Benden habersiz çoktan örmüş kader ağlarını. Diş hekimlerinin yeni yeni türediği zamanlardı. Bendeki şans yaver gitseydi o gâvurun eline düşmeyecektim ya… 

Bizim mahallenin berberi Çolaklan Halil, dükkanı kapatacak anı mı bulmuş şu dar zamanımda. Kapıya vurmuş kilidi, cama da yapıştırmış saman kağıdını, üstüne de yarım yamalak Türkçe’siyle ‘Cenazemiz var’ diye kargacık burgacık yazıvermiş. 

Komşum köyden toplayıp getirdiği incirlerden azıcık bana da tadayım diye boş tabağımla birlikte bir naylon torbasına koyuvermiş Allah razı olsun. Velakin incirin çekirdeği demeyin küçük ama başıma kocaman iş açtı. Tutuverdi bir sancı, anam doğumlarımda bile böyle canım yanmadı. Kabir azabı gibi derlerdi bizim koca karıla, hakikatten de öyleymiş. Abo, kıvrım kıvrım kıvrandım bizim adam eve gelince halimi görünce nasıl olduysa insafa geldi. “Hadi toparlan, gidiyoruz bizim berber Halil’e” demez mi? Çocuklar küçük, nereye bırakacağız, aldık yanımıza gittik kapı duvar. Bu sefer yeni muayenesini açan çarşıdaki doktora gittik. Kocaman bir de tabela asıvermişler apartman dairesinin girişine. Vay be, baktık ki bekleme salonu hıncahınç dolu, ipini koparan gelmiş sanırsın. Sıra geldi gelmesine, hay gelmez olaydı, kuruldum dişçi koltuğuna, aman ne rahatmış dememe kalmadı. Bu ağza takma dişler pek yakışır demez mi o diplomalı kasap. 

“Olmaz da olmaz! Ben ağzımda öyle takma diş filan istemem” diyorum. Bizim vur elli öküz o insan kalabalığında bile “İndiririm şimdi suratına sümsüğü“diyip çullanıyor üstüme. Ne kadar direndiysem de boşa çıktı uğraşlarım. Üst damaktaki ağrıyan dişimle birlikte sağlam dişlerim de bir bir çekildi. Koca bir pamuk tıktı ağzıma namussuz herif. 

Geldik bizim virane evimize, geçtim aynanın karşısına, çıkardım pamuğu ,sen kan denizi misin mübarek oluk oluk akıyor. Attım kendimi yere, bizim herif korkmuş besbelli, tir tir titriyor. İnciri getiren komşu ansızın çıkageldi de zor bela temizlediler beni. Kadın şaşkın, “Ne oldu sana bacım?” dese de konuşup derdimi diyemedim ki. 

Akşamı ettik, öyle böyle uykuya yattık. Gecenin bir vakti bir kalktım, pazen yorganım, yatağım, her yanım kan revan içinde. Pıhtılaşan kanları ağzımdan elimle alıyorum. Vur ellinin belli ki paçası tutuştu yine ama nafile. Bu saatten sonra ne fayda… Günlerce çektim derler ya, ölümden döndüm. 

Kocamın babası köyden kalkıp gelmiş, ilk önce eltimlere, sonra da olaylardan habersiz bize. Görüverince şu hâlimi, hani derler ya dinsizin hakkından imansız gelir diye, kocamı iyice benzetti, yerin dibine soktu. Ohh olsun mu demeliyim? Yok, diyemem ki. İnsan olan kıyıp da hele de sevdiğim dediğine vurur mu? Şu dünyada anlaşmanın yolu dayak olmasa gerek, değil mi? Beni kızı gibi gören kayınbabam çarşıdan pazardan yumuşacık, boğazımdan geçecek yiyecekler taşıdı. İşte sayesinde biraz olsun topladım kendimi. Ha bi de gebe olduğumu öğrendim o günden sonra. 

Bakmayın böyle komik konuştuğuma, on beş güne kalmadan kayınbabamı toprağa verdik. “Sizin yüzünüzden öldü bu adamcağız” dedi eltim. Gittim kuytu köşelere, ağladım, ağladım... Sonra gülmeyi unuttum, bir bebek patiği kaldı geride, onu kokladım durdum. Ahh şu benim ağrıyan diş neler açtı bakın başıma. Bir de beni sorarlarmış orda burda hâlâ yaşar mı diye... 

H. Çiğdem Deniz.
( Vay Başıma Gelenler başlıklı yazı çitlembik tarafından 27.09.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.