II.2.4) Bakara suresi:

 

                        “Bir zamanlar Rabbin meleklere: “Ben, yeryüzünde bir halife yapacağım (yeryüzüne bir halife atayacağım).” demişti de onlar şöyle konuşmuşlardı: “Orada bozgunculuk etmekte olan, kan döken birini mi halife yapacaksın? Oysaki bizler, seni hamd ile tespih ediyoruz; seni kutsayıp yüceltiyoruz.” Allah şöyle dedi: “Şu bir gerçek ki ben, sizin bilmediklerinizi bilmekteyim.”” (2/30)

Allah, Adem’i yeryüzünde halife yapacağını ya da yeryüzüne bir halife atayacağını söylüyor; cennete değil. Aslında cennedi bilinç, zaten halifelik bilinci olan bilinçlerin bilinci olduğundan, cennete halife yapmak ya da atamak manasız olabilir. Bu ayeti, Allah Adem’i cennette yarattı ancak daha sonra dünyaya kovacağını biliyordu, o nedenle yeryüzüne halife atayacağım yada yeryüzünde bir halife yapacağım dedi şeklinde yorumlayanlar vardır. Ancak zorlama olduğu anlaşılan bu yorum, Kur’an’ın bütününe bakıldığında da, yukarlarda yer yer üzerinde durduğumuz gibi, mesnetsiz kalır. Bu ayette, daha önce üzerinde durmadığımız için diyebiliriz ki, asıl meleklerin cevabı ilginçtir. Çünkü bu cevap, meleklerin, yeryüzünde bozgunculuk edilip kan döküldüğünü bildiklerini gösterir. Zira hali hazırda yeryüzü yaratılmış durumdaydı ki Allah oraya halife atamaktan bahseder. Meleklerin, yeryüzündeki diğer canlı oluşumlara bakarak yeryüzünde vahşetin hüküm sürdüğünü bildikleri söylenebilir. Ancak zihni kıyaslama yetisinden uzak olan meleklerin, böyle bir çıkarımdan çok, o anda, yeryüzünde hâlihazırda yaşamakta olan insansılara bakarak bunu söylediklerini ileri sürmek, daha mantıklıdır.

                         Melekler, hamd ile Allah’ı tespih etmelerine rağmen, Cebrail’in Allah katına çıkamayıp Hz. Muhammed’in çıktığını da hatırlarsak (miraç hadisesi ve hadisi), Allah’ın halifesi olabilecek bir yapıda olmadıkları anlaşılıyor. Bu ayette, anlattıklarımızla ilişkili olan bir önemli konu da, Allah’ın yaratacığım değil de, yapacağım demiş olmasıdır. Çünkü Allah, öncesinden zaten sünnetullaha uygun olarak, vesileler zinciriyle Adem’i yani insanlığı bedenen yaratmıştı. Burda, daha önceki aşamalarda yaratmış olduğu bir varlığı, halife yapmaktan yani ruhi yönden güçlendirmekten bahsettiği içindir ki, yapacağım diyor. Yine melekler bu daha önce yaratılmış olan varlığın kan dökücü ve bozguncu yapısını bildikleri için Allah’ın hikmetini anlayamıyorlar.

                        Kur’an’i ifadeyle, Allah’tan başkası gaybı bilemeyeceğine göre, Hamdi Yazır’ın dediği gibi, gaybı bilemeyen melekler, insanın kan döküp bozgunculuk yapacağını nereden bilmişlerdir? Demek ki bu gerçeği, geleceğe yönelik bir tahmin ya da kehanet olarak değil, bizzat geçmiş bilgilerinden, yani bizzat kendi gözlemleriyle bilmekteydiler. Hamdi Yazır şöyle der: “Çünkü bu ayetlerde anlatılan insanın ilk yaradılışı değil, halife yapılmasıdır. O nedenle Allah, halife yaratacağım demiyor da halife yapacağım diyor. Çünkü insanı zaten yaratmıştır; söz konusu olan şey, yarattığını “belli bir kıvama getirip” geliştirmektir.” Melekler de, zaten öncesinden yaratılmış olan insanın kan dökücü ve bozguncu tabiatını haliyle bilmekteydiler. Ya da bildiğimiz manada insanın ataları olan dünya canlılarının böyle özellikler sergilemelerinden çıkarım yaparak, dünyevi bir varlık olarak insanın da kan dökücü olacağına hükmetmişlerdi. Ancak meleklerin bilgisi, yukarda kısaca belirttiğimiz gibi, kavramlar arası bir çıkarım yaparak değil, Allah’ın bildirmesiyle direk olarak oluşan bilgidir. Allah’ın yarattığı alemlerden bir alem olan dünya hayatını ve bu hayattaki insan yada insansıları gözlemleyerek Allah’ın bilgisine mahzar olduklarını söylemek, daha mantıklıdır. Prof.Dr. Süleyman Ateş şöyle der: Adem’in yeryüzünde yaratıldığı, ayetlerin kesin ifadesidir. Adem, dünyadaki bahçelerin birinde yaratılmıştır. Adem’den çok önce yaratılmış olan insan, henüz olgunlaşmadığı için, kan dökücü, bozguncu, barbar idi (Gerçi bu kötü özelliklerinden, istisnalar hariç, hala kurtulamamıştır, çünkü nede olsa bir yönüyle dünyevi bir varlıktır). Ancak büyük bir öğrenim gücüne, eğitimle uslanıp yüksek ahlak sahibi olma yeteneğine sahipti. İşte yüce Allah, insanın bu yönünü bilmeyen meleklere, Adem’in öğrenim ile ilerleyeceğini, dillerin kökeni olan isimleri bulup, bunlardan diller yapacağını, dil ve yazı ile somut hale getireceği ilimde çok ileri düzeye ulaşacağını, bundan dolayı insanın halifeliğe layık olduğunu bildirmiştir. Melekler, eşyadaki tekamülün gitgide ilerleyip Adem’i meydana getirmek üzere olduğunu görmüştür. Ama ondaki akli ve ruhi, yeteneklerin olgunlaştırılacağını, Adem’in ruhen olgunluğa eriştiğinde melekleri dahi geçeceğini bilememişlerdir (ki kendi ifadeleriyle, Allah’ın kendilerine bildirdiklerinden başkasını bilemezler)  ki bunun üzerine Allah onlara hitaben, “Ben sizin bilemediğiniz şeyleri bilirim.” demiştir (Bu ve benzer ayetlerde Allah’la meleklerin konuşması da, Allah’ın kendi bildirdiklerinden başka bilgisi olmayan meleklere, Adem’in halife olacağı gibi yeni bilgileri bildirmesidir. Bunun sonucunda melekler, bunu da bilmiş, ve Adem’e secde ederek kabul etmiş, ancak şeytan, saf ve tam anlamıyla melek olmadığı için, kabul etmemiştir.). 

Tevrat Tekvin bölümü, 2/7-8’deVe Rab Allah, yerin toprağından Adam’ı yaptı (dikkat edelim burada da yarattı değil yaptı deniyor) ve onun burnuna hayat nefesini üfledi ve Adam yaşayan can oldu. Ve Rab Allah, şarka doğru Aden’de bir bahçe dikti ve yaptığı adamı oraya koydu.” denerek Adem’in dünyada yaratıldığı ve söz konusu cennetin dünyada bir bahçe olduğu anlatılır. Sırası gelmişken belirtelim, Adem ismi, İbrani kökenli olup, Tervat’ın Tekvin bölümünde, “Adam” olarak çok sık geçer. Hz. Adem, diğer din ve dillerde de değişik biçimlerde adlandırılmıştır. Hamdi Yazır’ın dediklerine göre, “Ebu’l Beşer’in (Beşerin babasının) çeşitli dillerde başka başka isimlerle yâd olunduğu naklediliyor. Şehristani’nin El- milel ve’n Nihal’deki açıklamalarına göre, Mecusilerden Küyumseriye grubu, “Keyumers, Adem’dir derler.” Hint ve Acem tarihlerinde de benzer isimler vardır. İbnü Esir de, “Kamil’inde, mecusun Ceyumers dediği Hz. Adem’dir diye zikreder.”

Ve Âdem'e isimlerin tümünü öğretti. Sonra onları meleklere göstererek şöyle buyurdu:  “Hadi, haber verin bana şunların isimlerini, eğer doğru sözlüler iseniz.”” (2/31)

Meleklerin isimleri, yani Allah’ın sıfatlarını tüm yönleriyle bilememeleri, onların tabir yerindeyse sadece bir robot gibi, yalnız programlandıkları isimler yönünden Allah’ı zikirleri nedeniyledir.

Dediler ki: “Seni her türlü noksandan yüce tutarız. Bize öğretmiş olduğunun dışında bilgimiz yok bizim. Sen, yalnız sen Alîm'sin, her şeyi en iyi şekilde bilirsin; Hakîm'sin, her şeyin bütün hikmetlerine sahipsin.” (2/32)

Bize öğretmiş olduğunun dışında bilgimiz yok diyerek melekler, yukarda kullandığımız robot tabirini haklı çıkartmaktadırlar ki Adem’e Allah tüm bilgileri bahşettiği yada tüm sıfatlara erişebilecek bir yaradılış uygun gördüğü halde, meleklerin her birine, vazifesi doğrultusunda, kısım sıfatlar üzerinden yaradılış vermiştir. Zira gelecek kitaplarımızda üzerinde duracağımız gibi, melekler, esma aleminden* efal alemine sıfatları yansıtıcı manasal bilinçli terkipler olduğundan, her meleğin yansıttığı sıfat ya da sıfatlar birbirinden farklı olup, bir meleğin ya da mananın tüm sıfatları yansıtması mümkün değildir.

Allah buyurdu: “Ey Âdem, haber ver onlara onların adlarını.” Âdem onlara onların adlarını haber verince, Allah şöyle buyurdu: “Dememiş miydim ben size! Ki ben, göklerin ve yerin gaybını en iyi bilenim, A'lim'im. Ve ben, sizin açığa vurduklarınızı da saklayageldiklerinizi de en iyi biçimde bilmekteyim.”” (2/33)

 

Muhammed Esad, şöyle der: “Hz. Âdem’e Allah tarafından öğretilen isimlerin neler olduğu konusunda farklı yorumlar yapılmıştır. Bundan daha önemli olan, insan üzerinde konuşma, öğrenme olmak üzere iki büyük mucizenin gerçekleşmiş olmasıdır. Bu özellikleriyle insan nesli, diğer bütün yaratıklardan farklı bir işlev görecek ve yeryüzünde “halife” ünvanına lâyık bir yer işgal edecektir.”  Bize göre ise, daha açık bir ifadeyle isimlerin manası, Allah’ın isimleridir. Gerçi Hamdi Yazır, “(7/31)’ de geçen isimlerin hepsi tabiri ve (2/33)’ de geçen bunları onlara isimleriyle haber ver deyişi, bu isimlerin Allah’ın isimleri olduğunu düşünmemize engeldir.” dese de, yine bu büyük tefsircinin de dile getirdiği gibi, isimler çok, Allah ise birdir. İsimler Allah’ta yok olucu olup, Allah’ın zatını tam anlamıyla kuşatamazlar. İsimler birer yol gösterici ve gerçeğin bir yönüne yapılan işaretlerdir. Tüm isimlerin tek manası, Allah’tır.

 

                       Bahsettiğimiz üzere, demek ki halife olmak için, yalnız meleğe has özellikler yeterli değildir. Hz. Adem’in dilin esası olan isimleri birdenbire bir bilişle değil, öğretti dendiğine ve öğrenmenin anlamına göre, bir yetenek ile, az çok azar azar ilerleme halinde kavradığı anlaşılır. Sonuç olarak, Hamdi Yazır ve Prof. Dr. Süleyman Ateş’in üzerinde durdukları gibi, Adem, isimleri konuşmuştur. Demek ki Adem’den önceki yaratıklar, lisan diyebileceğimiz bir konuşma tarzından mahrumdular, ve bunun için de insan değildiler.  Meleklerde ise bizatihi kelam*  sıfatının olmadığı, ancak ilim sıfatında bir hisse bulunduğu anlaşılır. Ayetlerde geçen Allah’la meleklerin konuşması da, kelami (lafızsal), bir konuşma değil ilmi olarak bilme halidir. Yani Allah ile meleklerin konuşması, ismin (yani gerçeği simgeleyen, gerçeğin vekili olan suretin) karışmadığı ve bizzat hakikat üzerinde olan bir ilmi cereyandır. Öyleyse meleklere olan kelamın hakikati, ancak manadan ibarettir. Lafsa ve isme ait suretler değildir. Aslında asıl ilim, mutlak hakikatin kendisidir ve kelam, ilmin bir tecellisi, ilmin göstergesi olan bir şekli biçimdir. Yani salt ilimde mutlak hakikatin bir belirişi, kelamda ise simgesel ve vekil tarzında tecellisi vardır. Çünkü isim salt kendisi olarak bir şey olmayıp bir şeyin temsili ya da vekilidir ve isim demek, bir şeyi zihne yükseltmek için alamet ve delil olan şey demektir.” Benzer şekilde Adnan Fırat da, “Dil; sembolleştirme, zihnin nesneye müdahalesi veya zihnin iktidarıdır.” der. Hamdi Yazır, Ademin kabiliyeti olan ismin bu vekillik özelliğinden dolayı Adem’in Allah’ın vekili yada halifesi olduğunu söyler. Ama bu yorumda, sanki vekil olanın, asıl olana daha yakın olandan üstün tutulduğu izlenimini ediniyoruz. Zira bizzat isimleri bilmek çok önemli olmayıp, isimleri bilmenin önemi, isimlerin simgelediği manaları bilmeden kaynaklanır ki, melekler bizatihi zaten bu manaları direkt olarak yani isim gibi bir vasıtaya tutunmadan bilme halini yaşayan varlıklardır. Öyleyse bu düşünce biçimine göre, neden insan meleklerden üstündür? Bunun olası bir cevabı, meleklerin sadece belli manasal terkipler olmaları dolayısıyla ancak belli manalarla sınırlanmış olmaları, insanların ise tüm manalara, ismi bir kalıp aracılığıyla da olsa açık olmaları şeklinde verilebilir. İşte bu yorumla bu manalar, Allah’ın sonsuz sıfatlarından gelen sonsuz manalar olması nedeniyle, Adem Allah’ın her türlü sıfatına vekil olabilecek bir zihni yapıya sahiptir (“isimlerin tamamını öğretti.”). Bu durumda da aslında ayetlerde geçen isim terimi, bahsettiğimiz üzere, bir yönüyle Allah’ın isimleridir. Yani Adem’in Allah’ın bütün esmalarının tecelli mahalli olabileceği gerçeğine işaret eder. Aslında bu düşüncelerden hareketle de denmiştir ki Melekler ancak nass yani dini delille amel ederler.” Yani sadece Allah tarafından kendilerine bahşedilmiş bilgilerin sınırları içinde yaşarlar. İnsan ise kıyas yapma özelliğiyle bilgilerden bilgiler üretme, tez, antitez ve sentez kavramlarını zihininde oluşturabilme yeteneğine sahiptir. Ancak şeytanın insanın ayağını kaydırabilmesi de, insandaki bu yetenekten kaynaklanır. Zira melekler günah işlemezler çünkü onlarda sentez yapma yoktur. Birebir mevcut verileriyle hareket ederler. Yani Allah’ın fıtratından şaşamazlar. Ancak insan, fikri cereyanını, mutlak hakikati inkar edici yönde de kullanabilir. Bu yönde de mevcut verileri kıyaslama yoluna gidebilir ki işte bu, yine aynı özellikten dolayı, şeytanın etkisiyle saf fıtratından uzaklaşarak, fıtratında olan kıyaslama yeteneğinin ayağının kaymasına neden olması demektir. Yani şeytan insanı, insanın kendisiyle vurur. Bu nedenle Ademin dikkatini yasak ağaca yani kendi bedensel ve/veya zihinsel izafi zatına çekmiştir. Hamdi Yazır der ki, “Şeytan için Kur’an’da “Rabb’inin emrinden (dışarı) çıktı.” (17/50) denir. Ancak Allah böyle bildiği için o kafir olmadı, o kafir olacağı için Allah onu öyle biliyordu ve öyle takdir etmişti.” Demek ki şeytanda da, insanda olduğu gibi bir cüzi irade* vardır ki bu iradeyle Allah’ın yolunda gitmesi ya da bu yoldan çıkması, kendi seçimi olur ve buna göre cezasını da kendisi hak etmiş demektir. İşte şeytanı meleklerden ayıran da bu irade serbestliğidir.

O vakit biz meleklere, “Âdem'e secde edin” demiştik de İblis dışında tümü secde etmişti. O ise bundan kaçındı ve büyüklük taslayarak (kibre saparak) kâfir (nankörlerden) oldu.”(2/34)

Muhammed Esad bu ayet için şöyle der: “Secde emri, Hz. Âdem’in şahsında, insan nesline verilmiş olan yetenek ve görevlerin büyüklüğünü ve bu özellikleriyle insanın diğer bütün varlıklardan üstün bir duruma erişmeye aday bulunduğunu göstermektedir.” Burada şeytanın kibire sapması, belki de bazı İslami yorumcuların dediği ve az önce bahsettiğimiz gibi, salt meleki bir varlık olmadığını, yine Kur’an’da da geçtiği üzere, cinler sınıfından olduğunu ortaya koyuyor. Zira hep söylüyoruz, melekler, programları dışına çıkmayan varlıklardır. Hamdi Yazır’a göre, Allah’ın yarattıktan sonra meleklerin secdeye kapanması, Zat’ın ve sıfatın taktir sıralamasını gösterir. Yani Allah, bizzat Zati olarak yaratır ve sıfati olarak da yarattığını bilir. Daha da açarsak, Allah’ın yaratma ve yaratıcı anlamına gelen isimleri sıfat olsa da, bizzat O’nun vasıflarıdır. İlim gibi vasıfları ise, daha çok sıfatidir. Bu açıdan bakıldığında Allah’ın Zat’ı, sıfatlarından ve dolayısıyla sıfatlarına dayanarak oluşta olan en derun katmanda melek, daha dış katmanlarda insan gibi yaratılmış bilinç ve maddelerden ayrıdır.

( Ya Hu Ve Adem- 2. Bölüm Adem Ve Evrim -11- başlıklı yazı KENAN KOÇ tarafından 3.02.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu