Gözümü kapadım… Kulağımda bir müzik “Aşk neyledi beni!”  diyor derinden. Sanki kalbimde okyanus, dalgaları Uranüs, bir yükseliyor bir alçalıyorum, bebeğin beşiğinde ki gibi, Anne sevgisi yerine ilahi aşk ile coşuyorum. Dilimden tekbir geldikçe gözyaşım taşkın seller gibi yayıldıkça, başka bir boyutta ruhen büyüdükçe büyüyorum… Sanki tüm âlemi kaplıyorum.  


 


Gözüm kapakları kilitlenmiş, kalbimden bir sürgüyle mühürlenmiş… Hep arzu ettiğim ilahi aşk ile nereye baksam Allah’ı görüyorum. Birden Hallâc-ı Mansûr gibi, “Enel Hak” diyesim geliyor. Tenden çıkmış, Mühyiddin Arabi’nin asılmasına neden olan toprağım üstünde pir oluyorum, etrafımda nurdan ışık demeti, sağımda Abdulkadir Geylani, solumda İmam Rabbani, gülümsüyorlar! Hoş geldin diyorlar! “Burada ne zalim vardır, ne şiddet ne de şer… Yalnızca aşk, yangınları sararken hissedersin onu, yanmadan bedeninde…” Yanmayı, Hz Ebubekir’in dediği gibi, Tüm bedenimi cehennem kaplayacak kadar o yüce hisle istiyorum, yeter ki aşkım, Allah’ım razı olun!


 


Dönüyorum sonsuzda, sanki Kâbe çevresi kâinat, etrafımda melekler, her biri bir yıldız kümesi, hepimiz birlikte aşkla dönüyoruz. Ne düşünüyorum, ne kaygım var, ne umutlarım, ne de dünyalık azık korkusu… Neden bu kadar bekledim ki şu kahrolası lanetli dünyada! Neden bu mutluluğumu erteledim ki? Bir ömür dolaştım durdum, serseri gibi pervasızca. Neden Hep ben dedim ki, neden bu ilahi aşkı tanımadım ki… Neden bu huzuru görmezden geldim. Neden bu bendeki bize yabancı kaldım ki… Dönüyor başım, her gördüğüm sonsuz, tüm varlık sebebim ilahi aşk… Uykuyla geçen, rüyalarla kandırdığım her ana acıyorum! Şu olsun bu olsun deyip de geçen ana, bir nefes bir solukla geçen ana, kızıyorum. Neden perdeyi açmadın dercesine, haykırıyorum! Neden ruhumu hapsettin, dünyayı demir parmaklık olarak önüme koydun ki… Neden o demiri eritemem diye, aşağılandım, kendimi güçsüz hissettim ki… Olumsuz kelimeleri seçtim, onun altında ezildim ki…


 


Kapatınca gözlerimi görür oldu gerçekten gözlerim. Ölüden, cesetten başka bir şey olmayan madde âleminde kör dolaşmışım, anladım. Görüyorum demişim boşu boşuna! Ayağım yere bastığımda emniyetteyim sanmışım, uçmaktan korkmuşum. Basınçlara mahkûm, soğuklar etmiş tahakküm. Tırmanırken düşeceğim diye seyretmişim tırmananları yalnızca. Korkulmayacak her şeyden korkmuşum. Canımı vermekten korkmuşum. Ölümden korkmuşum. Aşka kavuşmayı ertelemişim böylece!  Elbette, aşkı inatla ölümlüde aramaktan, gerçek aşkın, aşkım çekirdeğini görememişim. En küçüğünü-mikroyu öğrenmek yerine en büyüğünde aramışım ermeyi. En büyüğünü yakalayım derken, hep daha da büyümüş ereğim. Bulamayacağım diye üzülmüşüm, kendimi yemiş bitirmişim. En küçüğünü gördüğümde, kendimi kaybolmuş gördüm. Ama ne sıkıştım, ne de azap çektim. Ne varsa üzerimde attım, yok oldum ya… O yokluk içinde, başka bir âlemde var oldum. Bu varlık, gerçek aşkın içinde döndürdü başımı. Döndüm yeniden döndüm… Uçtum mu, ışık hızını mı aştım bilemedim.


 


Aç gözünü ey insan, gördüğün dünyaysa, sen yaşamıyorsun demektir. Çokça kapat gözlerini, alıştır dediğim boyuta bir an önce. Sonra aç gözünü, ne kadar küçüldüğünü idrak edene kadar yap bunu. O âleme ölmeden gitmek gerek, tanımak gerek…  İlham zenginliği dolu âleme, huzur ve aşkın bolluğu dolu gerçek âleme, son vermek gerek eleme! Ne olur çok uyuma, rüya görürüm diye kendini harap etme! Tanı, ama dünyayı değil, onu yaratan sanatkârı…


 


Saffet Kuramaz

( Tanı, Ama Dünyayı Değil, Onu Yaratan Sanatkârı başlıklı yazı safdeha tarafından 9.02.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.