Hikaye / Yaşamdan Hikayeler

Eklenme Tarihi : 3.01.2017
Okunma Sayısı : 1297
Yorum Sayısı : 2


Gençliğimin bu dönemini oğlum Barış yirmi yaşına gelinceye kadar hiç kimseye anlatmadım ve 
yıllarca yüreğimde taşıdım. Oğlum yirmi yaşına geldiğinde ilk defa onunla paylaşmak istedim ve
 paylaştım.

Bizim döneminin bir çok genci özellikle Üniversite öğrencisi olanlar 12 Eylül 1980 döneminde 
benim yaşadıklarımı, belkide daha ağırını yaşamışlardır.

Ben üniversite öğrenciliğim sırasında çeşitli olaylar nedeniyle bir kaç defa nezarette kaldım. Bir
defa haksız yere mahkemede yargılandım ancak hapis cezası almadım, para cezası ödedim. Hiç bir 
zaman kurşun kalemden başka elime silah almadım, kimseyi öldürmedim, yaralamadım. Mitinglere 
katıldım ancak ya izinli olanlarına ya da ufak tefek gösterilere. Bildiri dağıtmadım, duvarlara yazı 
yazmadım. 

Daha önemlisi hiç bir örgüt üyesi değildim. Sadece Okulumuz öğrencilerinin kurmuş olduğu yasal 
bir Dernek üyesiydim. Hiç bir siyasi partiye de kaydım yoktu.

O nedenle olası bir askeri darbede hedef olabileceğim, potansiyel bir suçlu olacağım hiç aklıma
gelmemişti.

"Her şey aslında bir gecede oldu. On iki  Eylül bin dokuz yüz seksen saat 03.00'de tanklar şehirlerde 
gezmeye başladığında bu aynı zamanda yeni bir dönemi işaret ediyordu. Bu tarihten sonra birçok şey 
eskisi gibi olmayacaktı, olmadı da..."

" Cuma günü saat 03.59'da Türkiye radyoları (TRT) İstiklal Marşının çalınmasıyla birlikte yayına 
geçti. Daha sonra anons yapılmadan Harbiye Marşı çalındı. 

Marşın bitiminde Genelkurmay ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Kenan Evren imzasıyla yayınlanan Milli Güvenlik Konseyinin bir numaralı bildirisi okunmaya başlandı. Bu bildiriyi beş bildiri 
daha izledi." Ve sonrası malum...

Ben yaşlardakiler bin dokuz yüz seksen öncesi öğrenciliğin ne demek olduğunu çok iyi bilirler. 
Tabi ki On iki Eylül darbesini de. 

O gece aynı evi paylaştığım üç arkadaş ile birlikte On iki Eylül Cuma günü saat On birde yapılacak 
olan  "Maliyet Muhasebesi" sınavı için geç saatlere kadar çalışmıştık.

Yaklaşık saat üç gibi yatmaya karar verdik. Meğer o saatlerde Türkiye'de neler oluyormuş.

Aslında dört arkadaştan hemen hiç birimiz aşırı uçlarda yer almamış. Siyasete fazla karışmamıştık. 
Ancak hepimiz Okulumuzun derneği olan "Akademi-Der." üyesiydik. Bu Dernekte Eskişehir 
Yurtsever Devrimci Gençlik Derneğine bağlıydı.

Üç arkadaşım kısa sürede derin bir uykuya dalmışlardı. Bense yapı itibariyle çok kolay uyuyamam. 
Hele ertesi gün önemli bir şey varsa. Önemli bir şey benim için o gece ertesi günkü sınavdı. Nereden 
bilirdim ki, yalnız beni değil tüm ülkemizi bağlayacak daha önemli bir şey yaşanacakmış.

Sabah ezanını dinlediğimi hatırlıyorum. Ezandan yaklaşık bir saat sonra bakkala giderek kahvaltılık 
bir şeyler almayı düşündüm. Kahvaltıyı hazırlayıp arkadaşları uyandıracaktım.

Eskişehir'in Eski bağlar semtinde beş katlı bir apartmanın en üst katında oturuyorduk. Burası bir 
öğrenci eviydi. Ama hiç bir komşumuza rahatsızlık vermemiştik. Hatta benim yaptığım bir şey 
neticesinde bazı komşular bize sempati bile duymaya başlamışlardı.

"Bir bahar gecesi arkadaşlarla birlikte terasta yemek yiyorduk. Alkole alışık değildim, sesimde pek
güzel değildir. Makam  usulde bilmem. Ancak o akşam biraz alkol alınca beni çarpmış olacak ki, o 
dönemin meşhur şarkılarından sözleri Sabahattin Ali'ye ait olan Aldırma gönül şarkısını yüksek 
sesle söylemeye başlamışım. Bu da yetmiyormuş gibi, şarkı bitince arkadaşlar alkışlayınca bir of 
çekmişim ve ardından hiç kimse şurada genç öğrenciler oturuyor deyip de bir gün bir kap yemek bile 
getirmedi. Nasıl bir şehir burası yahu demişim" Ertesi akşam kapımız iki defa çalındı, iki ayrı komşu 
kızı annem gönderdi diyerek bize yemek getirdi."

O günden sonra komşu amcalar, teyzeler bizi gördüklerinde selam vermeye başladılar. Her gün 
olmasa da sık sık yemek göndermeye başladılar. Hatta bir kaç lise öğrencisinin annesi bizden 
çocuklarına ders çalıştırmamızı istedi. Arada çocuklara ders verdik. Zamanla sadece apartmandakilerle 
değil mahalleli ile  bile kaynaştık. Herkes bizi çok seviyordu.

Eskişehir'de Hıdırellez kutlamaları çok güzel olurdu. Bir Hıdırellez gecesi bütün sokak ateşin 
etrafında toplanmış şarkılar söylüyordu. Bizse terastan onları izliyorduk. Aşağıdan birisinin 
"Oğlum ne bakıyorsunuz oradan" sözüne önce kızdığını düşündük, çünkü bir sürü genç kız vardı. 
Ama adam  "Siz bu mahallenin çocuğu değil misiniz? İnseniz ya aşağı" deyince, sevinçle aşağı koşup 
aralarına katıldık."

Mehmet Fikret ÜNALAN
Kırk Üçüncü bölümün sonu

( Bin Dokuz Yüz Seksene Doğru Kırk Üçüncü Bölüm başlıklı yazı MehmetFikret tarafından 3.01.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.