1
Mevlana, Şems ile
buldu kendini.
Şems, Mevlana'yı
ateşleyendir.
Sebep olandır.
Mesele Şems
olabilmektir. O kalp çırasını yakabilmektir: Hamlıktan pişmişliğe, pişmişlikten
yanmışlığa giden yolda Şems olabilmektir marifet.
Şems güneş demektir ve
Şems olabilmek dünyanın bütün karanlıklarına güneş olabilmektir. Aşka, sevdaya,
hüzne, açlığa tokluğa, varlığa yokluğa...
Mevlana ise Şems'i
arayandır.
Mecnun'un Leyla'da
aradığı Leyla'nın kendisi değildi.
Yusuf'un Züleyha' da
aradığı da Züleyha'nın kendisi değildi.
Bulanlar aramıştı.
Kâh deryada Yunus
olarak, kâh sahrada Kays olarak, kâh kuyularda Yusuf olarak, kâh ateşten
denizlerde Hüsn olarak!
Neticede o ummanın bir
damlası olmak üzere aşk'ı talep etmişler.
Hicaz'a hacca
gitmişler gahi.
Gahi ebabil olup
Ebrehe'lere taş atmışlar.
Orman yangınına
gagasıyla su taşıyan serçe olmuşlar gahi.
Gah, Fuzuli
ifadesiyle, avare bir su olup başını
taştan taşa vurmuşlardır, sırf peygamber efendimizin toprağına vasıl olmak
için.
Aşk öyle hercümerc edebileceğimiz,
tarumar eyleyip harcayabileceğimiz bir kavram değildir. Sedefin içine inciyi
koyan mutlak güzel insanın içine de aşkı koymuştur. Kiminin kabuğu çok ince ve
hassastır, kimin kabuğu son derece kalın ve serttir. Ulaşabilene aşk olsun,
sebep olabilene...
"Ben
aşk dedim
Siz
et kemik anladınız.
Ben
dost dedim
Siz
post anladınız.
Ben
Şems dedim
Siz,
kaş göz anladınız.
Beni
bir tek Şems anladı.
Onu
da hep yanlış anladınız."
Gecenin karanlığına
posta koyarken duruşun, yıldızlar hazır kıta selamlarken seni, ay hicabından
bulutların ardından yarım yamalak bakarken sana, insanlar çekilmişken
sokaklardan inzivalarına ve el ayak
çekilmişken caddelerden, sana kim seslenecek ey beni adem?
Sana kim seslenecek adınla?
Seni yaratan rabbinin adıyla başla her şeye.
İlk adım, ilk kelime, ilke nefes, ilk ses; ilk ders bu!
Işıkların aydınlattığı insanlar kadar insanların da nuruyla karanlık
eylediği ışıklar vardır.
Aydın elektriğe dost nura düşmandır, Cemil Meriç ifadesiyle.
Sen karanlığın saten
örtüsüne imza atan adam, kafandaki soruların cevabı karanlığın en dibinde
yatıyor. Çünkü güneş orada saklı!
Sen; Adem ve Havva'dan
olma, etle kemikten müteşekkil ve üzerine Mevlanaca onca “Yek
katre-i hunest ve hezar endişe” yani “Bir damla kan ve bin
endişe." yüklenmiş olan acize...
Geceye şiirler dizmek
icap ederken bir karede şiiri resmeden ve şiirin sadece kelimelerle değil
çizimlerle ve karelerle de ortaya konabileceğini gösteren şu naçizane
enstantane insanı fikirlere gark ediyor. Siz ummanı sadece su kütlesi olarak mı
anlıyorsunuz? Düşünce okyanusları da vardır, insan içine düşünce anlıyor. Siz
dağları sadece taş kaya kütlesi olarak mı görüyorsunuz? İnsanların aklında ve
gönlünde ne dağlar vardır? Dağ dağ olup da ne yanan kalpler vardır?
Şimdi şiir, gecenin
karanlığında olduğun tam bu yerde desem mübalağa etmiş sayılmam. Bazı kareler
zamanın donduğu ve çerçevelendiği şekilde durur insanın karşısında. Karanlık,
ışık ve bir adam... Gerisi karışık... Yalnızlık diyecekler içindeki aşka! Oysa
sen zamanın her saniyesini tespihin taşları gibi çekeceksin sabırla. Dilinde
Allah'ın adı, kalbinde Allah'ın aşkı ve fikrinde Allah'ın emirleri... Voltanı
atacaksın Allah diyeceksin, zikrini yapacaksın Allah diyeceksin. Allah de bes!
Ey geceyi boydan boya
ak eden adam! Karanlık bütün tonlarıyla gelse ne yazar! Zifiri karanlığın
içinde ufacık bir ışık dahi kendisini belli eder ve karanlığın sultasını yerle
bir eder. Taraf olmanın vaktidir: Ya karanlıkların karşısında aydınlık
olacaksınız her şeyinizle ya da aydınlığın karşısında simsiyah olacaksınız
bütün kasvetinizle. Seçim senindir.
Hiçlik makamının ezeli
teranesi dudağında...
Yâr gelse ne gelmese
ne?
Dost bilse ne bilmese
ne?
Mutlak olan O, gerisi
sadece hikaye...
Yazmanın manası ne
diye!
Hamuş.