Çar,kral,şah,sultan geçti bu dünyadan.Üzeri atemin işlemeli mendiller salladı nice gelinler,şiirler ağıt yaktı ayrılığın tanımsız kenarlarında, nefesler yele verildi,devirler devrildi hassas yüreklere, mağazalar geçtim,kaldırımlar ezdim çarpık ayaklarımla, kaçıncı tövbeyi kaçıncı kez yardım göğsünün ortasından, çarşılar gördüm soluksuz ölümleri bile süpüren,yeni yaşamlara yeni yelkenler açan nice gemiler geçti okyanus yamaçlarından…
Cümleler sıralandı yüzünü gözüme sürmek için,mısralarda redifler çengel attı kalemime kafiyelere benzeşmek için, gözler kaçıncı sene kaçıncı kez kendi yaşında boğuldu,mevsimleri sevmedim bir zaman biri diğerini çiğneyip geçiyordu,acımadan, nezaketini kaybederek salvolar yapıyordu eylüller, her mevsim bir ölünün son nefesiyle nokta koyuyordu kendi sonuna.
Ocak başları ısınırken ocak aylarında gönlümde uçtu uçacak mutluluklar merhem oluyordu bu gövdenin yaslandığı kaburgalarıma.Ve yorgun akşamların kocaman sessizliği kanatıyordu iç cepleri, insanlar görüyordum kaba, korkak, avurtları simasında fazlalık olan, küfürbaz, aşağılık. Çıkar serserisi nice görgüsüzler, güneşi uzaklaştıran tipler, yıprattı belki bizler.
Zaman bir azalıp bir çoğalıyordu gözümün çeperinde,özlemler çabuk arsızlaşıyor çabuk acıtıyordu gönülleri, rıhtımlar yakamoz susuzluğu çekiyordu adeta, varlık içinde yokluğa sofralar kuruyordu yıllar.Aşk sadece eski defterlerin buruşuk sayfalarını süslüyordu..
Kırmızı bir yalnızlığın siyaha kapı aralayan buğulu beklentilerini kollarımın arasında sımsıkı saklarken, destanlar okuyan içimdeki ikinci bir dilin ağızdan dökülemeyen kelimelerindeki hüznü, dilimde pare pare istifleyerek ve sana giden bütün yollarda kaybettiğim yaraları defalarca sarmaya hevesli bir uğursuzluğun zaman zaman isyana kalkıştığını görmenin bedenimdeki nefes kesen tınısında, hissiz bir naraya dönüşmesine alışık olmayan bir tereddütle, tavandaki lambanın isiyle her şeye şahit olan metruk binanın duvarlarına tek tek kertiyordum. 
Kitap sayfalarını hızlıca karıştırdıkça bulunan sözcükleri oluşturan harflerin adındaki harflere benzemesi dahi duygularımdaki değişimin güzelliğini dudaklarımda hissedip aynalara koştuğumu unutmadım unutamıyordum. O gülüşler hayal de olsa senin eserindi demekle de kendime haksızlık yaptığımı düşünmem.
Saltanat süren haydutlar, fravunlar, çarlar çağı değil bu, bu koskoca okyanusları bile ezip geçen bir aşkın eskimeyen ayak parmaklarının mutluluğa uzanan susuşu olsa gerek.
Gece karalığındaki ihtişamıyla her gün yıldızlara tebessüm hediye ederken, ay ışığı,gök yüzüne hakim olmanın huzuruyla derin bir uykuya dalıyordu. Sen yoktun,biz yoktuk… 

Haydar Şahinbay-Yitik Angut Masalları
( Sen,ben Ve Zaman başlıklı yazı Barane tarafından 16.02.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.