Kitap
inceleme Yazısı
Kitap
Adı: Nar Çiçekleri
Yazarı : Mehmed Uzun (1953- 2007)
Yayıncı
: İthaki Yayınları
Baskısı
: 26. Baskı/ Kasım 2018/ 167 Sayfa
Barkodu: 9789752732339
Kitap inceleme yazılarımda hiçbir zaman eserin
özetini çıkarmayı tercih etmiyor ve alıntı paylaşmıyorum. Okuyunca içeriği
görecektir zaten okur. Ben anlatımın özünü, ruhunu, ana temasını, bizi hangi
mevsimlere taşıdığını, öngörüsünü, öğretisini ve topluma bakan yönünü aktarmaya
çalışıyor, içerik hakkında ilgi uyandırmaya çalışıyorum.
Yazar Şanlıurfa’da doğmuş, Diyarbakır’da
yaşamış, 1975’li yıllarda Diyarbakır Cezaevi’nde yatmış ve devam eden süreçte yaşamını
İsveç’de sürdürmüştür. 54 yaşında aramızdan ayrılan yazar; Türkçe, Kürtçe, İsveçce,
Ermenice bilmekte ve İngilizce, Almanca’yı da anlayabilmektedir.
Bir dostumun önerisi üzerine okuduğum
kitabın ana teması; çok kültürlülük sorunları, birlikte yaşam, insan hakları
ihlalleridir. Bu konuda daha önce yazdığımı ve (1) web adresinde
yayınlanan yazımda konuyu daha detaylıca ele almıştım. Kitabın dili edebi,
yalın, samimi, dürüst, gerçekçi, insanilik katsayısı yüksek, natürel bir uslûp
içeriyor. Haksızlığa uğrayanın, duygusal ortamda yaptığı mantık hatalarını da
olağan ve tarihsel gerçeklik ölçeğinde değerlendirmek gerekiyor.
Çok kültürlü toplum bilinci ve
birlikte yaşam medeniyeti
Bir yere, bir değere ait olmanın gereği ve
kalıcılık güvencesi; ötekileri yok saymaktan, ezmekten geçmiyor. Bulgaristan,
Yunanistan, Ortadoğu, Kafkaslar, Uzakdoğu, Bosna, Avrupa, Almanya, İspanya,
Filistin, Osmanlı, Türkiye vb. ülkelerde, doğduğu/büyüdüğü topraklardan göç
etmek zorunda kalanların Anılarını/romanları okudum. Tarihi olayları
yargılamak, yorumlamak için, o dönemin gerçekliği ve sosyolojik/siyasi
verilerini sağduyu ile değerlendirmek gerekiyor. Bazı istisnaları olsa da şu
yorumu hukuki gerekçe ve vicdani dayanakla rahatlıkla yapabiliriz:
Bir
insanı doğduğu topraklardan, inancından, rüya gördüğü ve konuştuğu ana
dilinden, öz kültüründen, anılarından, tarihinden mahrum bırakmak insan hakları
ve hukuk ihlalidir.
Gönüllerde
yer edinmiş merhum ozanımız Abdurrahim Karakoç, 12 Eylül dönemi, hak ihlallerine
vurgu yapmak için söylediği:
“Beni
dinle ey kadı
Bozuldu işin tadı
Zulümse eğer adı
Kenan yapsa da aynı
Yunan yapsa da aynı”
şiiriyle
adaletsizliğin ve zulmün de evrensel bir kimliği olduğunu haykırmıştır.
Acılar zamanla azalsa da izleri,
olumsuz etkisi devam ediyor
Kabul etmediği, onaylamadığı, ihtiyacı
olmadığı, sahip olmadığı o kadar farklı elbiseler giydiriyoruz ki insanlara;
ister istemez diş bileyen, husumet besleyen, kendini izolasyona, asimilasyona
uğramış hisseden topluluklar yaratıyoruz. Ve bazen de sahip olduğu değerleri
yanlış yorumlayabiliyoruz. Göçmen kuşlardan, sığırcık, kırlangıçlardan daha
garip duruma düşüyor bazen insan.
Çağımızı şöyle tarihsel gerçeklerle,
hukuki/sosyolojik sonuçları ile, edebi dille yorumlamak gerekirse; muhabbet
bağı kurudu, ar damarı çatladı, adalet terazisinin ayarı bozuldu, güven ürktü,
sevgiyi
sel aldı, umut ışığı söndü, dayanışma ise depremle sarsıldı.
Yani
çok kültürlü bir medeniyet yıkıldı fakat yenisini de tam kuramadık. Mübadele
ile gelen, tehcirle gidenlerin yürekleri buruk bir sızı, acısı küllenmiş
anılarla doludur.
Etnik, kültürel kimlik sorunlarımızla
ilgili okuduğum kitaplar arasında en yapıcı, samimi, şeffaf, olumlu, makul ve edebi
yaklaşımı bu kitapta bulduğumu söyleyebilirim.
Göçmen,
azınlık, mülteci, mübadil, sığınmacı konumuna düşmüş; tehcir, sürgün ve hicrete
zorlanmış insanların duygu durumunu
anlayabilmek, sosyal psikolojik gözlemler yapabilmek
çok ayrı
ve özel yetenek/ donanım gerektiriyor. Anı ve romanlardan okuduklarımızı, biz
ancak hüzün hikayeleri olarak algılayabiliriz. Yerel kamu ve evrensel düzeyinde
yüksek sosyal uzmanlıkla tespit edilip, çareler üretilmesi gereken konular
bunlar.
Gerilim,
gerginlik ve ayrımcılığı tedavi etmenin yolu; iletişim, etkileşim, edebiyat, felsefe,
psikoloji, sosyoloji ve diğer davranış bilimlerinden üst düzeyde yararlanmaktan
geçiyor.
Çok kültürlü iletişim
Yakından tanıma, gezme imkânım olmadı,
bazı yerleri/kültürleri uzaktan sevdim ben.
Yaşam
çizgim, kaderim; -istisnaları olsa da- 80 yıllık ömrü boyunca, doğduğu şehrin
dışına çıkmayan,
Alman
Filozofu Immanuel Kant’ın yaşam şekline benziyor biraz. İlgi duyup da gitmek
nasip olmayan kentler, mekânlar, hayalimde yer edinmiştir. Bazı ülkeleri/kentleri
uzaktan sevdim ben.
Kitap
anlatımlarından, anılardan, türkü namelerinden, romanlardan, dost
anlatımlarından, resim tablolarından, doğal ürünlerinden, film ve
belgesellerden tanıdım.
Şanlıurfa,
Diyarbakır, Erzurum, Elazığ, Malatya, Van, Hatay, Mardin, Sivas, Gaziantep ve
diğer komşu illeri kültürel motifleri ile ilgimi çekmiş ve gönlümde yer
edinmiştir hep.
Daha önceki dönemlerde, insanlık dışı
uygulamalara da imza atan İsveç’in, 1975 yılında parlamentoda onaylanan bir
kanunla, çok kültürlü yaşamı, kalıcı devlet politikası haline getirmeleri,
araştırılmaya
/örnek alınmaya değer bir konudur. Yaşanmış ve uygulanan bir gerçek var ise
ortada, daha iyisini yapmak için neden girişimde bulunmayalım?
Doğallığını, sadeliğini, saflığını,
samimiyetini kaybedince insan; etrafını de kan, çöp, kin ve nefret duvarları
ile örüyor. İlgi ve bilgi alanımız eksen kaymasına uğruyor.
İlgi ve
bilgi alanlarımız, insani duyarlılık merkezli olmaktan çıktı. TV haberlerinin,
tartışma programlarının ortalama özeti zaten bu durumu yansıtıyor bize. İlgiye
ve maddi yardıma muhtaç komşu, susuz kalan kuşlar, yiyecek arayan sokak hayvanları,
çöp tarlasına dönen ortak sosyal alanlar, mahallemize güzellik katan ağaçlar,
batan ve yeniden doğan güneş, gece gökyüzünün güzelliği… ve benzeri güzellik ve
sorunlar, bir çoğumuzun gündemine bile giremiyor artık.
Beklentiler, algılar, korkular, sevinçler,
duygular, hazlar, kültürler, değişti bazıları da yok oldu.
Ve bu
kaos, kargaşa ortamında yaşama tutunma, insan kalabilme mücadelesi veriyoruz.
Her yorum ve beklentisini onaylamak
zorunda olmasak da çok kültürlü yaşamın, farklı bileşenlerini oluşturan hayat
hikayelerini de okuyup, onlarla ortak noktalar oluşturabilme sorumluluğumuz var.
Aksi durumda kuru, sığ, çiğ bir söylemle, ezberletilmiş / dayatılmış sloganları
tekrarlayan metalik bir canlı olarak dünyadan göçme ihtimalimiz var.
Samsun,
15.12. 2019
Ali
Rıza Malkoç