Trabzon'dan ayrılma nedenim İzmit'e Müdür yardımcısı olarak atanmamdı. Doğup büyüdüğüm
şehir olan Kocaeli'de böyle bir görev almam gurur vericiydi. Ancak artık işletmede görev
yapacağım için, çok sevdiğim eğitimcilik görevinede veda edecektim.
İzmit'e gitmeden önce Ankara'da bulunan Eğitim Başmüdürlüğümüze uğrayıp onlarada veda
etmek istedim. Bu arada sevgili YAVRUOĞLU'da Ankaraya bir görev için gidecekti. O nedenle
gidişimi onunla aynı tarihe denk getirdim ve birlikte Ankara'ya doğru yola çıktık.
Harun bey Ankara'da görevini yerine getirirken, ben de arkadaşlarıma veda ettim. Başta
Müdürümüz Mehmet ATILGAN olmak üzere bütün grup arkadaşlarım üzüntülerini belirtip,
yeni görevimde başarılar dilediler.
Onlarla çok güzel anılarımız vardı. Başmüdür yardımcımız Güven bey, grup arkadaşlarımızdan
Mehmet bey, Hasan bey, Serdar ve Vahap kardeşlerim, Ayşe, Necla, Nilgün hocalar ve tabi ki
Mustafa hoca, hepsiyle birlikte özellikle yılda bir yapılan Eğitim merkezleri uyum toplantılarında
öylesine kaynaşmış, öylesine dost olmuştuk ki, Eğitimden, eğitimcilerden ayrılmak o nedenle hiç
kolay değildi.
Uyum toplantılarında gündüzleri her şey, herkes resmi, toplantı saatinde herkes eksiksiz
bir şekilde çalışırken, akşam olup da görevimiz bittiğinde, aramızda Müdür, amir lafı bile
edilmez hepimiz birer arkadaş olarak birlikte gezer, birlikte eğlenirdik. Öyle ki Başmüdür
yardımcımız Güven bey ile bile kol kola dolaşırdık. O da bizlere uyar, gündüzkü resmi havadan
uzaklaşır, hatta zaman zaman çocuklaşır bizi gülmekten öldürürdü.
Yine gündüzleri tam bir yönetici olan Mehmet Atılgan bey de tıpkı Güven bey gibi bizlere
arkadaş gibi davranırdı. Ben bazı arkadaşlardan genç olduğum için zaman zaman biraz çekingen
davranırdım. Mehmet bey Hasan bey ve Ayhan bey her üçüde şiir sevdalısıydı. Yemek yediğimiz
yerlerde ya da akşamları yatakhanede ünlü şairlerden şiirler okurlar, bazen de şarkılar söylerdi.
Bir gün diyemedim ki ağabeyler benim de şiire merakım var diye, bugünkü aklım olsaydı emin
olun onlardan hiç ayrılmazdım.
Aynı zamanda bir boks hakemi olan Vahap bey arada bir anılarını anlatır. Serdar bey ise
en gençlerimizden olduğu için hareketliliği ve esprileri ile tanınırdı. Ve bir de dalgınımız
Mustafa bey tabi ki, şimdi dilerseniz size onun bir dalgınlık anısını aktarayım. Mustafa bey
Ankara Batıkent'de oturur. Oralarda çoğu evler bir birine benzer ama başkasının evine girecek
kadar değil tabi ki, ama bizim Mustafa bey meşhur dalgınlığı ile bu hataya düşer. İş dönüşü
akşam evine gelir, kapıyı aralık görünce biraz şaşırır, salona doğru yürür, salonda bir kadın
oturmaktadır.
-Merhaba, hoşgeldiniz.
-Siz hoşgeldiniz.
Hocamız aklından geçirir " Allah, Allah bu kim ki, her halde bizim Naciyenin arkadaşı,
Naciye(eşi) Nerede ki acaba?" Ardından mutfağa doğru geçer kadın da arkasından takip eder.
Mustafa bey biraz değişik gelse de buzdolabının kapağını açar ve bir şişe su çıkarır bardağa
doldurur tam içecekken yanında ki kadını fark eder.
-Su alır mıydınız?
-Hayır teşekkür ederim, siz buyurun için.
-Naciye hanım yok mu? Nerede bizim hanım...
-Pardon beyefendi siz kimsiniz? Sanırım yanlış eve girdiniz, burası benim evim, Naciye hanım
diye birisini de tanımıyorum.
Bizimki o an yaptığını anlar ve eyvah der, özür dileyerek kazayla konuk olduğu evi terk eder.
Onunla ilgili o kadar çok dalgınlık anısı anlatılırdı ki, hepsini anlatmaya kalksam ayrı bir roman
olur, o ki zaman zaman öğretmenler odası sanıp ders esnasında sınıfa giren, arabasını Rüzgarlı
sokakta park edip, sonra otobüsle İç aydınlık semtinde bir kahveye oyun oynamaya gidip, geç
saatte kahve çıkışında eyvah araba çalındı diyerek hiç kimseye bir şey demeden, taksi tutup evin
yolunu tutan, gece yarısı uyanıp da arabayı nereye park ettiğini hatırlayan, bir dalgın adam...
Belki İşletmede bir yönetici olarak göreve atanmak benim kariyerim için çok önemli bir şeydi
ama, bu güzel insanlardan ayrılmak, onlara veda etmek çok zor oldu.
Yüz yirmi ikinci bölümün sonu
Mehmet Fikret ÜNALAN