TEKERRÜR EDEN TARİH-7. BÖLÜM --KIYAMET--
31 Mayıs 1876 da büyük ümitlerle tahta oturtulan V. Murat, Amcası Abdülaziz’in
öldürülmesinden sonra iyice tozutmuştu. Öyle ki sık sık ‘’ Padişahlık da
istemiyorum kan peşinde de değilim.’’ Diyor, garip garip davranışlar
sergiliyordu. Onun bu hallerini artık halktan gizlemek de mümkün değildi. Öyle
olunca da Mithat Paşa ve Sadrazam Mütercim Rüştü Paşa, tahtın diğer varisi
Abdülhamit ile görüştüler, ondan meşrutiyeti ilan edeceği sözü ve garantisi
aldıktan sonra V. Murat’ı tahttan indirmek için yine bir hal fetvası
düzenlettiler. Abdülaziz’i ‘’Deli’’ diye tahttan indirirken yerine getirdikleri
V. Murat’ı da sadece doksan üç gün sonra aynı gerekçe ile tahttan indirecekleri
akıllarının ucundan bile geçmiyordu.
31 Mayıs 1876 da oturduğu tahttan 31 Ağustos 1876 da ayrılmak zorunda kalan V.
Murat, yirmi sekiz yıl daha bir sarayda yaşadı ama onun yaşadığı saray artık
Çırağan Sarayı idi ve bu saraydan kendisi ve ailesinin dışarı çıkması yasaktı.
Çok özel durumlarda yeni padişah II. Abdülhamit’den izin alarak
çıkabileceklerdi.
II. Abdülhamit, şehzadeliği döneminde daha ziyade para-banka-borsa işleriyle
meşgul olduğundan oldukça zengindi. Tahta çıkışı esnasında dağıttığı cülus
bahşişi olan 60.000 altını tamamen kendi servetinden harcamıştı. Padişaha biat
töreni Topkapı Sarayında gerçekleştirildi.
7. Eylül 1876 da Eyüp Sultan Camiinde kılıç kuşanma töreni yapıldı, 14 Eylül
1876 da ise Topkapı Sarayının Hırka-i Saadet Dairesinde sakal duası yapılarak
sakal bırakmaya başladı.
Kendinden önceki padişahlardan farklı olarak halkın arasına katılması, cami
cami dolaşarak halkla birlikte namaz kılması, hastaneleri dolaşarak özellikle
gazilere moral vermeye çalışması,ulema ile birlikte iftar etmesi halkta ve
devlet yöneticilerinde ona karşı bir sempati oluşturdu ilk anlarda.
Evet, II. Abdülhamit Padişah olmuştu ve Osmanlı Devleti’nin karşısında çok
önemli sorunlar duruyordu. Bu sorunların başında da Balkan topraklarındaki
karışıklıklar geliyordu. Neredeyse tüm Balkan toprakları Osmanlı’ya baş
kaldırmıştı ki bu baş kaldırıda Rusya baş rolü oynamakla beraber diğer Avrupa
Devletleri de kışkırtıcılık konusunda Rusya’dan asla geri kalmıyorlardı.
1876 Yılının sonlarına kadar geçen zamanda Osmanlı Devleti bir anayasa
oluşturma hazırlığı yaşadı. Fransa ve Belçika anayasaları incelenerek ve örnek
alınarak Ahmet Cevdet Paşa, Said Paşa ve Rıza Bey gibi konunun uzmanı kişilerce
Kanun-u Esasi adı verilen bir anayasa hazırlandı.
Osmanlı Devleti harıl harıl anaysa hazırlarken İngiltere, Balkan sorununa çözüm
bulmak amacıyla Osmanlı Devleti,Rusya, Fransa,Avusturya ve İtalya’yı
İstanbul’da yapılacak bir konferansa davet etti ve bu konferans 23 Aralık 1876
da Haliç Tersanesindeki Bahriye Nazırlığında toplandığı için adına
‘’TersaneKonferansı’’ dendi.
Osmanlı Devleti, İngiltere ve Rusya’nın konferansta Balkan milletleri lehine
yepyeni reform, ıslahat,özerklik,hatta bağımsızlık istekleriyle karşısına
geleceğini çok iyi bildiğinden tüm bu isteklerin önünü kesmek istedi ve Padişah
II. Abdülhamit bir hatt-ı Hümayun ile Meşrutiyeti ilan ettiğini, Kanun-u
Esasinin yürürlüğe girdiğini bildirdi aynı gün. ( 23 Aralık 1876 )
Meşrutiyetin ilanı, Kanun-u Esasinin duyurulması Tersane konferansında Osmanlı
ile aynı masaya oturanların zerre kadar umurlarında olmadı ve Osmanlı
Devleti’nin önüne şu şartları koydular:
1)-Sırbıstan ve Karadağ'ın toprakları
genişletilecek,
2)-Bulgaristan ve Bosna-Hersek'e özerklik verilecek.
3)-Teselya Yunanistan'a verilecek.
Osmanlı Devleti tabii ki bu kararları kabul etmedi. Bunun üzerine Londra’da
Osmanlı Devleti hariç diğer devletler kendi aralarında aynı kararları aldılar
1877 yılı başlarında...
Görüşmeler ve diplomasi yoluyla bir sonuca varamayacağını anlayan Rusya 24
Nisan 1877 de Osmanlı Devletine karşı sözde amacı -Zavallı Ortodoks
Hrıstiyanları Osmanlı zulmünden kurtarmak olan- ‘’Kutsal Savaş’’ ilan etti.
Padişah II. Abdülhamit pek de savaş taraftarı olmayıp meseleyi barış yoluyla
çözmeyi düşünüyor olsa da Sadrazam Mithat Paşa’nın ( O artık Sadrazam olmuştu.
) Savaş yanlısı olması sebebiyle Meclis-i Mebusandan ‘’ Savaş’’ Kararı çıktı ve
padişah da bu kararı onayladı.
Daha yirmi bir yıl önce ‘’ Osmanlı Devletinin toprak bütünlüğü Avrupa
Devletlerinin garantisi altındadır.’’ Diyen başta İngiltere olmak üzere tüm
Avrupa Devletleri durmuş olayı seyrediyordu.
Ruslar 24 Nisan 1877 de Osmanlı Devletine bağlı Romanya’ya, 27 Nisanda da
Doğubayezıt’a girdiler. Yani hem batıdan, hem doğudan saldırıya geçmişlerdi
Doğuda Gazi Ahmet Muhtar Paşa, Batıda ise Osman Paşa komutası
altındaki Osmanlı Ordusu bizde 93 Harbi denilen bu savaşta üstün gayretler
gösterseler de, Plevne’de Osman Paşa Ruslara kök söktürürken doğuda Ahmet Muhtar
Paşa ve Nene Hatun’un Erzurum’u Ruslara kaptırmamak için verdikleri kahramanca
mücadeleler göğsümüzü kabartsa da neticede zafer kazanan Ruslar oldu ve Rus
Orduları 1878 senesi Nisan ayı başlarında İstanbul’un Silivri ilçesine kadar
ilerlediler. Doğuda ise Kars, Ardahan,Artvin Batum Rusların işgali altındaydı.
Osmanlı Devletinin önce ateşkes, sonra barış isteği Ruslarca kabul edildi ve
Ayestafonos ( Yeşilköy) Antlaşması imza edildi iki taraf arasında. Bu antlaşma
Osmanlı Devletinin imzaladığı en şartları ağır antlaşmalardan birisiydi. Ancak
bu antlaşmadan sonradır ki İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya- Macaristan Devletleri
uyandı çünkü Avrupa’daki tüm dengeler Rusya lehine değişiyordu bu antlaşma ile.
Berlin’de toplanarak yeni bir Antlaşma yaptılar. Aslında Berlin Antlaşması da
Ayestefanos’tan çok farklı değildi. Zaten farklı olsun diye de yapılmamıştı.
Sadece Rusya’ya ‘’ Fazla ileri gitme ! İhtiraslarına gem vur! Biz burada bostan
korkuluğu değiliz’’ Mesajı verilmek istenmişti.
Berlin Antlaşması ile ( 13 Temmuz 1878 ):
1-Sırbistan,
Romanya ve Karadağ bağımsız oldu.
2-Bosna-Hersek’in yönetimi geçici bir süreliğine de olsa Avusturya’ya verildi.
3-Bulgaristan sınırları küçültüldü ve üç bölgeye ayrıldı. Asıl Bulgaristan olan
bölge, Osmanlı devletine vergi vermek zorunda olan özerk bir prenslik haline
getirildi. Doğu Rumeli Osmanlı’ya bağlı bir yönetim haline getirildi; ancak
Hristiyan bir vali atamak koşuluyla. ( Eski HDP Diyarbakır Belediye Başkanı
Osman baydemir’in ‘’ Diyarbakır’da hem Kürdistan bayrağı, Hem Türkiye Bayrağı
dalgalansa ne güzel olur.’’ Sözü bize aslında 1878- Bulgaristan örneğini
hatırlatmalıdır ama Tarihi okuyup ondan ders çıkaran nerdeeee.)
3-Makedonya da ıslahat yapmak şartı ile Osmanlı devletine bırakıldı.
4-Kars, Ardahan, Batum Rusya devletine bırakıldı. Doğubeyazıt, Osmanlı
devletine bırakıldı.
5-Teselya’nın Yunanistan’a ait olduğu kabul edildi.
6-Kosova, Osmanlı Devletinde kaldı.
7-Osmanlı Devleti Rusya’ya iki katı tazminat ödemeyi kabul etti. Rusya’ya
ödemesi gereken tazminat taksite bağlanmıştır. ( Bu taksit işini ve tazminatın
biraz indirilmesini az sonra göreceğiniz gibi İngiltere sağladı. Tabii ki
karşılıksız olarak değil.)
8-Osmanlı Devleti Doğu Anadolu’da ve Girit’te ıslahat yapılmasını kabul etti.
Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti çok büyük toprak kaybına uğradığı gibi çok
önemlicbaşka sonuçları da olmuştur. Bunları maddeler halinde yazacak olursak:
1- 19 Mart 1877 de Padişah II. Abdülhamit’in de katıldığı bir törenle açılan
Osmanlı parlamentosu( Meclis-i Mebusan ) 13 Şubat 1878 de yani henüz 93 Harbi
devam ederken yine II. Abdülhamit tarafından – Kanun-u Esasînin kendisine
verdiği yetkiye dayanarak- kapatılmış, Kanun-u Esasî rafa kaldırılmıştır.
2- Osmanlı Devleti, bir sürü sorununun yanında bir de ‘’Ermeni Sorunu’’ Diye
bir sorunu olduğunu bu antlaşma ile görmüş oldu. Zira Rus orduları Yeşilköy’e
kadar geldiğinde Ermeni Patriği NersesVarjabedyan Efendi 13 Şubat 1878 de yani Padişahın
parlamentoyu fesh ettiği gün şu isteklerde bulunuyordu Rus Çarından: Doğu Anadolu’da
Ermenilerin yaşadığı vilayetlerin Rusya tarafından ilhakı, bu mümkün olmazsa
Bulgaristan’a verilecek imtiyazların Ermenilere de bahşedilmesi, bu da mümkün
olmazsa Ermenilerle meskûn vilayetlerde kapsamlı ıslahat yapılması ve askeri
birlikler teşkil edilmesinin acilen sağlanması... ( II. Abdülhamit’in
Parlamentoyu fesh etme sebepeplerinden biri de zaten parlamentonun üçte birinin
gayrimüslim milletvekillerince doldurulmuş olması, devletin parlamentosunda
azınlıkların açık açık ıslahat, reform, özerklik hatta bağımsızlık gibi
kelimeleri rahatça sarf etmeleriydi. Hem de bir savaş sürerken...)
Sonuçta Nerses Efendi Berlin Antlaşmasına şöyle bir madde koydurmayı
başarabilmişti:
‘’Doğuda
Rus askerinin istilası altında bulunup Osmanlı Devleti’ne iadesi gereken
yerlerin tahliyesi oralarda iki devlet arasındaki iyi münasebetlere zarar
getiren karışıklıklara meydan verebileceğinden, Osmanlı Devleti Ermenilerin
oturduğu eyaletlerde mahalli menfaatlerin gerektirdiği ıslahatı vakit
kaybetmeksizin yapmayı ve Ermenilerin Kürtlere ve Çerkeslere karşı
emniyetlerini sağlamayı taahhüt eder.’’
Yani artık bir de Ermeni sorunumuz vardı.
3- Bu antlaşma için Rusya ile Osmanlı Devleti
arasında pazarlıklar sürerken İngiltere ‘’ Kıbrıs Adasında üs kurmama izin
verirsen hem toprak kaybını hem de savaş
tazminatını azalttırırım; Hem de Rusların Akdeniz’e inmesini önlerim. Bu arada İstanbul
ve dolayısıyla saltanat da rahatlar.’’ Teklifinde bulunmuş, bu teklif II.
Abdülhamit’in midesini bulandırsa da kabul etmek zorunda kalmıştı. Sonuç’ta
Ruslar İstanbul’dan ayrılmış, Doğubayezıt Osmanlı Devletine geri verilmiş ama
İngiltere’nin Kıbrıs’ta daimi bir askeri üssü olmuştu ki bu durum ileride
Kıbrıs’ın elimizden çıkmasına sebep olacaktı. Yani bir yerdeDoğubayezıt,
İstanbul ve saltanat kurtulmuş, karşılığında Kıbrıs gitmişti.
II. Abdülhamit’e büyük umutlarla meşrutiyeti ilan ettirenler, parlamentonun
kapatıldığını görünce elbette ki ilk etapta bu durumu kuzu kuzu içlerine
sindirmediler.
Tahta
çıkışının ilk günlerinde II. Abdülhamit’in özel müşaviri ve aynı zamanda
Galatasaray Sultanisinin müdürü olan, ancak şüpheli hareketleri ve sözleri
sebebiyle bu görevlerden azledilen Ali Süavi çılgınca bir plan yaparak harekete
geçti.
Hazırlanan plan gereği, V. Murad’ın
Çırağan Sarayı’ndan kaçırılarak Odesa’ya götürülmesi, orada
Osmanlı tahtı için hak iddia etmesi sağlanacaktı. Meselenin bir diğer yönü
de Rusya’nın bu planda Ali Suavi’yi destekliyor olmasıydı.
20 Mayıs 1878’de Ali Suavi, Osmanlı-Rus Harbi (93 Harbi) mağduru göçmen Rumeli
Müslümanlarını müdafaa için bir cemiyet kurduğunu ileri sürdü. Esasında bu
cemiyet paravan bir cemiyet idi. Gerçek niyeti, planlamış olduğu ihtilâl için,
oraya toplanan insanları kullanmaktı. Nihayet bir gece 500 kadar göçmenle
Çırağan Sarayı’na baskın düzenledi. Saraya giren Ali Suavi’nin, V. Murad’ın
dairesine kadar girerek onu kaçırmak üzere olduğu sırada olayı öğrenen Beşiktaş
Karakol muhafızları derhal saraya koştular. Yaşanan mücadele sırasında karakol
muhafızlarından Yedi Sekiz Hasan Paşa elindeki sopayla Ali Suavi’nin kafasına
vurarak onu olduğu yere yığdı. Olayda Ali Suavi ölürken diğer isyancılar
kaçtılar.
Otuz altı yaşında tahta çıkan padişah II. Abdülhamit’i ve dolayısıyla Osmanlı
Devletini oldukça zor günler bekliyordu.
Devam edecek.