yüzümde gök gürültülü
bir sağanak
gözlerimde
şimşekler çakıyor
yağmur yüklü bir bulut gibiyim
bir yağarsam
ahmak ıslatan bir çisenti değil
bardaktan boşalan okyanus gibi
yağacağım
gök gürültüsü
bile korkuyor fırtına öncesi sessizliğimden
ya kendime bir
şey yapacağım
ya da…
utanmasam,
ah bir utanmasam
ağlayacağım!
böyle mi olacaktı
ıslığını
kaybetmiş bir rüzgar gibi susacak mıydı şarkımız
sensiz saatlere
bile tahammülsüzken, araya yıllar mı girecekti?
sen hoyrat bir lehçe ile ifşa ederken ayrılığı
çöle mi dönecekti aşkın yemyeşil vahası
denize kavuşmak için çırpınan ırmaklar denizden mi kaçacaktı
bu kadar kısa mı sürecekti
buzul ve çölün dansı
ahh, yüzüne
bakmayı bile sevap saydığım
seninle kaç
günaha girdim
kaç
cehennemle sınandım
söyle,
daha kaç ölümcül
sınavdan geçeceğim
kaç kez daha
düşeceğim gayya kuyularına
su yolunda testi gibi
kaç kez daha kırılacağım
sınama… beni
yokluğunla sınama
sen olmazsan… ölümlerden
ölüm beğenirim
bilmez misin?
hasretten boğum boğum boğulurum da
can havli ile su yüzüne çıkan süngerciler gibi ilk seni çekerim
ciğerlerime
bir kez ölsem
içimde yaşatırım
seni bin kez
senden başka hiçbir şey
yaşamaya bile
değmez
sınama… beni aşkla
sınama
senden başka hiç bir kadın,
beni aşka ikna edemez
bir senin
sevdanı hamayıl gibi asarım boynuma
boynumun borcu
derim
gönlümün harcı
derim
yokluğunda ırmak
yatakları gibi kururum da, el açmam
ne yağmura, ne
borana
kanıma ekmek doğrarım
dönüp bakmam kuş
sütü sofralara
ahh, benim
çingene klarnetim
beni ölümle
sına, yokluğunla sınama
ya senin için
çifte su
verilmiş kılıç gibi kırılırım