Salonun ortasına valizler serilmiş, kadınlar etrafına bağdaş kurup oturmuştu. Keyifli sohbet kahkahalar devam etmekteydi. Kimisi eline aldığı sutyeni inceliyor, bir başkası yabancı sigaraları çantasına koyuyor, diğeri bol fındıklı çikolatadan koca bir parça ısırıyor, içlerinde en bakımlı olanı açtığı çay paketini yanındakine uzatıp koklatıyordu. Pencere önündeki koltuğa oturmuş biri ilkokul diğeri ortaokul çağındaki iki erkek çocuğu gülüş cümbüşü seyre dalmıştı. Elinde limonata tepsisiyle bir kadın gruba yanaştı. Çocuklar ayaklanıp kadına sokuldu. Tepsiye uzandılar. Yerlerine oturmadan ilk yudumlarını içtiler. Kadınlar yerlerinden zor doğrulup limonataları aldılar. Servis yapan kadın çömelirken zil çaldı. “Komşular!” Kapıya yöneldi. Çocuklardan kısa boylu olanı kadının arkasından fırladı. Heyecanla koşturdu. Bakımlı kadın çocuğa seslendi. “Fatih, koşma teyzem düşersin.”  Kapı açılmış misafirler hal hatır sorarak içeri giriyordu. Sarılmalar öpüşmeler… Gelenlerin yanında biri kız ilkokul çağında, diğeri oğlan anaokulu yaşlarındaydı. Fatih kadının arkasında biraz mahcup, gözlerini ara sıra kaçırtarak kıza bakıyordu. Kız içeri girip gülümseyerek montunu Fatih’e uzattı. Fatih’in yanakları al al oldu. Kız kadınların arkasından salona yürürken Fatih elinde mont baka kalmıştı. Sert bir ses duyuldu. “Fatih abi!” Küçük çocuk mont ve atkısını uzatmıştı.

Salon kadınlar hamamına dönmüş her kafadan ayrı ses çıkıyordu. “Markı kaç liradan bozdunuz?”, “Bulgar sınırında çorba parası verdiniz mi?”, “Alman kadınlarının hepsi mi güzel?”, “Orada eviniz kira mı?”, “Dazlaklar sataşıyor mu?” Bakımlı kadın her bir soruya basın açıklaması yapan antrenör edasıyla cevap veriyordu. Bir ara suspus kalmış çocukları fark etti. Valizlere göz ucuyla baktı. Küçük olanına uzanıp poşet çıkardı. “Fatih, Engin!” Çocukların gözleri parladı. Valizlerin etrafını sarmış çemberi geçerek kadının önüne geldiler. Kadın elini poşete daldırdı. Üzerinde ‘fotoğraf gösteren dürbün (stereoskop) resmi olan bir kutuyu Fatih’e, tekrar daldırıp şekerli ayıcık poşetini Engin’e verdi.

Çocuklar hazineleriyle diğerlerinin yanına döndü. Halıya oturdular. Engin paketi yırtıp şekerleri tek tek sıradan dağıttı. Şekerler birer ikişer yenirken gözler Fatih’teydi. Fatih özene özene kutuyu yırtmadan açmaya çalışıyordu. Başardı. Dürbünü çıkarttı. Gözler büyülenmişti sanki. Fatih çevik hareketlerle yerinden kalkıp fırladı. Salondan çıkarken peşi sıra Engin arkasından küçük çocuk ayaklandı. Kız şekerlerin tadını çıkarıyordu.

Fatih odasında yatağa kurulmuş dürbünü yüzüne dayamıştı. ‘Trak, trak, trak’ Gözlerinin önünden geçen fotoğraflara şaşkınlıkla bakıyordu. ‘Lunapark, hız treni, spor araba, köprü vb.’ Başka bir dünyadaydı. Engin’in geldiğini fark etmedi. Dürbün hızla yüzünden çekildi. “Ver lan şunu!” “Of abi ya!” Engin ayakta fotoğraflara bakarken Fatih yatakta büzüştü. Başını dizlerinin arasına aldı. Küçük çocuk başını kaldırmış merakla Engin’e bakıyordu. Engin dürbünü Fatih’in ayakucuna fırlattı. “Bebe işi.” Arkasını dönüp çıkarken küçük çocuk dürbünü kaptı. ‘Trak, trak, trak’ Fatih başını büyük bir öfkeyle dizlerinin arasından çıkardı. “Kime sordun! Dürbün benim!” Dürbünü tutup çekti ama ufaklık bırakmadı. “Abin baktı ya!” “Sen kimsinnn!” Fatih alamayınca eli dürbünde yataktan kalktı. Ufaklığın yüzü kızarmış dürbünü göğsüne bastırıp eğilmişti. Fatih olanca kuvvetiyle dürbünü çekip kurtardı. Sivri köşesini ufaklığın kafaya yapıştırdı. Çocuk fişek sanki salona yetişti. Yaygarayı kopardı. “Anne, anneee!” Fatih salondan gelen seslere kulak verdi. Misafirlerin ayaklandığını anlayınca hole çıktı. Çocuğun annesi ağzında çiğnediği ekmeği şiş yere sıvıyordu. Kız, çocuğa montunu giydirirken Fatih’e kötü kötü baktı. Fatih’in başı eğildi.

Fatih dürbünü okula getirmiş, koridorda kasıla kasıla yürüyordu. “Bakabilir miyim?”, “Göstersene,”, “O ne ki!” Durmadan sınıfa girdi. Sırasına yönelmişti ki dondu kaldı. Yerine başka bir çocuk oturmuş kızla konuşuyor, gülüyorlardı. Fatih’in boğazı düğüm düğüm oldu. Sıraya yanaştı. Kıza doğru “Yanında ben oturuyordum.” Kız başını çevirip baktı. Gözlerindeki kötülük daha da büyümüştü. “Artık oturmuyorsun!” Fatih dürbünü sıktı. Yumruğu kızardı. ‘Trak, trak, trak’
( Trak, Trak, Trak başlıklı yazı E.Kirişçi tarafından 3.03.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.