Ben böyle kara kara düşünürken, ertesi gün okulda yanıma Sinan geldi ve bir haber verdi.
Verdiği haber o an için hem sevindirici, hem de çok şaşırtıcıydı.
-Sana bir haberim var
-Hayrola Sinan ne oldu yine, sıkıntılı bir şey değil inşallah!
-Yok yok sevineceksin, bugün Akademi-Der'e uğradım, bizim para cezalarımızı arkadaşlar üstlenmişler
dernek herkesten para toplamış.
-Yok canım o kadar parayı nasıl toplamışlar.
-Genelde herkes üç beş kuruş katkıda bulunmuş, ancak çok para veren arkadaşlarda varmış isimlerini
söylemiyorlar.
Aslında kaynağının tam olarak ne olduğunu bilmememe rağmen bu şaşırtıcı olduğu kadar sevindirici bir
haberdi. Asıl mesele şimdi bunu babamla nasıl paylaşacağımdı, işim kolaylaşmış mıydı? Yoksa daha da
mı zorlaşmıştı?
Sonunda durumu ablamlara anlatmak daha iyi olacak, onlar nasıl olsa babamı ikna ederler diye
düşündüm ve küçük ablamı aradım. Ablam babamın paranın dernek tarafından ödenmesini kabul
etmeyeceğini ama yine de onunla bu konuyu konuşup ikna etmeye çalışacağını söyledi. İki gün sonra
tekrar arayıp sonucu öğreneceğimi söyledikten sonra telefonu kapattım.
Sonradan öğrendiğime göre o günlerde babam sonunda onu ölüme götürecek hastalığa yakalanmış.
Bu halen yüreğimde dinmeyen bir acıdır. Adamcağız bir taraftan hastalıkla boğuşurken, bir taraftan
da benim dertlerimle uğraşıyormuş.
Aslında yaşadığım öğrenci olayları içinde daha bilmediği bir sürü şey vardı. Örneğin İstanbulda ki
kanlı 1 Mayısda benimde alanın yakınlarında olduğumu öğrenseydi kahrolurdu.
Yıl 1977 İstanbulda 1 Mayıs İşçi Bayramı geniş kitlelerin katılımıyla kutlanacaktı. Bağlı bulunduğum
Öğrenci derneğide törenlere katılma kararı almıştı. Ben İzmite gideceğimi söyleyerek arkadaşlarıma
törene katılmayacağımı bildirdim. Bir Mayısın bir hafta öncesinden İzmitdeki evimize gittim.
Ancak yine gençlik ateşi ile o sabah okula döneceğimi söyleyerek evden çıktım. Erkenden arkadaşlarımla İstanbulda buluşup korteje katıldım. Her şey o kadar güzel başlamıştı ki, davullar çalıyor, halaylar çekiliyordu. Hepimiz neşe içindeydik. O kadar kalabalıktı ki saat akşamın yedisine yaklaşmasına
rağmen bizim grubumuz halen alana yaklaşamamıştı.
Olayların başladığı anlarda biz sonradan insanların kaçıştığı Dolmabahçeyi Taksime bağlayan
yokuştaydık.
Her yere hoparlörler bağlandığı için alandaki sesler bulunduğumuz yere kadar geliyordu. Saat 19.00
sularında dönemin DİSK başkanı Kemal TÜRKLER konuşmasının sonuna gelmişti. O sırada silah
seslerini duymaya başladık. Günlerce sonra öğrendiğimize göre sular İdaresi binasının üstünden ve meydandaki otelin çeşitli katlarından açılan ateş sonucu insanlar panik halde kaçmaya başlamış kısa
bir süre içinde İntercontinental Otelinin de üst katlarından ateş açılmaya başlanmış.
İnsanlar panik halde kaçmaya çalışırken, panzerler de kalabalığın arasına doğru girmeye ve kitleleri
sıkıştırarak Kazancı Yokuşu`na itmeye başlamış. Yukardan gelen insan selinin en arkasında bizim
grubumuz vardı.
Kalabalığa ateş açılıyordu polis kalabalığı dağıtmak için panzerlerle araya girdi. Yine bazı
kaynaklara göre bir kamyonun tıkadığı Kazancı Yokuşundan aşağıya kaçmaya çalışan kitlelerin
üzerine bir daha ateş açılmış İnsanlar panzerler altında kalarak ve birbirlerini ezerek kaçmaya
devam etmiş
Sonucunda 28 kişi ezilme ya da boğulma nedeniyle, 5 kişi vurulma nedeniyle, 1 kişi de panzer
altında kalarak yaşamını yitirmiş, yaklaşık 130 kişi de yaralanmış. Olayradan sonra 470 kişi göz
altına alınmış ancak hiçbirisinin olayla ilgisi kurulamamış. Kimin ateş açtığı tam olarak
halen öğrenilemedi. Sular idaresinin çatısından ve otel odalarından ateş açanlar bulunamadı.
Tabi ki bunların aksini iddia edip, alandaki grupların bir birleri arasında çatıştığını söyleyenlerde
oldu.
Yokuştan aşağı ilk inenlerden olduğum için o olayın vahametini anlayamamıştım. Sağıma
soluma baktığımda yanımda hiçbir arkadaşımı göremedim. Deniz kenarına yaklaştım Kabataş
iskelesikarşıdan görünmüştü. Birden Deniz motorlarından Sirkeci Sirkeci diye bağıran
motorcuları gördüm. Hiç düşünmeden motora atladım. Bir müddet sonra Sirkeciden Hareme
geçtim ve Eskişehire dönmek üzere biletimi aldım.
Otobüs saatini bir kahvehanede beklerken televizyondan olayları izlediğimde nerelerden
döndüğümü anladım.
Halen korku içindeydim etraf polis kaynıyordu. O günlerde saçlarımı asker traşı gibi kesmiştim.
Kahvehaneye giren polisler kimlik kontrolü yapmaya başladılar, kimliğimi gösterdim bir polis ne
iş yaptığımı sorduğunda bir anda ilk aklıma geleni söyledim ve “ben askerim abi ne olmuş kavgamı
çıkmış?” diyerek saf tavrına bürünerek polise soru yöneltince sanırım bundan bir şey olmaz diye
düşünerek, polisler bana “hayırlı tezkereler” diyerek ayrıldılar. Allah’ dan asker kimliği falan
sormadılar.
Otobüsüm gece saat 23.00 de hareket etti. Sabaha karşı Eskişehirdeydim. Ev arkadaşlarım da evde
olmadığı için yalnızdım. Yatağıma yattım ve iki gün hiç kalkmadan uyudum. O gün ölen 34 kişiden
birisi de ben olabilirdim. Ölümden yana korkum hiçbir zaman olmadı ama aileme yaşatacağım acıyı
düşündükçe halen tüylerim diken diken olur.
On dokuzuncu bölümün sonu
Mehmet Fikret ÜNALAN