İklimlerin kemikleri hep kırılgan
Ve tuzla buz olmakta içsizliğin
yetisinde savrulduğum
Bir Temmuz güftesi,
Sona ramak kala yine aşkla yatıp
kalan varlıkların
Dirayetinin sınandığı bir tutanaktan
ibaret:
Ne ile iştigalsen, hoyrat bir darbe;
Ne ise konuşlu göğün kara deliğinde
Bir huzme huzur nakşediyor işte
Aklın fıtratında.
Belki de solmuşluğun coğrafyasına
tüneyen
Mezarlık bekçisi tınısında
Yine konuşlu o en sevdiğin gölgeye
Hele ki tutmaksa yüreğinden
Konmuşsan bir kere kapının önüne.
Bir lahza hem de en ihlâslı yönerge;
Bir kuram bir de mizaç hele ki inkârında
Kayıp minvalin de tuzla buz olmuş ana
damarı:
Yine nizam yine sayısız kelam
Nihayetinde içi boşalmış bir çuval
adına
Sen ki haybeden doldurduğuna kinaye
sunan
Bir kaknem sancıyı da buyur etmişsen
en önüne.
Soldan sağa… Hadi adımla, ne
duruyorsun?
Sayma ya da hem hangisine yeter ki
Sayıların doğurgan o anaç yüzü?
Sarmalındasın altı üstü:
Önce kıblende sarılı bir hegemonya
Sonra da önce bildiğin an’ın
yönergesi
Kayıp üç beş anıya hürmeten…
Gerisini ne ben söylerim ne de
Merak et sen inceden inceden.
Bir kalibre fıtratı ömrün,
Bir sarkaç belki de miadı dolanda
arda kalan
Tek hutbede ölmek en güzeli,
Tanınmazlığın bedelini ödesen de
gizliden gizliye.
Kademeli bir ölüm,
Yaşam denen teranenin iç beyitlerinde
Göğsüne saplandıkça kanadı kırık
meleğin
Yine katrem bir gölgede vahamet yüklü
Sancağına maruz yanılgıları yine
vebali kimin boynunaysa?
Ömürde, kahırda;
Sevgide ve yoklukta;
Matemin hükmü salkım saçak bir
hüviyet;
Aşkın yükü belli ki en ağır makam,
Sardıkça döngünün ritmini bir
teraneden kopup da gelen,
Sonsuzluğu hiçliğe mal eden.
Teferruat gerisi, soytarı yüreklerde
sarkık
Bir öngörü gölgelerde mağdur
kayıplar;
Sona ramak kala satırlar yine
Başından kopuk özü hikâyenin,
Varlığın da temennisi belli ki
diyemediklerin.