M. NİHAT
MALKOÇ
Sınanmak için yaratılan biz kullar,
dünya denen durakta ebediyet arabasını bekliyoruz. O gelecek, uzun ve çileli
yolculuğumuza çıkacağız. Bu yolculuk herkes için çileli değil elbette…
Yolculuğa çıkmadan evvel gerekli hazırlıklarını yaptıysan yolda sıkıntı
çekmezsin. Yanına azık aldıysan açlıktan, su aldıysan susuzluktan korkmazsın.
Bu uzun ebediyet yolculuğunda yanımıza alacağımız azık amellerimizdir. Onların
varlığıyla yolculuğumuz keyfe, yokluğuyla da işkenceye dönüşecektir. Bunu
bilerek sonsuzluğa giden yola çıkmalıyız.
Dünyanın maddi varlığı elbette ki bu
dünyada kalır. Yanımızda götürebileceğimiz şeyler sadece iyiliklerimizdir.
Onların miktarıyla layığımızı bulacağız. Bununla beraber, şairin deyimiyle
dünyada bırakacağımız ‘hoş bir seda’dan başka bir şey değildir. Fani hayattan
koptuktan sonra, iyi anılabiliyorsak bu bize yeter. Geride bıraktığımız hayırlı
eserler ve hayırlı evlatlar amellerin devamını sağlar. Bunlar varsa hep
yaşarsın, bunlar yoksa amellerin kesilir.
Dünyanın sınanma ve imtihan yeri
olduğunu küçük büyük hepimiz biliyoruz. Çünkü hayatta Allah tarafından her
saniye imtihan ediliyoruz. Oturuşumuz, yatışımız ve kalkışımız hep imtihan
dairesi içerisinde geçiyor. Kulun imtihansız anı yoktur. Onun için şeytanın
fitne, fesat ve tuzakları karşısında daima teyakkuzda olmak mecburiyetindeyiz.
Yüce Rabbimiz imtihanda bulunduğumuzu bize açık seçik bildirerek bunun farkında
olmamızı istiyor:
“Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça
mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır
gösterenleri müjdele. Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: ‘Biz
Allah’a ait (kullar)ız ve şüphesiz O’na dönücüleriz.’ Rablerinden bağışlanma
(salat) ve rahmet bunların üzerinedir ve hidayete erenler de bunlardır.”
(Bakara, 155-157)
Bu
yalancı dünyaya ne ağalar, ne paşalar, ne zenginler, ne makam mevki sahipleri
geldi. Neticede hepsi de fani ömürlerini tamamlayıp göçtüler. Çoğunun isimleri
unutuldu, nesilleri kesildi, bir fatiha okuyacak kimseleri bile kalmadı.
Malları, makamları ve asaletleri onlara bir şey kazandırmadı. İmtihan olduğunu
idrak eden, bu şuurla yaşayan insanlar fani ömürle ebediyet âlemini kazandılar.
Onlar ne kadar kârlı ve bahtiyar insanlardır. Ne kadar yaşarsak yaşayalım,
günün birinde emaneti sahibine teslim edeceğiz. Bu gerçeği Rabbimiz bize açık
seçik bir biçimde onlarca ayette bildiriyor: “Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz
sizi, şerle de, hayırla da deneyerek
imtihan ediyoruz ve siz Biz’e
döndürüleceksiniz.” (Enbiya,
35)
Biz
hakkıyla ve layıkıyla bilemezsek de ölümün de, hayatın da hikmetleri vardır.
Hiçbiri gereksiz değildir. Zira iyilerle kötüler ancak hayat sayesinde anlaşılabiliyor.
Dünyaya gönderilen insanlara belli bir mühlet veriliyor. Kişi, iradesini
kullanarak safını belli ediyor ve o minval üzere yaşıyor. Nasıl yaşıyorsa öyle
de ölüyor ve ona göre muamele görüyor. Rabbimiz “O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı
denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstündür, bağışlayandır.”(Mülk s. 2)
buyurarak hayatın ve ölümün hikmetine atıfta bulunuyor.
Sınırlı bir zaman kalacağımız bu
dünyayı bir misafirhane olarak görmeliyiz; zira burada sadece geçici bir süre
konaklayacağız. Ömür sermayemizi, ahiret yurdunda huzur bulacağımız bir yatırım
için harcamalıyız. Aksi takdirde bütün sermayesini kaybetmiş bahtsız tüccara
döneriz. Kadın, çocuk ve para bu yolda önümüze çıkan tuzaklardır. Akıllı mümin
bu tuzaklara düşmemek için adımını denk atar. Yüce Allah bu hususta da uyarıyor
bizleri:
“Kadınlara,
oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara,
hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet, insanlara süslü ve çekici
kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah
katında olandır. De ki: Size bundan daha hayırlısını bildireyim mi? Korkup
sakınanlar için Rablerinin katında, içinde temelli kalacakları, altından
ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah’ın rızası vardır. Allah,
kulları hakkıyla görendir.” (Al-i İmran, 14-15)
Hayat, biz kulların tarlası hükmündedir. Burada ne ekersek
ahirette onu biçeriz. Geçici hayat ve maddî lezzetler, hayatımızı rotasından
uzaklaştırmamalıdır. Gönül kıblelerimiz sanal ve değişken değil, sabit ve daim olmalıdır. Akıllı insan, dünya
hayatına karşılık, ahiret yurdunu satın alandır. Bu da ancak Allah’a gerçek kul
olmakla mümkündür. Dünyada her şey alenen gerçekleşiyor. Eden buluyor sonunda.
Hiçbir şey kimsenin yanına kâr kalmıyor. Yüce Allah, sınadığı kulunu
yargılamadan evvel uyarıyor, haber gönderiyor. Bizi yaratan, besleyip doyuran
ve koruyan Allah, pek çok ayette mümin ve mümineleri sabır ve tahammüllerinden
dolayı ödüllendireceğini söylüyor. Bununla ilgili delil olarak şu ayeti
gösterebiliriz:
“Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet günü elbette
ecirleriniz eksiksizce ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete
sokulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan
başka bir şey değildir. Andolsun, mallarınızla ve canlarınızla imtihan
edileceksiniz ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve şirk koşmakta
olanlardan elbette çok eziyet verici (sözler) işiteceksiniz. Eğer sabreder ve
sakınırsanız (bu) emirlere olan azimdendir.” (Al-i İmran, 185-186)
Bu hayatta her şey imtihan sırrıyla tecelli ediyor.
Rabbimiz isteseydi bütün kullarını cennete koyardı. Onun Cenneti ve nimetleri
bütün insanlara yetecek kadar büyük ve sonsuzdur. Fakat yüce Allah; iman
edenlerle, etmeyenleri; günahlardan sakınanlarla, günah bataklığı içinde
yaşayanları ayırmak için kullarını sınamaktadır; o, başıboşluğa asla izin
vermemektedir. Bunun için de, kurallar koyup bunu Peygamberlerle kullarına
duyurmaktadır.
Biz insanların idrak sahası sınırlıdır. Bizler görünenin
ötesini bilemeyiz. Bazen başımıza gelen nahoş hadiselere öfkelenir, isyan ederiz.
Fakat nahoş olarak nitelendirdiğimiz olaylar Allah katında hayra, hoş
zannettiklerimiz de şerre vesile olabilir. Bunu Allahü Teâlâ “Olur ki hoşunuza
gitmeyen bir şey sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için
bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.” (Bakara Suresi, 216) şeklinde
ifade ediyor.
Dünyevî imtihanlara harıl harıl çalışıp hazırlanan
insanlar, ne yazık ki ebedî hayatı ilgilendiren uhrevî imtihanlara o derece
hazırlanmıyor. Oysa dünyada herşeyinizi kaybetseniz de çok önemli değil, zira
kaybettiğinizi dönüp kazanabilirsiniz. Ya öbür dünyanızı(cenneti)
kaybederseniz, son nefesinizi verdikten ve imtihan bittikten sonra onu nasıl
kazanabilirsiniz? Bunu düşünen, bununla dertlenen ve ona göre yaşayan
insanların sayısı ne kadar da azdır.
İnsanlar sabırsız ve tahammülsüz olduğu için hep an'ı
düşünüyor; tavır ve davranışlarını mevcut an'a göre düzenliyor. Başka bir
ifadeyle söylersek; insanlar hep peşin istiyor, kimsenin veresiyeye tahammülü
yok. Oysa yüce Rabbimiz bu dünyada yaptığımız olumlu eylemlerimizin mükâfatını;
olumsuz hâl ve hareketlerimizin de cezasını peşin vermeyerek, ahirete
bırakıyor. Rabbimizin ceza ve mükâfat konusunda bizim gibi acelesi yok.
Hayatta her şeyin bir anlamı, önemi ve hikmeti vardır.
Hiçbir şey anlamsız ve hikmetsiz değildir. Olaylara ve varlıklara yüzeysel
baktığımız için bu anlam ve hikmetleri ne yazık ki çok kere ıskalıyoruz. Bu
ıskalama bahtsızlığı çok kere tefekkür derinliğinden yoksun olmamızla
ilgilidir. Tabiatıyla iç göz kör
olunca, dış gözün de bir kıymet-i harbiyesi olmaz. Hayattaki imtihan sırrına
bir de bu pencereden bakmak lazım. Bu bakış açısı, eylemlerimizi daha anlamlı
kılacaktır. Böylece iç huzuru sağlamada önemli merhaleler kat etmiş olacağız.
Yaratılan her şey gibi, dünyaya da Rabbimiz tarafından
mahdut bir ömür biçilmiştir. Sonunda belli bir ömrü olan dünya da kıyamet
vaktinde yıkılacaktır. İşte o zaman insanlar kıyametin şiddetinden ortalığa
dökülecektir. Şaşkınlık ve telaş bütün insanları çepeçevre saracaktır. O zaman
hesap sırasını beklemekten başka yapılacak bir şey yoktur. Rabbimizin dediği
gibi işte o zaman “Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mükâfatını
görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını
görecektir.”(Zilzal 7-8)
Nasıl ki dünya imtihanlarına günlerce, haftalarca, hatta aylarca önceden titizce hazırlanıyorsak, öyle de ebedî saadetimiz için uhrevî imtihanlara da o ciddiyette hazırlanmalıyız. Dünyanın hengâmeleri içerisinde maneviyatımızı ihmal etmemeliyiz. Ruhî ihtiyaçlarımızı ihmal edersek iç huzurumuzu sağlayamayız. Dünya imtihan meydanıdır ve hizmet yurdudur; lezzet, ücret ve mükâfat yeri değildir. Mükâfat sadece Allah’a tabi olanlara ahirette verilecektir. Ne mutlu imtihanın sırrına varıp gereğini hakkıyla yerine getirenlere!...