Mukaddime:
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’u Teâlâ’nın Adıyla…
Hamd, Allâh’a mahsustur. O’na hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden O’na sığınırız. O’nun hidâyete erdirdiğini hiç kimse saptıramaz, saptırdığını ise hiç kimse hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki, Allâh’tan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed aleyhisselâm O’nun kulu ve Rasûlü’dür…
Bundan sonra:
Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Ben, cinleri ve insanları sadece bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 51/56)
Allah Azze ve Celle tüm
insanları, cinleri ve kâinatı kendi rububiyetini bize tanıtmak için yarattı.
Kendisini tanımamız için akıl verdi, göz verdi, kalp verdi, dil verdi, duygu
verdi ve insanı yeryüzünde en değerli varlık kıldı.
O’na iman etmemiz ve bu imanla
kulluk etmemiz için bize rasuller gönderdi, onlarla beraber kitabı ve mizanı
indirdi. Gönderdiği risaletlerinde, üzerinde misafir olarak kaldığımız
yeryüzünde nasıl davranmamız gerektiğini bize haber verdi. Kitaplarında hem
kendisini bize tanıttı, hem de kendisine nasıl kulluk edeceğimizi bize öğretti.
Bize dininin özelliklerini bildirdi. Bizden de indirdiği hudutlar içinde
yeryüzünde yaşamamızı istedi. Allah’ın dini tüm insanların dinidir. Rahmeti ve
şefkatiyle, inkârlarına rağmen insanlara rızık vermesi, onların hastalıklarına
şifa yaratması, ihtiyaçları olan her şeyi yeryüzüne doldurmasıyla da, bize
hiçbir eşi benzeri ve ortağı olmadığını da ilan etmiş olmaktadır.
Bunun için; “yeryüzünün,
gökyüzünün, tüm insanların ve canlıların Rabbi olarak size İslam’ı din olarak
seçtim” demiştir.
Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Ölü,
kan, domuz eti, Allah´tan başkası adına boğazlananlar, boğularak, vurularak,
yuvarlanarak veya sürüklenerek ölen, yırtıcı hayvan tarafından parçalananlar,
canları çıkmadan evvel kestiğiniz müstesna, dikili taşlar üzerine kesilenler ve
fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılınmıştır. Bunlar fasıklıktır.
Bugün, küfredenler sizin dininizden ümitlerini kesmişlerdir. Öyleyse onlardan
korkmayın da Ben´den korkun. Bugün, dininizi kemale erdirdim, üzerinize olan
nimetimi tamamladım ve size din olarak İslamiyeti beğendim. Her kim ki açlıktan
darda kalırsa günaha kaymaksızın (bunlardan yemeğe mecbur olursa) muhakkak ki,
Allah Gafur´dur, Rahim´dir. (Mâide, 5/3)
Allah’ın varlığı kâinatta ne
kadar gerçekse, yalnız O’na ibadet etmek ve şükretmek de o kadar gerçektir.
İslam gerçek anlamda, Allah’a ortak koşmadan; ibadet, hamd, şükretme ve
tefekkür etme dinidir. Allah’a şükretmek ve hayatımızı şükre çevirmek gerçek
insan olmanın adıdır.
İslam; hem fıtrat, hem kulluk,
hem de insan olarak Allah’ın yeryüzünde bizim için seçtiği yol üzere olmaktır.
Allah Azze ve Celle kitabında
şöyle demektedir:
“Şüphesiz, sana bu Kitabı hak ile indirdik; öyleyse dini yalnızca
O’na halis kılarak Allah’a ibadet et.” (Zumer 39/2)
“De ki: Bana, dini Allah’a hâlis kılarak O’na kulluk etmem
emrolundu.” (Zumer, 39/11)
Allah’a tevhid üzere iman etmek
ve O’na ibadette, akidede ve davranışlarda ortak koşmamak İslam’ın gayesidir.
Bunun için de Allah’ı hem rububiyetinde, hem de uluhiyetinde tevhid eylemek
gerekir. Bu, Allah’ı rab ve ilah kabul etmenin en temel şartıdır.
Böylece insan, yalnız Allah’tan
yardım diler, yalnız O’na yalvarır, O’na tevessülde bulunur, O’ndan başkasına
sığınmaz. Rızkı yaratanın, insana hayatı ve ölümü verenin, hayrı ve şerri
yaratanın O olduğuna iman eder. O dilemeden ve irade buyurmadan hiçbir şey
meydana gelmez. O dilediğine hidayet kapısını açar ve dilediğine de kapatır.
İnsanlığın Rabbi O’dur. Tüm
kâinat O’nun tarafından yaratılmış ve O’nun tarafından düzene konulup hareket
ettirilmektedir. Müslümanlar ancak; O’na ibadet etmek, O’nu sevmek ve O’nun
rızasına uygun olarak, gönderdiği kitaplara, rasullere ve nebilerine iman edip
onların yolunda yürüyerek ve tüm insanlığı İslam’a davet ederek bu risalete
bağlılıklarını yerine getirirler.
Allah’a iman etmek sadece O’nun
varlığını ve birliğini kabul etmek değildir. O’na iman etmek, yeryüzünde O’na
itaat ve iman üzere olmayan her şeyi değiştirme ahdidir. İşte bu iman, İslam’ın
yeryüzündeki tarihinin en bariz özelliğidir.
La ilahe illallah, sürekli
yaşatılıp hayata hakim kılınması ve uğrunda en yüce gayret ve çabanın verilmesi
için Allah’a verilmiş olan bir sözdür.
La ilahe illallah, Allah’ın
dinine ve gönderdiği hidayet ve ilme uymak için verilmiş olan bir sözdür.
İnsanlar Allah’ın Rasulü’nün
(sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında, İslam’a ve imana girmek için bu sözü
söylemişler, hayatlarını o sözün uğrunda tanzim etmişler ve gerektiğinde de bu
uğurda canlarını vermişlerdir.
Bugün ise, din olarak, bu sözü
ağızlarıyla söylemeyi yeterli gören kimseler, her şeye rağmen cennete
gideceklerine inanıyorlar. Âdeta İslam dinleri değilmiş, Kur-an onlara inip
onları muhattap almamış gibi davranmaktalar ve ona yapılan saldırılara ve
savaşlara karşı kayıtsız kalmaktadırlar. Tıpkı La ilahe illallah’ı hiç
söylemeyenler ve onun gayesine inanmayanlar gibi.
La ilahe illallah’ı sadece
dille bir kez söyleyip kendini müslüman saymak yetmiyormuş gibi, bir de
cennetlik gören anlayış sahipleri, bu kelimeyi söylediklerini ve ona iman
ettiklerini iddia ettikleri halde; Kur-an’ın toplumların hayatından çıkarılıp
uzaklaştırılmasından ise, hiçbir rahatsızlık duymuyorlar! İşte laik müslümanlık
(!) tabiri bu olsa gerek. Böyle bir din anlayışının hristiyanlıktan ne farkı var
ki?
Laikliğin İslam dışı, İslam’ın
ise bir ilahi din ve şeriat olduğunu söylediğinizde sizi reddedenler, “Laik
müslüman” deyimini kullandığınız zaman, “Laik bir müslümanım” diyeni
“dinci” ve “irticacı” olarak nitelendirmezlerken; laik olmadığını ve ancak
müslüman olduğunu söyleyenleri “irtica” damgasıyla damgalarlar ve bu
müslümanların özellikle “müslüman” oluşlarını vurgulamaktan kaçınırlar. Zira
onlar hem laik ve hem de müslüman olduklarını bize ispatlamaya ve geri kalmış
(!) kafalarımıza sokmaya çalışırlarken, farkında olmadan bizim geri kalmış
kafalarımızın içinde yer eden “irtica İslam”ına da inandıklarını söylüyorlar.
Madem ki onlara göre din; sadece vicdan meselesidir, bırakın da milletin
vicdanı size de hak ettiğiniz yeri versin! “İrtica İslam” laik birisi
tarafından sahiplenince “cici ve kutsal dinimiz” oluyor, müslümanlar Kur-an’a
göre İslam’a sahip çıkarlarsa da din irtica oluyor.
Şimdi bu duruma göre laiklik savunucuları, İslam’ı din dışı olarak tanımlamayı da bize dayatmış oluyorlar. Böylece gülünç bir kandırmaca ve zavallı bir laiklik mantığı sergilenerek, “irtica” olan “din” ile “laiklik” yan yana geldiğinde “kutsal dinimiz” olurken; “din ile İslam” yan yana gelince, “karanlık düşünceler” ve “çağdışı bir ucube” doğmuş oluyor! “Dindar (dinci) laiklik” çağdaşlık, “dinci ve (laik) olmayan İslam” “irtica” oluyor. Biz laikliği tanımladığımızda bu “irtica” olurken, laiklik dini tanımlarken, bilimsellik ve çağdaşlık oluyor. Bunu söyleyenler, Türkiye’de özgürlüğün meşalesini kimseye kaptırmazcasına içi boş ve sadece kendilerinin inandığı bir tanımı yapıyorlar. Laiklerin bütün gayreti, dinin laikliği tanımlamasını elinden almak içindir. Laik rejim İslam’ın kendisini din olarak tanımlamasına izin vermediği gibi, laiklik hakkında İslam’ın ne demek istediğinin toplum tarafından bilinmesini de istememektedir.
Hâtime:
Hamd âlemlerin rabbi olan Allâh’a mahsustur. Salât ve selâm yaratılmışların en hayırlısı Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in, âlinin ve ashabının üzerine olsun.
Yardım ve başarı, izzet ve şeref Allâh’tandır.
O, her şeyin en iyisini bilendir.
Muvahhid Kullara Selâm Olsun.
Polat Akyol.
KAYNAK :
TEVHÎD AKÎDESİ