BUGÜN GÜNLERDEN
HEM BARIŞ PINARI HAREKATI HEM DE MUDANYA ATEŞKES ANTLAŞMASI
Sınırlarımızın ötesinde Fırat Nehrinin doğusunda Türk Silahlı Kuvvetleri bir
operasyon gerçekleştiriyor. Kimilerine göre bir savaştır bu. Savunma bakanımız
ise savaşın devletler arasında olacağını oysa karşımızda bir devlet olmadığı
için yapılanın savaş değil bir temizlik operasyonu olduğunu söylüyor.
Savaş veya operasyon, adının sanırım çok da önemi yok. Önemli olan Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin böyle bir harekatı niçin yapmış olduğudur ve maalesef ülkede sadece
sade vatandaşlar değil, bu ülkenin yönetimine talip olanlar içinde dahi bu
operasyonun niçin yapıldığını, Türk ordusunun Suriye’de ne işi olduğunu
anlamayanlar var.
Evet en çarpıcı soru şu: ‘’Türk ordusunun Suriye’de ne işi var?’’
Bu soruyu soranlar maalesef Atatürk’ü çok iyi anladıklarını, herkesten daha çok anladığını iddia eden
insanlardır. Oysa Atatürk 1923 de
vermiştir bu sorunun cevabını...Evet evet
ta 1923 de Bizzat Mustafa Kemal Suriye’de ne işimiz olduğu sorusunun
cevabını ‘’ Kırk asırlık Türk Yurdu yabancılar elinde esir bırakılamaz’’ Diye
vermiştir.
1921 De Fransa ile imzaladığımız Ankara Antlaşmasıyla
Hatay Fransızlara bırakılmadı mı? Kendi ellerimizle imzaladığımız bir antlaşma
ile Hatay’ı Fransızlara bizzat kendimiz bırakmadık mı? O halde 1923 yılında
Suriye’de ne işimiz vardı? Neden Mustafa Kemal Atatürk ‘’ Kırk Asırlık Türk
yurdu Yabancıların elinde esir bırakılamaz’’ Diyordu ki?
Ya da soruyu şöyle sorayım: Mustafa Kemal de ‘’Suriye’de ne işimiz var?’’
Deseydi bugün Hatay bir Türk toprağı
olabilir miydi?
Peki biz Suriye’de tam olarak ne yapmaya çalışıyoruz ve bunu yapmaya çalışırken
karşımızdaki engeller nelerdir?
Bu sorunun cevabını da bugün gerçekleştirmeye başladığımız Barış Pınarı
Harekatından hiç bahsetmeden vermeye çalışacağım.
Bugün 11 Ekim...Yani Mudanya Ateşkes antlaşmasının 97. Yıl dönümü.
Bu tarih elbette ki içi yana yana ‘’evet’’ diyenler ve onlarla aynı düşüncede
olanlar için hiç bir mana ifade etmeyecektir. Kim ya da kimler için bir mana
ifade edecektir peki? Şu anda içinde yaşadıkları vatanın bağımsız bir ülke
olmasındaki ilk adımın bu antlaşma olmasının farkında ve bilincinde olanlar
için bir mana ifade edecektir.
Kurtuluş Savaşımız sürerken Ateşkes antlaşması isteği ilk kez İtilaf devletleri
tarafından 1922 yılı Mart ayında dile getirilmiş, Türkler ve Yunanlılar
arasında yapılacak bir ateşkes için arabuluculuk yapmak istemişlerdir ancak
Mustafa Kemal Atatürk Yunan ordusu,
Anadolu ve Trakya topraklarını en fazla dört ay içinde boşaltmazsa bunun mümkün
olmayacağı cevabını vermiştir.
Özellikle İngiltere’nin estek köstek yapması, Yunan ordusunun işgal ettiği
topraklardan çekilmek gibi bir niyetinin olmaması üzerine Büyük Taarruz
kaçınılmaz olmuş ve bilindiği gibi 30 Ağustos 1922 de zafer kazanılmıştır. Türk
ordusunun İzmir ve Bursa’yı geri alması bu harekatın daha da ileri noktalara
taşınacağının sinyallerini verdiği için müttefikler 23 Eylül’de TBMM ye bir
nota vererek Doğu Trakya ve Boğazlar bölgesinin barış antlaşması imzalandıktan
sonra boşaltılabileceğini, o zamana kadar Türk ordusunun durmasını istediler,
şayet durmazsa Türkler için vahim sonuçlar ortaya çıkacağı tehditinde bulundular.[
Aynen bugünkü gibi... ]
Neticede 4 Ekim 1922 de Mudanya ilçemizde ülkemizi işgal etmiş devletlerin
komutanları ile barış masasına oturduk. Türkiye’yi İsmet İnönü, İngiltere’yi
Harrington, Fransa’yı Charpy ve
İtalya’yı Monbelli adlı generaller temsil ediyordu. Yunanistan temsilcisi Mazarikis
doğrudan katılmamıştı toplantıya.
4 Ekimde başlayan görüşmeler uzadıkça uzuyordu. 6-7 Ekim tarihinde Türk
heyetinden Binbaşı Seyfettin Bey ‘’Eğer
Trakya boşaltılmazsa yeniden çatışmaya devam ederiz’’ Deyince ortam gerildi.
Özellikle Harrington fena bozuldu.
Bundan sonra yaşananlar aslında bugün yaşananlardan pek de farklı değildi.
Ne mi yaşandı. Seyfettin Bey’in hatıralarından yazalım:
“Müzakerelerin üçüncü günü, baş murahhassımız İsmet Paşa, karşısındaki İtilaf
Devletleri Delegelerine: ‘’Trakya ne zaman tahliye edilecek?’’ Diye sordu.
Harington :- Sulhun imzasından sonra.
Mombeli : - Sulhun imzasından sonra ama hükumetime sorarım.
Charpy : - Hükümet'im herhangi bir zamanda tahliyeye muarız değildir, dedi.
İsmet Paşa, bu cevaplardan mutmain olmadığını belirten bir ifade ile: ‘’Biz
Mudanya Konferansı toplanıncaya kadar ordularımızın harekâtını durdurmaya söz
vermiştik. Bu gün üç gündür buradayız. Toplanıyoruz. Memleketimizin ne zaman
tahliye edileceği henüz malum değildir. Binaenaleyh Türk ordusu serbestîsi
harekâtını iktisab etmiştir.’’Deyince General Harington'un rengi attı.
-Ordularınız yürürse Müttefik askerleri ile benim askerlerimle karşılaşacaktır
ve içtinab-ı gayr-ı kabil( Kaçınılması mümkün olmayan ) bir felaket yeniden
vücut bulacaktır. Şimdiye kadar cihan-ı umumi efkârı sizin lehinizde idi, bu
suretle tekrar aleyhinize dönecek.[ Tehdit ve şantaj...Bugün yaptıkları
gibi...]
İsmet İnönü cevabını verir:
-Siz generaller, muzaffer bir ordunun heyecanını durdurmaktaki manayı
anlarsınız. Türk Milleti ordusunu, vatanını düşman ayağı altından kurtarmaya
memur ettiği kara gündür. Burada toplanıyoruz, fakat hala memleketimizin ne
zaman tahliye edileceği malum değildir. Yurdunu düşmandan kurtarmaya memur
bir orduyu umumi cihan efkârı elbette mesul addedemez(Yurdunu düşmandan
kurtarmakla görevli bir orduyu dünya kamu oyu elbette sorumlu sayamaz.) [Bugün
de işte bu cevabı veriyoruz. ]
Türk Devletinin, etrafını saran bunca fazla kuduz köpeğe rağmen tehditlere,
şantaja, blöfe aldırmadığını ve gerekirse savaşa devam edeceğini anladılar
sonunda. Nitekim Llyod George,( İngiltere Başbakanı) Mudanya Ateşkes
antlaşmasından sadece beş gün sonra 16 Ekim 1922 de şöyle diyordu: ‘’Türk
gibi birinci sınıf savaşçı insanlara karşı, blöf yapmayı tecrübe etmek iyi
değildir. Bu oyun ancak korkaklara tatbik edilebilir.’’
Mudanya Ateşkes Antlaşması 11 Ekim 1922 de imzalandı. Şartlarını tek tek
yazmayacağım. Ancak bu antlaşma ile Milli Mücadelenin silahla yürütülen faslı sona ermiş, Doğu
Trakya ve İstanbul savaş yapılmadan teslim alınmış, Türk-Yunan sınırı büyük
ölçüde çizilmiştir.
Antlaşmanın imzalanmasından sonra heyetler birbirlerini tebrik ettiler.
Harrington, Türk delegeleri içinde bulunan Asım Paşa'nın elini sıkarken, “Artık
dost olalım, sulh yapalım ve savaşlar bitsin”,dedi. Asım Paşa ise “Bu sizin
elinizdedir. Hakkı, adaleti, eşitliği kabul ettiğiniz gün bütün dünya rahata
kavuşur. Biz sadece kendimizin değil, dünyadaki bütün mazlum milletlerin
haysiyet ve istiklal kavgasını yaptık.” Diye cevap verdi.
Evet efendim, demek ki neymiş? 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes antlaşmasından 11
Ekim 1922 Tarihli Mudanya Ateşkes Antlaşmasına kadar sadece kendimizin değil
bütün mazlum milletlerin haysiyet ve istiklal kavgasını yapmışız. Bugün de
yaptığımız şey işte budur. Yani ‘’ Suriye’de ne işimiz var?’’ Sorusunun cevabı
tam olarak budur. Buna ‘’ Kürt etnik temizliği’’ Diyen de olacaktır ‘’ Suriyelilerin g.tünü
kurtarma operasyonu’’ Diyenler de... Buna ‘’ Arz-ı Mev’utu gerçekleştirmek için
Mehmetçiği kırdırmak’’ Diyenler de
olacaktır ‘’ Amerika’nın belirlediği sınırlar içinde onun isteği doğrultusunda
yapılan bir operasyon’’ diyenler de...Onlara aldırmıyoruz. Arap birliği bizi
kınamış da efendim Filistin dahi bu kınama içindeymiş de bunlara da
aldırmıyoruz. Aynen tehditlerle, şantajlarla, blöfle durdurmaya çalışanlara
aldırmadığımız gibi... Aynen şairin dediği gibi:
Biz biliriz bizim işlerimizi
İşimiz kimseden sorulmamıştır.
Kılıçla, mızrakla, topla, tüfekle
Başımız bir kere eğilmemiştir.