, Allah’a hamdı kapsamalıdır.
4. Hutbeler Arapça okunmalıdır.
5. Her iki hutbe, Allah’a karşı takvâlı olmayı tavsiye eden ifâdeleri kapsamalıdır.
6. Rasûlullah Muhammed (s.a.s.)’e salât getirilmelidir.
7. Her iki hutbede de Kur’an-ı Kerîm’den birer tam âyet okunmalıdır.
8. Her iki hutbenin bölümleri ve iki hutbeyle Cuma namazı arasında muvâlâta riâyet edilmelidir.
9. Hatib, her iki hutbeyi okurken de niyet etmelidir.
10. Her iki hutbenin rükünlerini uyku, dalgınlık ve sağırlık gibi işitmeye engel bir durum olmadığı
takdirde, kendilerine bizzat Cuma namazı farz olan cemaat sayısına duyuracak kadar yüksek sesle
okumalıdır.
Malikiler dediler ki: Hutbenin sıhhat şartları dokuz tanedir:
1. Hutbeler, namazdan önce okunmalıdır.
2. Namaz, hutbelere bitiştirilmiş olmalıdır.
3. Hutbelerin birincisi, ikincisine bitiştirilmelidir.
4. Hutbeler, Arapça okunmalıdır.
5. Hutbeler seslice okunmalıdır.
6. Hutbeler mescid içinde okunmalıdır.
7. Hutbelerin ikisi de Arapların hutbe diye adlandırdıkları ifade tarzına uygun olmalıdır.
8. Her iki hutbede de, işitmeseler bile, Cuma namazı şartlarını üzerlerinde taşıyan on iki kişi hazır
bulunmalıdır.
9. Hutbe ayakta okunmalıdır. Bazıları bunun sünnet olduğunu söylemişlerdir. Her iki görüş de
mûtemed sayılır. En ihtiyatlısı, ayakta okumaktır. 389 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 553-557.
Hutbenin Sünnetleri
Hutbenin sünnetlerini, her mezhebe göre toplu olarak aşağıda anlatmış bulunmaktayız.
Şafiiler dediler ki: Hutbenin sünnetlerini şu şekilde sıralayabiliriz:
1. Rükünler arasında tertibe riâyet etmek. Şöyle ki: Hutbeye önce “hamd” ile başlanmalıdır.
2. Sonra Peygamber Efendimize, salât getirilmeli.
3. Daha sonra takvâlı olma tavsiyesinde bulunulmalı.
4. Bir âyet-i kerîme okunmalı.
5. Mü’minlere duâ edilmeli.
6. İkinci hutbede müslümanların imamlarına ve idarecilerine, sâlih olmaları ve hak yola yardımcı
olmaları için duada bulunulmalıdır. Özellikle kral ve sultanlar için duâ etmenin bir sakıncası yoktur.
Peygamber Efendimize salât getirdikten sonra, ayrıca ona selâm, âline ve ashabına da salât-ü selâm
göndermek.
7. Kulak verdikleri takdirde işitebilecek olanlar, hutbeye kulak vermelidir.
8. İşitemeyenlerinse zikirle meşgul olmaları mendubtur.
9. En faziletlisi, bu esnada Kehf sûresini okumaktır.
10. Daha sonra yine Peygamber Efendimize salât getirilmelidir.
11. Hutbe, minber üzerinde okunmalıdır.
12. Minber, mihraba yönelenlerin sağ tarafında bulunmalıdır.
13. Hatib, kendisine mahsus tek kişilik yerinden ayrılarak minbere çıkmadan önce, minber yanındaki
cemaate selâm vermelidir. Ama mescid kapısından girerse, diğerleri gibi her uğradığına selâm
vermelidir.
14. Minbere çıktığında cemaate yönelmelidir.
15. Birinci hutbeye başlamadan önce minberde oturmalı, oturmadan önce de cemaate selâm vermelidir.
Hatibin selâmına, cemaatin karşılık vermesi ise vâcibtir.
16. Cemaatin toplu olarak değil, fakat sadece bir kişinin hatib huzurunda ezan okuması sünnettir.
Minare üzerinde okunan ilk ezana gelince, eğer cemaatin toplanması buna bağlı ise sünnet olur.
17. Hutbenin açık ve net, halkın anlayabileceği tarzda olması, ne çok uzun, ne de çok kısa olmaması ve
namazdan önce okunması sünnettir.
18. Hutbe okurken hatib, sağa sola dönmemeli, aksine cemaate yönelik olmalı, sol tarafında -ağaçtan
yapılmış bile olsa- bir kılıç veya âsâ bulundurmalı, sağ yanım da minberin kenarına dayamalıdır.
Hanbeliler dediler ki: Hutbenin sünnetlerini şöylece sıralayabiliriz:
1. Hatib, hutbeyi minber üzerinde veya yüksekçe bir yerde okumalıdır.
2. Cemaate geldiğinde selâm vermelidir.
3. Minbere çıktıktan sonra da cemaate selâm vermelidir.
4. Minberde, cemaate yönelik vaziyette durmalıdır.
5. Karşısında ezan okunup tamamlanıncaya kadar oturmalıdır.
6. İki hutbe arasında, İhlâs sûresi okuyacak kadar oturmalıdır.
7. Hutbeyi ayakta okumalıdır.
8. Kılıç, yay veya bir sopaya dayanmalıdır.
9. Hutbeyi, sağa sola dönmeksizin, önüne doğru durarak irâd etmelidir.
10. Her iki hutbeyi de kısa tutmalıdır.
11. İkinci hutbeyi birincisinden daha kısa okumalıdır.
12. Her iki hutbede de gücü nisbetinde sesini yükseltmelidir.
13. Müslümanlar duâ etmelidir. Devlet başkanı veya oğlu yahut babası gibi belirli bir kişiye duâ etmesi
de mubahtır.
14. Hutbeyi kitaptan okumalıdır.
Malikiler dediler ki: Hutbenin sünnetlerini şöylece sıralayabiliriz:
1. Hatib, birinci hutbeyi okumadan önce, müezzinin ezanı okuyup tamamlamasına dek oturmalıdır.
2. İki hutbe arasında, İhlâs sûresini okuyacak kadar oturmalıdır.
3. Hutbeyi minber üzerinde okumalıdır. (Bu, mendubtur). İhtiyaç olmadıkça minberin en üst kısmına
çıkmamalıdır. Aksine, cemaate hutbeyi duyurabilecek bir yükseklikte durmakla yetinmelidir.
4. Hutbe için minbere çıkarken cemaate selâm vermelidir. Selâmla başlamanın aslı sünnettir. Selâmın,
minbere çıkış esnasında verilmesi mendubtur. Selâmı, minbere çıkıştan sonraya ertelemek mekruhtur.
Minbere çıktıktan sonra selâm vermesi hâlinde, cemaatin bu selâma karşılık vermesi vâcib değildir.
5. Hutbe esnasında âsâ ve benzeri şeylere dayanmalıdır.
6. Her iki hutbeye, Allah’a hamd-ü sena ile başlamalıdır.
7. Bundan sonra hutbeye başlarken de Rasûlullah (s.a.s.) a salât-ü selâm getirmelidir.
8. Birinci hutbeyi, Kur’an-ı Kerîm’den bir âyet okuyarak sona erdirmeli, ikinciyi ise, “Yağfirüllâhti
lenâ ve leküm” duâsıyla sona erdirmelidir. Bunun yerine, “Üzkürullâhe yezkürüküm” cümlesini
okumak da yeterlidir.
9. Hutbenin takva emrini, bütün müslümanlara duayı, sahabelere tarzıyede 390 “Radıyallâhü anh” diyerek duâ etmek bulunmayı kapsaması
gerekir.
10. Düşmanlara karşı muzaffer olması, İslâm’ın da kendisiyle güçlenmesi için devlet başkanına duada
bulunmak müstehabtır.
11. Her iki hutbede taharet hâli üzere bulunmak da müstehabtır.
12. Her iki hutbede, Cenâb-ı Allah’ın bol nimetler ihsan etmesi, sıkıntı ve meşakkatleri gidermesi,
düşmanlara karşı zafer kazanılması, hastalık ve illetlerden afiyet bulunması için duâ edilmelidir.
13. Devlet başkanının adalet ve ihsan üzere bulunması için duâ etmek de müstehabtır.
14. Cemaatin hutbeyi işitebilmesi için sesi fazlaca yükseltmek mendubtur.
15. İkinci hutbede sesi yükseltmenin, birinciye nisbetle daha az tonajda olması gerekir.
16. İkinci hutbe, birinciye nisbetle daha kısa olmalıdır. Her iki hutbe de hafif tutulmalıdır.
Hanefiler dediler ki: Hutbenin sünnetlerinin bir kısmı hatibin şahsıyla, bir kısma da hutbenin
kendisiyle ilgilidir.
1. Hatibin büyük ve küçük her iki hades hâlinden temiz olması gerekir. Böyle olmadığı takdirde
okuduğu hutbe, kerâhatle birlikte sahîh olur. Araya uzun bir fasıla girmemişse, cünüb kişinin okuduğu
hutbenin iade edilmesi mendubtur.
2. Hutbeye başlamadan önce hatib, minberde oturmalıdır.
3. Hutbeyi ayakta irâd etmelidir. Oturarak veya yan gelerek irâd ettiği takdirde, mekruh olmakla
birlikte yeterli olur.
4. Şiddet kullanarak fethedilen beldelerdeki hatibin, sol elindeki bir kılıca dayanması sünnettir. Sulh
yoluyla fethedilen beldelerdeyse, durum bunun tersine olup hatib hutbeyi, kılıca dayanmaksızın irâd
eder.
5. Hutbe esnasında sağa sola dönmeksizin doğruca cemaate yönelir.
6. Önce de belirtildiği gibi biri sünnet, diğeri de Cumanın sıhhat şartı olan iki hutbe okumalıdır.
7. İkisi arasında, üç âyet okuyacak kadar bir süre oturmalıdır. Oturmadığı takdirde evlâ olan hükme
muhalefet etmiş olur.
8. Birinci hutbeye başlamadan önce gizlice “eüzü” çekip sonra sesli olarak lâyık olduğu şekilde
Allah’a hamd-ü senada bulunmalıdır. Sonra da Allah’tan başka tanrı olmadığına ve Muhammed (s.a.s.)
in, O’nun elçisi ve kulu olduğuna tanıklık edip, O’na salât-ü selâm getirmelidir. Günahlardan, Allah’ın
gazap ve azabını gerekli kılan davranışlardan uzak durulması için nasîhat, tehdit ve sakındırma
bulunmalıdır. Dünya ve âhirette kurtuluşa ermeye vesile olan şeyleri hatırlatmalı, Kur’an-i Kerîm’den
de bir âyet okumalıdır. İkinci hutbeye de Allah’a hamd ü sena ile başlamalı, sonra Rasûlullah’a salât ü
selâmda bulunmalı, mü’min erkek ve kadınlar için duâ edip Allah’tan mağfiret dilemelidir. Hükümdarın ve emîrin zafer kazanması, iktidarının uzun sürmesi, halkın faydasına olan işlerde başarılı olması
için duâ etmek mendubtur. Zîrâ Ebû Mûsâ el-Eş’arî, hutbelerinde Hz. Ömer’e duâ eder ve sahâbilerden
hiç kimse buna karşı çıkmazdı. Hatibin, kendisine mahsus halvet mahallinin bir köşesinde oturması da
sünnettir. Cemaate selâm vermesi, hutbeden önce mıhrabta namaz kılması, her iki hutbede de iyi
şeyleri emredip kötülüklerden sakındırma dışında şeyler konuşması mekruhtur. 391 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 557-561.
Hutbenin Mekruhları
Hutbenin mekruhları, onun anılan sünnetlerinden birini terk etmektir. Hutbenin sünnetlerinden
herhangi birini terk etmek, Hanefîlerle Mâlikîlere göre mekruhtuk Hanbelîler ve Şâfiîlere gelince,
onların buna ilişkin görüşleri aşağıya alınmıştır.
Şafiiler dediler ki: Hutbenin anılan sünnetlerini terk etmek, mutlak surette mekruh olmaz. Bunların
390 “Radıyallâhü anh” diyerek duâ etmek. bazısını terk etmek mekruh, bazısını terk etmekse, evlâ olan hükme muhalefet olur. Mekruh olanı,
cemaatin hutbe esnasında konuşması ve hatibin huzurunda tek kişinin değil de, cemaatin toplu olarak
ezan okumasıdır. Evlâ olan hükmün tersine gelince; bu da, hutbe okunurken dinleyicilerin gereksiz
yere gözlerini yummalarıdır.
Hanbeliler dediler ki: Hutbenin anılan sünnetlerini terk etme hâlinde bazen mekruh işlenmiş, bazen
da evlâ olan hükmün tersine davranılmış olur. Meselâ, hatibin hutbe okurken cemaate arkasını dönmesi
mekruhtur. Hutbede duâ ederken elleri kaldırmayı da, evlâ olan hükmün tersi davranışlara örnek olarak
gösterebiliriz. 392 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 561.
Hatibin Huzurunda Fazladan Konuşmak
Hatibin huzurunda bazı kimselerin,
“Şüphesiz ki Allah ve melekleri, o peygambere çok salât (ve tekrîm) ederler. Ey imân edenler, siz de
ona salât edin. Tam bir teslimiyetle de selâm verin” 393 Ahzâb: 33/56.
âyet-i kerîmesini ve ona bağlı olarak da uzunca
bir manzumeyi okumayı âdet haline getirmeleri bid’âttir. Ayrıca hatib, minbere çıktıktan ve ezan
okuyan müezzin de ezandan sonra;
“Kulak verip dinleyin ki sevâb kazanasınız” 394 Muvattâ, Cum'a, 8; Buhârî, cum'a, 36.
demektedir. Bütün bunlar, kendisine hiç ihtiyaç
hissedilmeyen bid’atlerdir.
Özellikle, “Kulak verip dinleyiniz ki sevâb kazanasınız” hadîsini okuyan bir müezzinin bilgisizliğine
bakınız ki, hadîs susup konuşmamayı emrettiği halde, kendisi bundan sonra hâlâ konuşmaya devam
etmektedir. Dinin bize emretmediği ve dînî kuralların çeliştiği bu ilâveleri yapmaya sebep nedir? Bunu
anlayamıyorum. Çünkü hutbe makamı, cemaatin onur ve üstünlük sahibi Yüce Allah’a huşu ve
teslimiyetlerini gösterip izhâr edecekleri bir makamdır. Hatibin konuşması dışındaki bütün konuşmalar
ve ortalığı birbirine karıştırmaların hiçbir değeri olmayıp geçersiz ve fâsiddirler. Mâlikîlerle Hanefîler
kendi mûtemed görüşlerine dayanarak bu hükme muvafakat etmişlerdir. Mezheblerin buna ilişkin
detaylı görüşleri aşağıya alınmıştır
Malikiler dediler ki: Hatibin huzurunda fazladan konuşmak bid’at olup mekruhtur. Böyle bir
davranışta bulunmak da caiz değildir. Ancak vakıf sahibi, vakfiyede böyle bir şart koymuşsa caiz olur.
Hanefiler dediler ki: Hatibin kendi halvet yerinden çıkmasından, hutbeyi okuyup namaz kıldırmasının
sonuna dek konuşmak, yapılan konuşma zikir de olsa, salât ü selâm da olsa tahrîmen mekruhtur. Ebû
Hanîfe bu görüşte olup mûtemed olan da budur. Bu sayede, hatibin huzurunda fazladan konuşup dua
etmenin mekruh olduğunu anlamış oluyoruz. İmameyn ise, sadece hutbe okunmaktayken konuşmanın
mekruh olduğunu söylemişlerdir. Bunlara göre, hatibin kendi özel halvet yerinden çıkmasından sonra
ve minberde sessizce oturması esnasında konuşmak mekruh değildir. Fakat namaz kılmak mekruhtur.
Şu halde kimsenin zihnini karıştırmaksızın bu esnada zikir yapmak veya Peygamber Efendimize salât ü
selâm getirmek İmameyn’e göre caiz olur. Her halükârda bu şekilde fazladan konuşup duâ etmek,
Hanefîlerce mekruh bir bid’attır ve ihtiyat açısından her ne halde olursa olsun terk edilmesi gereklidir.
Şafiiler dediler ki: Mescidlerde bilinen şekliyle hatib huzurunda fazladan konuşup dûâ etmek,
Rasûlullah ve ashâb devirlerinde var olmayan bir bid’at ise de, bu, dînin reddetmediği güzel
bid’atlerdendir. Çünkü bu söz ve dualarda, muhakkak surette Peygamber (s.a.s.)’e salât ü selâm
getirilmesi teşvik edilmekte; âyet ve hadîs okuyarak Cuma günü hutbe esnasında konuşmaktan
sakındırılmaktadır. Şüphe götürmez bir gerçektir ki Şâfiîler, her ne kadar hatib huzurunda fazladan
konuşup duâ etmenin mubah olduğunu söylemekteyseler de, bunun bilinen meşhur kalıplarıyla
şarkılaştırılarak okunmasına müsaade etmemişlerdir. Meselâ hatib huzurunda;
duasını okumak gibi. Bu tür duaları okurken teğannî yapmak, ittifakla caiz değildir.
Hanbeliler dediler ki: Her iki hutbe esnasında da konuşmak caiz değildir. Hutbelerden önce veya ikisi
arasında hatib susarken konuşmak caizdir. Aynı şekilde hatibin, duaya başlaması esnasında da konuşmak mubahtır. Böylece hatib huzurunda fazladan konuşup duâ etmenin hükmü de anlaşılmış olmaktadır. 395 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 561-563.
Namaz Hutbe Esnasında Konuşmak
Mezheblerin ileri sürmüş oldukları tafsilâtlı görüşlere göre hutbe irâd edilirken konuşmak caiz değildir.
Hanefiler dediler ki: Konuşan kişi hatibe yakın da olsa, uzak da olsa ve yapılan konuşma dünya ile
ilgili de olsa zikir de olsa, zulmeti zikretmek veya başka sebepten ötürü hatibin ağzından hutbeyi
geçersiz kılacak bir söz çıksa da, hutbe esnasında konuşmak tahrîmen mekruhtur. Peygamber
Efendimizin ismi duyulduğunda sessizce salât ü selâm getirilmelidir. Uygunsuz bir durum
görüldüğünde el veya başla işaret etmenin bir sakıncası olmaz. Hutbe esnasında konuşmak gibi namaz
kılmak da tahrîmen mekruhtur. Mezhebler bu hususta ittifak etmişlerdir. Hatibin kendine mahsûs
halvet yerinden çıkması esnasında cemaatin konuşmaları veya namaz kılmaları yine aynı hükme
tâbidir. Bu, Ebû Hanîfe’nin görüşüdür. İmameyn’e göre bu esnada konuşmakta olanlar, konuşmalarını
kesmezler. Ama namaz kılmakta olanlar, namazlarını keserler. Verilen selâmı dil ve kalble almak da
mekruh konuşmalardandır. Hatibin, hutbeyi tamamlamadan önce veya hutbeden sonra cemaate selâm
vermesi gerekli değildir. Çünkü selâm vererek hutbeye başlamaya şer’an izin verilmiş değildir. Hatta,
selâm veren hatib günahkâr olur. Selâmına mukabelede bulunmak da vâcib değildir. Aksırana hayır
duada bulunmak da aynı hükme tâbidir. İmamın cemaate selâm vermesi mekruhtur. Akrepten veya
yılandan sakındırmak, âmânın tehlikeli bir duruma düşmemesi gibi zararları bertaraf etmek için
çağırmak, mekruh konuşmalardan sayılmaz.
Malikiler dediler ki: Hutbe okunurken veya hatibin iki
hutbe arasında minberde oturması esnasında konuşmak haramdır. Bu konuşmayı yapan kişi, hutbeyi
işiten biri olsa da, olmasa da fark etmez. Her ikisinin de bu esnada konuşması haramdır. Bir kimse,
mescidin avlusunda veya bitişik yollarda bile bulunsa konuşması yine haramdır. Övülmesi caiz
olmayan birini överek veya yerilmesi caiz olmayan birini yererek, hutbede hatibin ağzından yanlış bir
söz çıkmadığı sürece hutbe esnasında konuşmak haramdır. Hatib, böyle bir sözü sarf ederse hutbenin
saygınlığı düşer ve bu durumda konuşmak da haram olmaz. İmam hutbeye başlamadan önce minberde
otururken ve ikinci hutbenin sonunda müslümanlara, sahâbilere veya halifeye duâ etmeye başladığında
konuşmak caiz olur. Hutbe esnasında selâm vermek, selâm almak, konuşanı konuşmaktan menetmek
de haram konuşmalardandır. Yine aynı şekilde, konuşan kişiye susması için işaret etmek ve çakıl tanesi
atmak, aksırana hayır duada bulunmak, bir şeyler yemek haramdır. Ama aksıran kişinin gizlice
“elhamdülillah” demesi mendubtur. Hatib, azâb âyetlerinden birini veya cehennem ateşini hatırlatan bir
duayı okuduğunda, dinleyicilerin sessizce “eüzü” çekmeleri mendubtur. Hatib duâ okurken hazır
bulunanların “âmîn” demeleri mendubtur. Âmîn’i seslice söylemek mekruhtur, daha yüksek sesle
söylemekse haramdır. Bir sebepe bağlı olduğu takdirde “eüzü” çekip “estağfurullah” demek ve
Peygamber Efendimize salât okumak da âmîn hükmüne tâbidir. Az oldukları takdirde sessizce
yapılmaları mendubtur. Nafile namaz kılmaya gelince, sırf hatibin minbere çıkmasıyla haram olur. Bu
konudaki kural şudur: Hatibin minbere çıkması namazı haram kılar. Konuşmaya başlaması da cemaatin
konuşmasını haram kılar.
Şafiiler dediler ki: Hatibe, işitmese bile, kulak verdiği takdirde işitebilecek kadar yakın olan kişinin, hatibin hutbe rükünlerini edâ etmesi esnasında konuşması tenzîhen mekruhtur. Bazıları bunun haram
olduğunu bile söylemişlerdir. Hatibin hutbe rükünlerine ekleme yapması esnasında konuşmak mekruh
değildir. Nitekim hutbeden önce konuşmak da mekruh değildir. Bu arada hatib, kendi halvet yerinden
çıkmış olsa bile, konuşmak mekruh değildir. İki hutbe arasında, hutbe tamamlandıktan ve fakat namaz
kılınmadan önce konuşmak mekruh değildir. Hatibten, kulak verse bile onu işitemeyecek kadar
uzaktaki bir kimsenin hutbe esnasında konuşması mekruh değildir. Ama bu arada zikirle meşgul olması
sünnettir. Hutbe esnasında mekruh konuşmalardan, dört çeşit konuşma istisna edilmiştir:
1. Hutbe esnasında aksırana hayır duada bulunmak mendubtur.
2. Adı anıldığında Rasûlullah (s.a.s.)’a salât getirirken, aşırı olmamak kaydıyla, sesi yükseltmek
mendubtur.
3. Hutbe dinleyen kişinin selâm vermesi her ne kadar mekruhsa da verilen selâma mukabelede bulunması vâcibtir.
4. Âmâyı tehlikemden kurtarmak, akrepten sakındırmak ve benzeri eziyetleri defetmek kasafyla
konuşmak vâcibtir.
Hutbe okunduğu sırada namaz kılmanın hükmüne gelince, bu, daha önce anlatılmıştır.
Hanbeliler dediler ki: Hatibe, hutbeyi işitebilecek kadar yakın bulunan kimsenin, Cuma günü hutbe
esnasında konuşması haramdır. Yapılan konuşma zikir ve başka şey olsa, ya da hatib adaletli biri
olmasa bile, konuşmak haramdır. Ancak hatibin kendisi bu hükümden muaftır. Hatibin bir menfaat
veya ihtiyaç dolayısıyla cemaatten biriyle konuşması caiz olduğu gibi, cemaatten birinin de onunla
konuşması caizdir. İsmi anıldığında, Peygamber (s.a.s.) Efendimize salât getirmek de mubahtır. Ama
hatibin bu salâtı sessizce getirmesi sünnettir. Yine hatibin, duaların sonunda “âmîn” demesi, aksırana
hayır duâ etmesi, selâma işaretle değil de sözle mukabelede bulunması caizdir. Hatibten, hutbeyi
işitemeyecek kadar uzakta bulunan birinin konuşması caizdir. Böyle birinin susmaktansa Kur’an-ı
Kerîm okuması ve zikirle meşgul olması daha faziletli olur. Bunu yaparken de, başkalarının hutbe
dinlemelerine engel olmamak için, sesini yükseltmesi caiz olmaz. İki hutbeden önce ve sonra, iki hutbe
arasında hatibin susması esnasında, hatibin duaya başlamasından sonra -çünkü bu durumda hutbenin
rükünleri tamamlanmıştır- konuşmak haram değildir. Duaya kulak verip dinlemek vâcib değildir.
Başkasının konuşmasını duyan kimsenin, onu sözle susturması caiz değildir. Yalnız, işaret parmağını
ağzının üzerine koyarak susması için işarette bulunabilir. Ama birini tehlikeye düşmekten kurtarmak
veya başkasını yılan, akrep ya da ateşten sakındırmak için hutbe esnasında konuşmak vâcibtir. 396 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 563-565.
Cuma Namazı İçin Safları Yararak Veya Oturanların Üstünden Adım Atarak İleriye Geçmek
Cuma namazı için, oturan cemaatin saflarını yararak, yani adımlarını kaldırarak omuzlar üzerinden
ileriye geçmek, mezheblerin ileri sürdükleri tafsilâtlı şartlar doğrultusunda caiz olur.
Hanefiler dediler ki: Cuma günü safların üstünden adım atarak ileriye geçmenin, ancak iki şartla:
sakıncası olmaz:
1. Bunu yaparken elbiselerini çiğnemek veya vücutlarının herhangi bir yerine basmak suretiyle
kimseye eziyet etmemelidir.
2. Bunu, hatibin hutbeye başlamasından önce yapmalıdır. Aksi takdirde tahrîmen mekruh olur. Ama
oturacak bir yer bulamayan kimsenin, ileride oturabileceği bir yere ulaşabilmek için zorunlu olarak
safları yarıp geçmesi gerekiyorsa, bunu yapması mubah olur.
Şafiiler dediler ki: Cuma günü, oturanların boyunları üzerinden adım atmak mekruhtur. Fakat saflar
arasından geçmek bu hükme tâbi değildir. Mekruh olan adımlamadan bazı hususlar istisna edilmiştir:
1. Bu adımı atan kişi, sâlih ve seçkin bir insan olursa, adımlaması mekruh olmaz.
2. Öndeki saflarda boşluk bulunduğu takdirde orayı doldurmak için bu adımlamayı yapmak mekruh
olmaz. Aksine, bu boşluğu doldurmak için adımlamak sünnet olur.
3. Eğer hatibin sesinin duyulacağı ön saflarda oturanlar, çocuklar gibi Cuma namazıyla yükümlü
olmayan kimselerse, bu durumda, Cuma namazıyla yükümlü olan kimselerin, boyunlara basarak da
olsa safların arasından ileriye geçmeleri vâcib olur.
4. Cuma namazını kıldıracak olan imamın, minbere ulaşabilmek için boyunların üzerinden adım
atmaktan başka çıkar yolu yoksa bunu yapması caiz olur.
Hanbeliler dediler ki: İmam ve müezzinden başkasının Cuma namazı için mescide girerken, hutbe
okunduğu esnada cemaatin omuzları üzerinden adım atarak ileri geçmeleri mekruh olur. Ancak, ön
safta bulunan bir boşluğu doldurmak için böyle yaparak ileri geçmek mubah olur. Mekruh olan
adımlama, ayaklan kaldırıp oturan kişinin omzunun üstünden ön tarafa doğru atmaktır.
Malikiler dediler ki: Hatib minberdeyken, cemaati yararak öne geçmek, ön saftaki boşluğu kapatmak
için olsa bile haramdır. Hatibin minbere çıkmasından önce, saf doldurmak amacıyla olmaksızın ve oturanlardan birine eziyet etmeden geçmekse mekruh olur. Ancak ön saftaki boşluğu doldurmak için caiz
olur. Oturanlardan birine eziyet ulaşırsa haram olur. Hutbeden sonra ve namazdan önce bu şekilde adımlamak caiz olur. Hutbe esnasında da olsa saflar arasında yürümek caizdir. 397 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 565-566.
Cuma Günü Yolculuğa Çıkmak
Cuma günü yolculuğa çıkmak, bütün mezheblere göre caiz değildir. Mezheblerin bu hükme ilişkin
detaylı görüşleri aşağıda ayrı ayrı ele alınmıştır.
Hanefiler dediler ki: Cuma günü, Cumanın birinci ezanı okunduktan, Cuma namazı kılınıncaya kadar
şehirden çıkmak, sahîh olan görüşe göre mekruh olur. Ama zevalden önce şehirden çıkmak mekruh değildir.
Malikiler dediler ki: Yoldayken Cuma namazına ulaşamayacak olan kişinin,
Cuma günü fecir doğduktan sonra sefere çıkması mekruhtur. Ulaşabilecek olan kişinin, fecirden önce
veya sonra yola çıkması caizdir. Zevalden sonra yola çıkmak, Cuma ezanından önce bile olsa haramdır. Ancak yol arkadaşım kaçırıp da, yalnız başına kaldığı takdirde canına veya malına zarar
gelmesinden korkmak gibi bir zaruretten dolayı sefere çıkmak haram olmaz. Yolda Cuma namazına
kavuşabileceğini bilen kişinin, her iki durumda da Cuma günü yolculuğa çıkması haram olmaz.
Şafiiler dediler ki: Cuma namazı kendisine vâcib olan kimsenin Cuma günü fecirden sonra sefere
çıkması haramdır. Ancak yolda Cuma namazına kavuşabileceğini zanneden veya vakti daralıp da
ulaşamamaktan korktuğu hac yolculuğu gibi vâcib bir sefere çıkan, ya da yalnız kalmaktan korkmak
gibi bir zarureti olan kimsenin fecirden sonra yola çıkması haram olmaz. Ama yalnızca yol
arkadaşlarından ayrılarak tek başına yolculuk etmeme isteği, fecirden sonra yola çıkmayı mubah
kılmaz. Fecirden önce sefere çıkmak ise mekruh değildir.
Hanbeliler dediler ki: Kendisine Cuma namazı vâcib olan kimsenin Cuma günü zevalden sonra
yolculuğa çıkması haramdır. Ancak mubah maksatlı bir yolculukta arkadaşlarından geri kalma durumu
nedeniyle zarara mâruz kalacak olursa, zevalden sonra dahi yola çıkması mubah olur. Zevalden önce
yola çıkmak ise mekruhtur. Mezkûr sefer, yolda Cuma namazı kılınamadığı takdirde mekruh veya
haram olur. Kılınabildiği takdirde mubah olur. 398 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 566-567.
Cumayı Özürsüz Olarak Kaçıran Kişinin, Cuma Tamamlanmadan Önce Öğle Namazı Kılması
Cuma namazını kılmakla yükümlü olup da özürsüz olarak Cumaya gitmeyen kişinin, öğle namazını
imamın selâm vererek Cuma namazını tamamlamasından önce kılması sahîh olmaz. Bu durumda
kılınan öğle namazı, Şafiî ve Hanbelîlere göre geçerli olmaz. Hanefîlerle Mâlikîlerin buna ilişkin
görüşleri aşağıya alınmıştır.
Hanefiler dediler ki: Cuma namazı kılmayı engelleyici herhangi bir özrü olmayan kimsenin, Cuma
namazını kılmayıp da, imamın Cuma namazını tamamlamasından önce öğle namazı kılması, ancak
birtakım şartlarla geçerli olur. Eğer o gün Cuma namazına hiç gitmeyip sadece öğle namazıyla
yetinmişse, her ne kadar Cumayı terk etmesi haramsa da, namazı sahîh olur. Ama o gün Cuma
namazını kılmaktan tümüyle vazgeçmemiş, meselâ Cuma namazına gitmek için biraz yürümüşse,
imamın Cuma namazının selâmını vermesinden önce kıldığı öğle namazı, evinden çıkıp Cuma namazı
kılınan yere doğru yürümüş olması nedeniyle batıl olur ve nafile yerine geçer. Bu durumda hemen,
Cuma namazını kıldırmakta olan imama tâbi olması vâcib olur. Ulaşamadığı takdirde öğle namazını
iade eder. Eğer imam, Cuma namazını tamamlamışsa, mescide doğru yürümek nedeniyle de olsa, öğle
namazı batıl olmaz. Yine bunun gibi mescide doğru yürümesi, imamın selâm vermesi anma veya Cuma
namazı için ikâmet edilmesinden önceye rastlarsa, kıldığı öğle namazı yine batıl olmaz.
Malikiler dediler ki: Cuma namazı kendisine vâcib olduğu halde Cumadan geri kalmayı mubah kılan
bir mazereti olmayan kişi, öğle namazını kıldıktan sonra acele olarak Cumaya gittiği takdirde bir
rek’atine kavuşacağını zannederse, kıldığı öğle namazı batıl olur. Sahîh olan görüş de budur. Bilâhare
öğle namazını mutlaka iade etmesi gerekir. Ama acele olarak gittiği takdirde Cuma namazının bir
rek’atine kavuşabileceğini zannetmezse, kıldığı öğle namazı sahîh olur. Cuma namazı kendisine vâcib olmayan kişi, acele ettiği takdirde Cuma namazının tümüne kavuşacağını bilse dahi, kıldığı öğle
namazı sahîh olur.
Cuma namazı kendisine vâcib olmayan, hasta ve benzeri kimselere gelince, bunların imam henüz
Cuma namazındayken de olsa öğle namazı kılmaları sahîh olur. Cuma namazı kılmasına engel olan
özrünün ortadan kalkacağını uman kişinin öğle namazını biraz geciktirmesi mendub olur. Böyle bir
umudu bulunmadığı takdirde, imamın selâm vererek Cuma namazını tamamlamasını beklemeksizin,
öğle namazını vaktin başlangıcında kılmakta acele etmesi mendub olur. Hanefîler dışındaki üç mezheb,
bu hususta görüş birliği etmişlerdir.
Hanefiler dediler ki: Mazeret sahibi olan kişinin, namazım, imamın Cuma namazını kıldırmasından
sonraya ertelemesi sünnettir. Mazeretinin ortadan kalkmasını umsa da, ummasa da, öğle namazını
bundan önce kılması tenzîhen mekruhtur. 399 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 567-568.
Cuma Namazını Kılmayan Kimsenin Öğle Namazını Kılması Caiz Olur mu?
Herhangi bir sebepten dolayı Cuma namazını kılamayan kimsenin öğle namazını kılması, mezheblerin
ileri sürdükleri tafsilâta göre caiz olur.
Hanefiler dediler ki: Herhangi bir mazeretten dolayı Cuma namazını kılamayan kimsenin, Cuma
günü cemaatle öğle namazını şehirde kılması mekruhtur. Cuma namazı kılmaları sahîh olmayan bâdiye
(çöl) sakinlerinin, Cuma günü öğle namazını cemaatle kılmaları kerahetsiz olarak caiz olur. Zîrâ onlar
için Cuma gününün diğer günlerden farkı yoktur.
Şafiiler dediler ki: Bir mazeretten dolayı Cuma namazını kılamayan kimselerin, Cuma günü öğle
namazını cemaatle kılmaları sünnettir. Cumayı kılmama özrü, yolculuk gibi açık bir mazeretse, öğle
namazını açıkça cemaatle kılmaları sünnet olur. Ama Cumayı kılmama özrü, şiddetli açlık gibi bir
mazeretse, bu durumda öğle namazını gizlice cemaatle kılmaları sünnet olur. Özürsüz olarak Cuma
namazını kılmayan kimsenin öğle namazını imamın Cuma namazını selâm vererek tamamlamasından
hemen sonra kılması vâcib olur.
Hanbeliler dediler ki: Cuma namazı şartlarını üzerinde taşımayan veya özürsüz olarak Cuma
namazını kılmayan kimselerin Cuma günü öğle namazını alenî olarak cemaatle kılmaları, fitneye sebep
olmadığı takdirde, daha faziletli olur. Fitneye sebep olacağından korkulursa, öğle namazını gizlice
cemaatle kılmaları istenir.
Malikiler dediler ki: Hastalık veya mahpusluk gibi, Cuma namazına gitmeye engel bir mazereti olan
kimselerin, Cuma günü öğle namazını cemaatle kılmaları istenir. Cuma namazından yüz çevirmiş
olmakla itham edilmemek için de cemaati gizlemeleri ve namazlarını Cuma namazından sonraya
ertelemeleri mendub olur. Mazeretsiz olarak veya Cuma namazına gittiği takdirde malından korkmak
gibi, aslında Cuma namazına gitmeye engel olmayan bir mazeretten dolayı da olsa, Cuma namazını
kılmayan kimselerin Cuma günü öğle namazını cemaatle kılmaları mekruhtur. 400 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 568-569.
Cuma Namazına İkinci Rek’atte Veya Daha Sonra Yetişen Kimsenin Durumu
Cuma namazında, imama ikinci rek’atte yetişen kimse, Cumaya kavuşmuş olur. İmamın namazı
tamamlamasından sonra kalkıp bir rek’at daha kılarak selâm verir. Bu hususta ittifak vardır. Son
kâdede Cumaya kavuşan kimse, imamın namazı tamamlamasından sonra kalkıp öğle namazı olarak
dört rek’at namaz kılması gerekir. Tabiî bu durumda, Mâlikîlerle Şâfiîlerin ittifakına göre Cuma
namazına kavuşmuş olmaz. Hanefîlerle Hanbelîler buna muhalefet ederek aykırı görüş beyanında
bulunmuşlardır.
Hanefiler dediler ki: Cuma namazının her hangi bir bölümünde, sehiv secdesi öncesindeki teşehhüdde bile İmama kavuşan kişi, Cuma namazına kavuşmuş olur. İmamın selâm vermesinden sonra kalkıp
namazını Cuma namazı olarak tamamlar. Sahîh olan görüş bu doğrultudadır.
Hanbeliler dediler ki: İki secdesiyle birlikte Cuma namazının bir rek’atinde imama yetişen kimse,
imamın selâmından sonra kalkar ve namazını Cuma namazı olarak tamamlar. Aksi takdirde, Cuma
namazı öğle vaktinde kılınmaktaysa namazını öğle namazı olarak tamamlar. Bunu yaparken de niyet
etmesi şarttır. Niyet etmediği takdirde, kıldığı namaz nafile sayılır ve öğle namazım kılması vâcib
olur. 401 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 569-570.
Cuma’nın Mendubları
Cumanın mendublarını şöylece sıralamak mümkündür:
Bir kimse Cuma namazından önce, tırnağını keserek, bıyığını kısaltmalı, koltukaltı tüylerini
temizlemeli gusledip koku sürünerek üstünü başını düzeltmelidir. Bunun sünnet olduğunda mezhebler
görüş birliği etmişlerdir. Mâlikîlerse mendub olduğunu söylemişlerdir.
Cuma günü ve gecesi Kehf sûresini okumalıdır. Bu sûreyi ezberinde bulunduran veya Mushaf’tan
okuyabilen kimsenin, bunu okuması mendubtur. Bu sûreyi mescidde okumaya gelince; başkalarının,
mescide saygıyı ihlâl edecek ve okuyucunun zihnini karıştıracak şekilde seslerini yükseltmeleri ve
yasak konuşmalarda bulunmaları halinde caiz olmaz. Bu hususta ittifak vardır.
Peygamber Efendimize çokça salâtü selâm getirmelidir. Çokça duada bulunmalıdır. Zîrâ Peygamber
Efendimiz buyurmuşlardır ki:
“Cuma gününde bir saat vardır ki, müslüman bir kul o zamana rastlar da Allah Teâlâdan bir şey
isterse onu mutlaka kendisine verir. (Bu anın kısa olduğuna da eliyle işaret etti.)” 402 Müslim, Cum’a, 13-15; Buhâri, Cum'a 37; Tirmîzî, Cum'a, 2.
İmamdan başkalarının, Cuma namazı kılınan yere erkenden gitmeleri mendubtur. İmamın erkenden
gitmesi mendub değildir. Erken gitmenin belli bir zamanı yoktur. İmam, ezan okumadan önce
gidebilir.
İki saat, iki saatten daha çok veya daha az önce Cuma namazı kılınan vere vakarla ağır ağır gitmek
mendubtur. Mâlikîler dışındaki diğer mezhebler bu hususta görüş birliği etmişlerdir
Malikiler dediler ki: Cuma namazına günün tam ortasında gitmek mendubtur. Bu, zevalden bir
müddet önce başlar. Bundan daha önce gitmek mekruhtur.
Cuma günü en güzel elbiseleri giyerek süslenmelidir. En faziletlisi beyaz elbiseler giymektir. Şâfiîlerle
Hanefîler bu hususta görüş birliği etmişlerdir. Mâlikîlerle Hanbelîlerin buna ilişkin görüşleri aşağıya
alınmıştır.
Malikiler dediler ki: Cuma günü beyaz giymek mendubtur. Eğer Cuma günü bayrama tesadüf ederse,
günün ilk vakitlerinde, siyah da olsa, yeni elbise giyilmelidir. Çünkü hangi renk olursa olsun bayramda
yeni elbiseler giymek sünnettir. Fakat daha sonra, Cuma namazına gidileceği zaman beyaz giyilir.
Böylece hem bayramın, hem de Cumanın hakkı verilmiş olur.
Hanbeliler dediler ki: Cuma günü, başka renk değil de, beyaz elbise giymek mendubtur. 403 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 570-571.
NOT: Değerli okucucular; Ben araştırmalarım da, Abdeste başlarken veya Namaza başlarken Niyet, kalple olur. Bu Niyet, Namaz Abdesti, Gûsül Abdesti, Teyemmüm Abdesti, Farz Namaz, Sünnet Namaz veya Nafile Namazlarda da aynıdır. Ben konu bölünmesin diye olduğu gibi yazdım. En doğru kaynak, hiç şüphesiz Kur'an ve Sünnet'tir. Bunun dışında alimler ve imamlar hata yapabilirler yani nadiren de olsa görüşlerinde yanlış bilgi verebilirler. Birde, bu temizlik ve namaz bölümlerinde yazmış olduğum Dört Mezhep İmamlarının görüşleri, yazmış olduğum tüm konularda tamamı, İmamlarımızın kendi görüşleri değildir bir kısmı yani kendilerinden sonra gelen, onları takip eden (öğrencilerinin) İmamların görüşleridir. Allâh Subhânehu ve Teâlâ onlara Rahmet etsin. Bu notu yazmamdaki amaç, yanlış bilgi verip, gerek değerli imamlarımızı gerekse kendimizi zan altında bırakmamak içindir. Sizlere buradan tavsiyem eğer, tüm bu yazmış olduğum konularla alakalı, yanlış olduğunu düşündüğünüz veya bildiğiniz bir şey varsa, onu Kur'an ve Sünnet'ten araştırmanızdır. Allâh Subhânehu ve Teâlâ bize ve Tüm Müslüman kardeşlerimize dinimiz İslâm'ı doğru öğrenmeyi ve hayatımızın her alanında doğru uygulamayı nasib etsin İnşeAllâh. Allâhümme Amin.
Hâtime:
Hamd âlemlerin rabbi olan Allâh’a mahsustur. Salât ve selâm yaratılmışların en hayırlısı Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in, âlinin ve ashabının üzerine olsun.
Yardım ve başarı, izzet ve şeref Allâh’tandır.
O, her şeyin en iyisini bilendir.
Muvahhid Kullara Selâm Olsun.
Polat Akyol
NOT: KONUNUN DEVAMI VAR
KAYNAKLAR:
384 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 543-544.
385 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 544-547.
386 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 547.
387 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 548-551.
388 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 551-552.
389 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 553-557.
390 “Radıyallâhü anh” diyerek duâ etmek
391 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 557-561.
392 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 561.
393 Ahzâb: 33/56.
394 Muvattâ, Cum'a, 8; Buhârî, cum'a, 36.
395 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 561-563.
396 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 563-565.
397 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 565-566.
398 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 566-567.
399 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 567-568.
400 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 568-569.
401 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 569-570.
402 Müslim, Cum’a, 13-15; Buhâri, Cum'a 37; Tirmîzî, Cum'a, 2.
403 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 570-571.