1 Mana Aleminin Gücü-- 4 ---

Bagavad Gita’da da, umutsuzluğun bir şey getirmeyeceği ile ilgili şunlar söylenir: “Güçlü insanlar umutsuzluğa kapılmaz çünkü bilirler ki bu onlara ne yeryüzünü ne de gökleri kazandırır.” Endişe, korkunun bir türevi olarak, bir şekilde geleceğe yönelik olumsuz tasarımlardan doğar. İnsan şu veya bu yönden yeterli rahmet veya rızık alamayacağı korkusuna kapıldığında, endişelenmiş demektir. Bu düşüncenin temeli, Allah’ın sınırsızlığını değil, dünyanın sınırlılığını düşünmek ve o sınırlılığa dahi yansıyan bolluğu değil de kısırlığı gözlemlemektir. J. E. Addington şöyle diyor: “Oysa hayat bolluktur. Bir çiçeğin ya da insanın tohumlarında bulursunuz bu bolluğu. Hayatı sınırlamaz, hayatın bolluğuna güvenirseniz, kaybetmekten korkmaya gerek olmadığını görürsünüz. Bolluğu düşünün, hayatın bolluğunda yaşayın. Ağaçardaki yaprakları, bir toplu iğnenin ucundaki atomları, sahildeki kumları, denizdeki damlaları ve gökteki yıldızları düşünün. Sonsuzluğun bağrında sınırlılık olabilir mi?”

            Bolluk, Allah’ın mutlak sonsuzluğun Hayy’yın yani hayatın bir niteliğidir ve bu nedenle sınırsızdır. Doğada ve evrende neden bu kadar çeşitlilik ve bolluk olduğunun gerçek cevabıdır bu. Neden sonsuz sayıda yıldızlar var binlerce galaksilerde? Neden gereğinden belki de çok fazla tohum saçar her canlı? Neden, atomun derinine indikçe ve evrenin dışına yöneldikçe sonsuzla karşılaşmamızdır. Bolluk, sonsuzun sınırlarımızdan içeri yansımasıdır sadece. Bu bolluk Kur’an’da ** “De ki : "Rabbimin rahmet hazinelerine siz sahip olsaydınız, dağıtılan rızkın çokluğu, azameti karşısında tutukluk gösterirdiniz. İnsanoğlunun eli çok sıkıdır.” (17/100) şeklinde ifade bulur. İşte insanoğlunun aslında eli sıkı olduğu için, kafasındaki tanrının da eli sıkıdır ve geleceği, endişe bulutlarının arasındadır.

        **“Münafık erkeklerle münafık kadınların, müminlere: Bizi bekleyin, nurunuzdan bir parça ışık alalım, diyeceği günde kendilerine: Arkanıza dönün de bir ışık arayın! denilir. Nihayet onların arasına, içinde rahmet, dışında azap bulunan kapılı bir sur çekilir.”(57/13) ayetinden de anlaşılacağı gibi; azap, hatta şer, zararımıza olan bir kötülük, aslında bir rahmet de olabilir. Şer, mutlak anlamda varlığı olan bir kavram değildir. Mutlak anlamda bir varlığın, mutlak anlamda tek varlık Allah olduğu için, ancak Allah’ın isimlerinden biri olması gerekir. Hayır gibi şer de Allah’tan olmasına rağmen, Allah’ı niteleyen bir sıfat değil, ikilik âleminin oluşması için zaruri olarak oluşta olan bir yanılsamadır.

            Burada, Dale Carnegie’nin dediği gibi, İnanmayı istediğimiz şeye inanmamak, hemen hemen imkansızdır.” diyerek tüm anlattıklarımız bir kenara atılabilir. Ancak unutulmamalıdır ki bu tavır da aslında bir inançtan kaynağını alır ve bunları kabul etmeyen, başka şeyleri kabul eder. Doğrusu o ki, insan şöyle ya da böyle bir şeylere inanır ve o inançtan aldığı güçle bir şeyler gerçekleştirir. Öyleyse inandığımız şey, bilimsel, tarihsel, dini ve felsefi dayanakları ne kadar güçlü ve çeşitli olursa, akıl ve mantığa ne kadar yatkınsa o kadar gerçek olma ihtimali yüksek bir şeydir. Ve bu inanç, hayatımızda olumlu şeylerin oluşması için bize güç veriyorsa, bir o kadar da faydalıdır. İnsan, bu özelliklere sahip olduğunu gösterebilen bir düşünce sistemine eleştirel gözle bakıp bazı sorularına cevap alabiliyorsa ve gittikçe gerçekliğinden daha çok emin oluyorsa, o düşünce sistemine inanmaya başlar. İnancını içselleştirip güçlendirerek hayatında etkin bir hale getirdiğinde, olumlu yansımalarını da görebilirse, onun için o düşünce sistemi artık çok ama çok önemli bir gerçeği yansıtır. İçselleştirilmiş inancın gücünü iman olarak tanımlayabiliriz.

            Bu güç, herhangi bir şeye inanıldığında değil, salt gerçeğe inanıldığında gerçek kapasitesine erişir. Zira insan, aslında neye inanırsa onun için o gerçektir. Ama inancı, ne kadar sağlam yöntemlerle gerçekliği desteklenmiş bir şeye dayanırsa o derece insanı mutlak gerçeğe ulaştırır.

            Bu açıdan, ileride ayrı bir başlık altında inceleyeceğimiz duanın gücü de aslında bir noktada toplanıp, konsantre edilerek ve inançla etkisi artırılmış düşüncenin gücüdür. Düşüncenin gücü de, insanın her şeyin özü olan düşünceden aldığı güçtür. Bir hadiste peygamber “Düşünce gibi ibadet yoktur.” der. Allah’ı düşünmek ibadettir. Düşünceyi Allah’a konsantre ederek arındırmak, temizlemek ibadettir. Ve bu ibadetlerin karşılığı, dünyada da hemen kendini gösterir. Düşüncenin önemiyle ilgili söylenmiş bazı sözlere bakarak, konuyu özetlemiş olalım: Marcus Aurelius Yaşamımız gerçekleştirdiğimiz düşüncelerimizdir.” derken, Emerson, İnsanın o günkü düşüncelerinin eseri olduğunu vurgular. Willam JamesHemen hemen her konuda sizi konuya tutkunuz kurtaracak. Bir sonuç için yeterince kaygılıysanız, ona kesinlikle ulaşırsınız. İyi olmak isterseniz, iyi olacaksınız. Varsıl olmak isterseniz, varsıl olacaksınız. Bilgili olmak isterseniz, bilgili olacaksınız. Ne var ki bu şeyleri gerçekten istemeli, onları, özellikle onları istemeli ve aynı yeğinlikle bunlarla bağdaşmayan yüzlerce şeyi istememelisiniz.” demiştir. Dale Carnegie “Şimdiye kadar aldığım en iyi ders, düşündüğümüzün olağan üstü önemli olduğudur. Ne düşündüğünüzü bilseydim, ne olduğunuzu bilirdim; çünkü sizi siz yapan düşündüklerinizdir. Düşündüklerinizi değiştirerek, yaşamınızı değiştirebilirsiniz.” diyerek söylediklerimizi özetler.

            Taoizm’de Düşünceye hakim olma enerjisi güçtür” “Olaylar başına gelmeden, onları etkile./ Düzensizliği, düzenle belirle./ Kucağını kaplayan şu ağacın aslı, küçük bir tohumdur.” “Enerji yoğunlaşarak maddeyi oluşturur/ Söylediğin ve yapmış olduğun şeylerin/ Hayatında meydana gelen şeyleri belirlemesi,/ Kozmik yasanın bir parçasıdır/ Sıradan insana göre bu, kendisinin dışındadır/ Tüm yaşantısı mücadele ile geçer/ Üstün kişi,/ Kendisinin ve latif kanunun bir bütün olduğunun farkındadır/ Bu son derece derin, basit bir gerçektir/ Sen ne isen, yaptıkların da odurdenir.

            Mevlana, Kardeşim, sen ancak düşünceden ibaretsin. Bu düşünceden başka neyin varsa, kemikten ve kıldan ibarettir. Görüyorsun ki, dünyada her hüner, her sanat bir düşünce ile meydana gelmede, olmadadır. Evlerin, şehirlerin, dağların, ovaların, nehirlerin, balığın, denizin, güneşin, göğün düşünce ile hayat bulduğunu görüyorsun da, neden körleşiyorsun, aptallaşıyorsun; beden sana Süleyman gibi büyük, düşünce, karınca misali küçük görünüyor.  Neden dünya senin gözünde büyüyor, neden sana korku veriyor? Taşın nasıl bir şeyden haberi yoksa, senin de düşünce dünyasından haberin yok. Sen, düşünce dünyasından gafilsin. Bilgisizliğinden ötürü, sen gölge varlığı insan sanıyor, insan görüyorsun da, bu yüzden sence insan, bir oyuncak, değersiz bir varlık oluyor. Düşünce ve hayalin örtüsüz, perdesiz, kol kanat açacağı, bütün sırların meydana çıkacağı kıyamet gününe kadar, dur bekle. İşte o zaman, dağların yün gibi yumuşadığını, şu soğuk ve sıcak yeryüzünün yok olduğunu görürsün. Başlangıcı ve sonu olmayan sonsuz bir hayata ve sonsuz sevgiye sahip olan Allah’tan başka, ne gökyüzü, ne yıldız, ne de başka bir varlık görürsün. demektedir.

            Bu ve benzer fikirleri geçmişte ve günümüzde yaşamış büyük kişilerin hayatlarından ve kitaplarından bolca edinebileceğiniz gibi; özellikle son dönem kişisel gelişim kitaplarının hemen hepsinde de bulabilirsiniz. Bazı uç ve abartılmış düşünceleri ayıklasanız bile böylesine büyük bir literatürün dayandığı gerçeği inkâr edemezsiniz. O gerçek de her şeyin varlığını mana âleminden aldığı gerçeğidir.

 

 

( Mana Aleminin Gücü-- 4 --- başlıklı yazı KENAN KOÇ tarafından 20.12.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.