B-)  BİG-BANG TEORİSİ

            Amerikalı astrofizikçi Hugh Ross yaradılışı şöyle açıklar: “Ateizm, Darwinizm ve 18. yüzıldan başlayıp 20. yüzyıla kadar uzanan felsefelerden doğan tüm "izm"ler, evrenin sonsuzdan beri var olduğu varsayımına, bu yanlış varsayıma dayanmışlardır. Big Bang'ın tekilliği ise, bizleri evrenin ardında yer alan bir Sebep'le yüzyüze getirmiştir ki, bu Sebep, hayat dahil her şeyin asıl kaynağıdır. Bu sebebe dayanarak oluşta olan cansız dünyada atomların ne kadar hassas dengelerle düzenlendiklerini, canlı dünyada ise bunlar kullanılarak yapılan proteinler, enzimler, hücre gibi yapıların ne denli olağanüstü mekanizmalar olduklarını gözlemleyebiliriz.”                                             

            İşte bu sebep, evreni gözlemlediğimizde karşımıza çıkan planlamanın ve yaradılışın kurucusu olan sebeptir. Bu Sebebin dayanağı olan Yaratıcıyı ise evren içre gözlemleyebilmek muhal olup,( o ancak yarattıklarının vasfında kendini gösterebilir) bu, onun evrenden aşkın olması gerekliliğininden gelir. Bu düşünce, varlığın evrenin birinci açıklaması ya da yoludur. Evreni yaratan ondan aşkın bir gücü kabul etmememiz halinde mevcut olur. Bu evrenin tek açıklaması, evrenin sonsuza kadar uzanan bir madde yığını olduğu ve bu halin sonsuz zaman içre sürüyor olması gerekliliğidir. Evrendeki dengenin, evrenin kendi eseri olabilmesi için, evrenin ezelden ebede oluyor olmasıdır ki;  bu da ikinci yoldur. Ancak ikinci yola göre de, evrende gözlemlediğimiz hiçbir şey mutlak yaratıcı olmayıp, evrenin kendisi yani düşünebileceğimiz her noktası yaradandır. Yani evrende nereye gidersek gidelim Allah’la karşılaşamayız. Çünkü yoktur ve böyle bir evren içre olması da mümkün değildir.

            Bu durumda Allah’a inanan ve inanmayanların ; yani 1. ve 2. yolun ortak noktası, ironik bir bakışla, Allah’ın evren içre gözlemlenemeyeceği gerçeğidir. Fakat Allah’ın olmaması halinin kabulü, ancak, evrende bize yaratılmışlık olarak gelen oluşumun evrenin kendisinden kaynaklandığını felsefi temelde ispatlamakla mümkün olabilir. Ya da 1. yola yönelip, gözlemlediğimiz yaradılışın, evren içre herhangi bir yerde bulunan bir yaratıcının değil, boyutsal özdeki madde ötesi bir yaratıcının işi olduğunu kabul etmek gerekir. Öyleyse bu iki yoldan başka izah yoktur. Bazı düşünürler, Allah’ın mesela denizin balıkları, atmosferin bizi kuşatması gibi evreni kuşattığını söylerler. Ama bu insanlara göre, aslında evren ve yaratıcılığı ikiliği söz konusudur. Bu fikrin , iyice düşünüldüğünde muhal olduğu ortaya çıkar. 1. yolu kabul eden İslama göre ise, her şey Yaradan’dan südur etmiştir. Evren, Allah’ın varlığıyla ve varlığından mevcuttur. Ancak Allah, evrenin varlığıyla sınırlı değildir. İşte bu kabulün zıddı olabilecek tek açıklama, maddenin eğer Tanrı tarafından yaratılmamışsa, ezeli ve ebediliğini, zaman ve mekânda sonsuzluğunu kabul etmektir.( ki materyalizim olarak isimlendirilir. )

            Materyalizmin bu görüşünün, özellikle son dönem bilimsel gelişmelerle kabul edilmesi mümkün olmadığından (çünkü bilim bugün, aşağıda açıklayacağımız üzere, maddi evrenin bir yaşının olduğunu yani ezeli ve ebedi olmadığını ortaya koymuştur.) bu düşüncede şöyle bir iyileştirme yapabiliriz: Madde; gözlemleyip madde diyebileceğiz formda olmasa da, şu anda, geçmişte veya  gelecekte farklı bir forma bürünmüş olsa ya da bürünse bile aslen gerçekte olan o dur. Maddi özün, gözlemlediğimiz hale gelerek madde kalıbına bürünüşü dolayısıyla maddi âleme bir yaş biçebiliriz. Ancak dayanağı olan öz, ezelden ebede vardır. Ancak bu durumda, materyalizm, ister istemez bir nevi panteizme bürünmüş olacaktır. Dolayısıyla materyalizm ve panteizm, Allah’a ait vasıfları maddeye ya da özüne ve son tahlilde evrene vermektedir. Allah’ı inkâr için bunu da yapmak zorundadır. Çünkü daha önce de üzerinde durulduğu gibi, bu vasıfların evrende bir şekilde olması zorunludur. Örneğin herşey değişiyorsa değişmeyen birşeyin, ezelden ebede olan varlığın bulunuyor olması zaruridir ki; şu anki değişim üzre varlıklarını devam ettiren tüm varlık âlemi ona dayansın. İşte materyalizmin dediği, bu değişmez ve ezelden ebede olan şeyin maddenin ve evrenin özü olduğunu ancakü, bu özde bir doğaüstü ya da evren üstü güç bulunmadığını belirtmekten başka bir şey değildir.

            İşte tam bu noktada ezelilik ve ebedilik vasfını, madde ya da onun özü almış olur. Bu vasfı maddenin alması, çok basit olarak sadece yıldızların maddi varlığını ele aldığımızda bile, kabul edilebilir bir görüş olamaz. Yıldızları oluşturan hidrojen gazı, nükleer tepkimeyle helyuma dönüşmektedir. Bu yıldızların muazzam enerjilerinin de kaynağıdır. Eğer maddi evrenin bir başlangıcı olmayıp madde sonsuzdan geliyor olsaydı, yıldızlardaki tüm hidrojenin tamamen tükenmiş ve helyuma dönüşmüş olması gerekirdi. Bu noktada belki sonsuz başlangıç noktasına şu anda yakın olduğumuz, o yüzden yıldızların yakıtlarının daha tükenmemiş olduğunu söylemek muhaldir. Çünkü sonsuz başlangıca yakın olabilecek bir an da yoktur aslında. Sonsuz başlangıç fikrini kabul ettiğinizde, bir başlangıç noktasından bahsetmek abes olur ve sonsuz son fikri de kendiliğinden kabul edilir. Yani ezelden olan şey, ebede olmak durumundadır. Fakat yıldızlarda bulunan hidrojen gazının henüz tükenmemiş olması ve bu gazın sürekli helyuma dönüşerek enerji üretmeye devam etmesi, maddi evrenin sonsuz olmadığının ve bir başlangıcı olduğunun, dolayısıyla sonu da olacağının (örneğin bünyelerindeki tüm hidrojenlerin helyuma dönüşerek, tüm yıldızların, deyim yerindeyse, ölecekleri anın öngörülebilmesi gibi) kanıtlarından birini oluşturmaktadır.

            Öyleyse ezelilik ve ebedilik maddi evrene değil, belki ancak onun özüne verilebilir. Bu durumda da yukarda belirtildiği gibi bir nevi panteizm kabul edilmiş demektir. Maddesel öz, ezelden ebede olarak vardır ve içinde bulunduğumuz evrensel kesitte, maddi olarak yansımaktadır. Ama bu maddi evrenin sonunda, maddi evrenin başında olduğu gibi, tekrar sadece özsel haliyle mevcut olma durumuna dönecektir. Öyleyse bu öz, şu anda da gözlemlediğimiz maddi halinin haricinde halen mevcut olmalıdır ki madde ona dayanarak olsun. Yani bir nevi suyun buz haline geldikten sonra da buz içinde mevcut oluyor olması gibi. Öyleyse bu öz, şu anda da sadece madde kalıbı içinde olmayabilir. Şu anda da maddeye bürünmüş ve bürünmemiş halde mevcut oluyorda olabilir. İşte bu noktada, panteizm düşüncesi de yavaş yavaş 1. yola dönüşmeye başlar. Öz, gözlenen evrenin haricinde de oluyor olmalı hatta gözlenen evreni bilinçli bir şekilde oluşturuyor olmalıdır. Aksi hal, bizi maddede ve sadece maddi yönden ele alındığında maddenin bir uzantısı olan insanda açığa çıkmış olan bilincin kaynağının meçhul olmasına götürür. Evrende gözlenen oluşun bilinçsiz bir özden geliyor olması bizim gibi düşünen 1. yol mensupları için olamayacak bir şeydir. Ancak aksini düşünenlere hiç şüphesiz olarak kabul ettirebileceğimiz bir gerçek de değildir. Sonuçta tüm bu felsefi ve bilimsel çıkarımlar inanç noktasında kitlenip kalır. Ama en azından bilimsel ve felsefi çıkarımlarla, ezelilik ve ebediliğin olması gerektiği ve bunun da maddenin bizatihi kendinde değil, ancak özünde olabileceği şüphesiz bir biçimde ortaya sürülebilir. Bundan ötesi ise, kişinin kendi sağduyusuna bırakılmak zorundadır.

            Ancak bu konuda; aşağıda ve ilerideki paragraflarda, Harun Yahya’dan yararlanarak birkaç söz söylemekle yetinebiliriz. Örneğin ; bir kitabın maddi olarak kağıt ve mürekkepten oluşması, ama içindeki bilginin ne kağıttan ne de mürekkepten gelmemesi, kaynağının kitabı yazanın zihni oluşu gibi… Maddi âlemde ki bilginin yada bilincin kökeni de maddenin kendisinden olamaz. O halde; maddenin bilgi içermesi, ancak bu bilgiye sahip bir bilinç tarafından, bilginin aynası olarak (kitabın, zihnin aynası olarak kullanılışı gibi) yansıtılmasının sonucudur. Bu konuda, Alman Federal Fizik ve Teknoloji Enstitüsü'nün yöneticisi Prof. Dr. Werner Gitt, DNA hakkında yazarken, şunları söyler: Bir kodlama sistemi, her zaman için zihinsel bir sürecin ürünüdür. Bir noktaya dikkat edilmelidir; madde bir bilgi kodu üretemez. Bütün deneyimler, bilginin ortaya çıkması için, özgür iradesini, yargısını ve yaratıcılığını kullanan bir aklın var olduğunu göstermektedir. Maddenin bilgi ortaya çıkarabilmesini veya bilginin madde içinde kendi kendine ortaya çıkmasını sağlayacak hiçbir bilinen doğa kanunu, fiziksel süreç ya da maddesel olay yoktur...” Ünlü Fransız zoolog Pierre Grass'ye göre de, Darwinci açıklamayı geçersiz kılan en önemli gerçek, hayatı oluşturan bilgidir: Herhangi bir canlı organizma, inanılmaz derecede büyük bir "akıl" içerir. Bu, insanların en büyük mimari eserleri olan katedralleri inşa etmek için kullandıklarından çok daha büyük bir akıldır. Bugün bu akla "bilgi" diyoruz, ama anlam hala aynıdır. Bu bilgi bir bilgisayarda programlanmamıştır, ama bilgisayardakinden çok daha dar bir yere, DNA' daki kromozomlara ya da her hücredeki farklı organellere sıkıştırılmıştır. Bu "akıl", hayatın "olmazsa olmaz" şartıdır. Peki ama bunun kaynağı nedir?... Bu hem biyologları hem de filozofları ilgilendiren bir sorudur ve bilim bunu asla çözemeyecek gibi durmaktadır.” Jack Ensign Addington da bu konuda şunları söyler: “Evrenin sıralı düzenlenişi evrensel bir zekânın varlığının kanıtıdır. Atomlarda var olan bu zeka, hayatın her bölümünde evrenin sonsuzluğuna doğru tekrar tekrar üretilir. Bu zekanın var olmadığı hiçbir yer yoktur. Her şey düşüncedir ve düşüncenin ürünüdür.

( Mana Aleminin Gücü -- 10 - başlıklı yazı KENAN KOÇ tarafından 25.12.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.