Hepimiz, kadın, erkek cıscıbıldak geldik dünyaya ve aynı şekilde anadan
üryan terk edeceğiz dünyayı. En azından biz Müslümanlar böyle gelip, böyle
gideceğiz. Başka başka dinlerde zaman zaman insanları yakıyorlar ya da
elbiseleri ile de gömdükleri oluyor.
Ne aklımız vardı dünyaya gelince ne de fikrimiz. Ne elbiselerimiz vardı ne de
ayakkabılarımız. Sahip olduğumuz her varlığa zaman içerisinde hükmümüz geçer
oldu. Elbiselerimiz, ayakkabılarımız, okula gitmeye başlayınca çantamız, defter
ve kitaplarımız. Annemiz ve babamız ile oturduğumuz ev, ailemizin arabası belki
yazlığı, hep bize bahşedilen güzellikler yüce yaratıcımız Allah cc.
tarafından...
Bir zaman sonra büyüyüp aileden ayrılınca yine kendine ait ev, araba, para gibi
maddi varlıklara sahip oluyor insan. Nereye kadar? Tabi ki son nefesini
tüketinceye kadar. Yaşadığımız müddetçe tonlarca yemek yedik su içtik... Bunlar
bizim miydi? Tabi ki değildi, parasını vermiş olsak bile, bunların hepsi
Allah'ın nimetleri... Can da bir nimet ve bize bir emanet. Onu da sahibine
teslim ederken, o canın organlarını çok zedelememiş, emanete hıyanet etmemiş
olmak gerekir...
Afrika'nın ormanlarında vahşi kabilelerde yaşayan insanlar, inanıyorum ki bizden
kat kat mutlular. Ne büyük şehirlerin gürültüsü ve sıkıntısı var onlarda. Ne
egzoz dumanı yiyorlar. Ne de aynı apartmanda oturup yıllarca yüzünü
görmedikleri, yardım istemeye utandıkları komşuları var. Para pul da geçmiyor
orada diyeyim. Üstlerinde edep yerlerini örten bir çaput yetiyor. Hasta da
olmazlar kolay kolay. Hepsi de incecik dal gibi... Haliyle kolesterol,
tansiyon, kalp hastalıkları diye bir şey de yok bu insanlarda... Burada araya
bir şiir sıkıştıralım izniniz ile...
Çok şeyimiz yoktu eskiden
Ama sevgimiz vardı
Çok şeyimiz oldu
Sevgimiz de yok oldu...
Dr.Erich Fromm'un ''Sahip Olmak ya da Olmak'' adlı kitabının ön sözünde konuya
şöyle yaklaşılmaktadır. ''Günümüz toplumları tamamen ''sahip olmak'' ilkesine
göre işlemektedirler. İster kapitalist, ister sosyalist olsun tüm düzenler;
mal, mülk, kazanç, daha çok kazanç tutkusu, aç gözlülük, şöhret iktidar gibi
yanlış temeller üzerine kurulmuşlardır. Sistemlerin yaşayabilmesi için, insan
ve onun değerleri, yerini makinelere ve ekonomik gelişimin bürokrasi çarkına
bırakmıştır. Bilim, teknik ve ekonomik gelişme hızla ilerlemiş, ama bunlar
kendi yararına kullanılmadığı için, insan, bir araç haline dönüşmüştür. Ama bu
sorumsuzca gidiş, şimdi büyük tehlikeleri ile birlikte karşımızdadır. İnsanlık
yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Belki bir atom savaşı, bütün dünya
planetinin mahvolmasına yol açacaktır. Ayrıca insanlar kendi günlük yaşamları
içinde de, son derece mutsuz ve bunalımlıdırlar.'' Özetle aç gözlülük ve tamah
insana çok da bir şey kazandırmamaktadır.
Ne kaybediyoruz, ne kazanıyoruz yaşarken, bir de buna bakmak lazım. Allah
cc.'nün dediği gibi ''Bu dünyâ hayâtı eğlence ve oyundan başka bir şey
değildir. Âhiret yurdu, işte asıl hayât odur (asıl yaşanacak yer orasıdır),
keşke bilselerdi!)'' ANKEBUT/64.Ayet... Çok da dalmamak lazım demek ki dünya
hayatına. Sahip olunan varlıklar ile benim şuyum var, benim buyum var diye
aşırı derecede mal düşkünlüğüne kapılmak, insanı gaflet içine düşürebilir...
Geçmiş nesillerden nice kralların, nice şaşalı padişahların, nice zenginlerin
hepsi toprak altında, kimisinin kemikleri bile kalmadı çürüdü gittiler...
Düşünün ki beş milyon ödüllü bir bilgi yarışmasına katılıyorsunuz ve yarışma
ilerledikçe sorulara cevap verip, bir iki milyon kazandınız lakin öyle bir soru
geliyor ki cevap veremiyor ve eleniyorsunuz. Bir kaybınız var mı? Yarışmadan
önce de cebinizde yüzelli ikiyüz lira harçlığınız vardı, yarışmadan sonra da
aynı para cebinizde... Hay'dan gelen Hu'ya gitmiş oldu...
Bilinen bir hikayedir, ama biz yine de konu ile ilgisi olduğu için buraya
ekleyelim, yazarının affına sığınarak. ''Zengin tüccar, çocuklarını topluyor ve
vasiyette bulunuyor; "beni çoraplarımla gömün". onayı aldıktan 24
saat sonra vefat ediyor. sıra cenaze ve defin işlemine gelince, son istek imama
iletiliyor. Hoca efendi "mümkün değil, nasıl geldiysek, öbür tarafa öyle
gideceğiz"de diretiyor. sonuçta, Karun kadar serveti olan adam kabre
çorapsız yerleştiriliyor. O an küçük evladın aklına babasının "gömüldükten
sonra bakın" notu düştüğü zarf geliyor. hemen açıyorlar ve içindekini
okuyorlar; "gördünüz mü, bunca servetime rağmen, çoraplarımı bile
götüremedim".
Bu dünyadan göçüp giderken sahip olduğumuz maddi varlıkları kime bırakacağız,
çocuklarımıza... Onlar kime bırakacak, çocuklarına, torunlarına... Bu devran
böyle böyle dönüp duracak. Allah cc. İyi ki hayat ve mematı, yani yaşam ve
ölümü birlikte yaratmış. Ya ölüm olmasaydı, ya bu alçakların, kalleşlerin,
kahpelerin yaptıkları yanına kâr kalsaydı... İşte o zaman şimdikinin belki de
yüz katı bin katı kaos ve savaşlar olacaktı dünyada... Ahiret yolculuğuna her
an hazır ve nazır iken güzel işler yapalım ve dileyelim o güzel amellerimiz de
bize yoldaş olsun Rabbimizin huzuruna çıkarken...