Yıl 1964 ilk durağımız ilçemizin büyük köylerinden biri olan, Gök tepe köyü olmuştu. Vakit öğlendi. Misafiri olduğumuz Orman muhafaza memuru Mehmet Nevruz’ un evinde, eşine hazırlattığı o güzel lezzetli yemekleri salkım, salkım kırmızı renkli meyveleri yeni olgunlaşmış üzerimizdeki birkaç kiraz ağaçlarının altında yedikten sonra, dalından kendi ellerimle kopardığım kirazları, yerken aldığım tadı bu gün bile hiç unutmadım unutamam.

Yemek bitmiş artık yola çıkma vaktimiz gelmişti. Gece olmadan varacağımız yaz aylarını geçireceğimiz yere varmamız lazımdı. 1952 model arabamıza binerek yanımdaki iş arkadaşlarımla beraber yola çıktık.

Arabamız eski olduğundan, patikadan farkı olmayan inişli çıkışlı toprak yollardan bizleri yerimizde hoplata, hoplata ilerliyordu.

İkindiye doğru Gazipaşa beylerinden, Paşa beyin ve onun akrabalarının yazın göçtükleri yaylaları geçtikten sonra, köknar ormanlarının arasından dikenli mevkii denen yere doğru yöneldik.

Arabamız bizi epeyce sarsmıştı ve hepimiz arabanın içinde çalkalana, çalkalana bir hoş olmuştuk hem’ de susamıştık. Yanımızdaki o yöreyi, çok iyi bilen iş arkadaşlarımızdan biri arabamızı durdurdu.

Onun gösterdiği pınardan su içmemiz için bizlere önderlik ederek bizi köknar ormanının içindeki bir pınarın başına götürdü.

Pınarın suyundan, içip elimizi yüzümüzü yıkadık ve serinledik. Ben hayatımda o güne kadar, bu kadar soğuk ve bir o kadar tatlı bir su içtiğimi hatırlamıyorum. Aradan neredeyse elli yıldan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen buradaki pınardan içtiğimiz o suyun tadı, hala benim ağzımda damağımda daha dün içmişim gibi dururdur.

Biraz dinlenmiştik kendimize gelince, tekrar arabamıza binerek yola çıktık. Artık varacağımız yere yaklaşmıştık.

Yolun sonuna doğru geliyorduk, köy görünmeye başlamıştı. Karşı tepelerdeki çam ormanlarını görüyordu. Önümüzdeki ortasından gök su nehrinin geçtiği derin vadiye doğru iniyorduk.

Ormanlar seyrelmeye başlamış dikenli mevkii dedikleri yerlerde bulunan çalılıklar arasından aşağılarda görünmeye başlayan gök su vadisine doğru kıvrım, kıvrım yolları geçerek ilerliyorduk.

Çok geçmeden gök su vadisindeki ırmağın kenarına gelince yolumuz bitmişti. Önümüzde üzerinden arabanın geçemediği sadece hayvanların ve insanların geçebildiği, asma köprüden karşıya geçip köprünün öbür ucundaki Muz vadi köyüne yaya gidecektik ve orada kamp kurup bir yaz boyu orada çalışacaktık.

Arabamız bizi oracıkta bıraktıktan sonra, yola çıktığımız yere, geri dönmüştü. Bizler yanımızda getirdiğimiz birkaç parça eşya ile birlikte önümüzdeki asma köprüden geçip, köprünün öbür ucunda bizi bekleyen birkaç kişi buluşup onlarla köye gidecektik.

Bizleri köylerine götürecek olanlar, köprünün karşısından bize doğru gelerek arabadan indirdiğimiz bazı eşyalarımızı alıp bizleri asma köprüden geçirip karşı yamaca götürdü. Eşyalarımızı yanlarında getirdikleri katırlara yüklediler hep beraber köye doğru yaya olarak yürüdük.

Ben hayatımda ilk defa olarak, ırmağın üzerindeki bir asma köprüden geçecektim. Hep beraber asma köprünün üzerinden geçerek karşı kıyıya yönelmek üzere köprünün üzerine çıktığımızda, ne yalan söyleyeyim ben o asma köprüden sallana, sallana geçerken çok korkmuştum.

İpten yapılma halatların korkuluk olduğu kalın iplere tutunarak yürürken altımda durmadan sallanıp duran iplerle bağlanmış ahşapların arasından birinin kırılıp aşağıya düşmemek için çok dikkatli yürüyordum.

Mevsim ilkbahar olduğundan, altımızdaki gök su nehri, dağlardaki eriyen kar suları nedeniyle çoğalmış, bendinden taşmış olarak yatağından çılgın gibi sesler çıkararak akıyordu. Düşmüş olsam kurtulmam, benim kurtulmam nerdeyse imkânsızdı. Dikkatlice o asma köprünün üzerinden geçtikten sonra karşı kıyıya varınca derin bir nefes almış rahatlamıştım.

Bizleri karşılamaya gelenlerle beraber, biraz yürüdükten sonra, her tarafı ceviz, kiraz ve her türlü meyve ağaçlarının bulunduğu adeta ceviz meyve ormanı halindeki asırlık kocaman ceviz ağaçların koyu gölgelerine gizlenmiş güzel bir köyde bulmuştum kendimi.

Muhtarına mazlum Ali denen asırlık ceviz ağaçları ile dolu olan bu şirin güzel köy, artık bizim son durağımızdı. İlk gecemizi muhtarın evinde misafir olarak kaldıktan sonra, ertesi gün üç, ya da dört ay gibi bir zamanda işimiz bitinceye kadar kalacağımız o köyde bizim için ayrılan köy odasına yerleştik.

Yemeklerimizi, orman yangın bekçisi yapacaktı bizler’ de bulunduğumuz köyün çevresindeki karaçam ormanlarından o yıllarda motorlu testere olmadığı için adına kolasar dediğimiz, testerelerle kesim yapan kestikleri keresteleri ailece yine lata haline getirip kendi katırları ile gök su nehri kenarına taşıyan işçilerin yaptıkları işleri ölçüp yazıp teslim alacaktık.

Daha sonra tahtacı işçilerinin yaptığı bu lataları, Gök su nehri kenarındaki bizim ara depo dediğimiz yerde, teslim alıp bu teslim aldığımız lataları aynen suyolu ile, ustalık mesleği su nakliyatçılığı olan korkusuz Alanya ilçesinin Dim köylerinden gelmiş olan kural ve şartname gereği kırk adet işçi kafilesine, teslim edecektik. Onlarda bizlerden ölçerek teslim aldıkları tahtacı işçilerinin yaptığı ve katırlarla ara depoya getirdikleri bu lataları ırmağın içinde sal yaparak bazı yerlerdeki şelaleden sonra suyolundaki dar kanyonlardan, salı açıp lataları teker, teker suyun içinden uçunda demirden çatal okları bulunan uzun saplı sapin denen aletleri ile geçireceklerdi.

Sonra bunları nakliye arabaların gelebildiği son depoya kadar rahatça kamyonların gidebildiği yolu olan, son depoda yeniden sudan çıkarıp bu lataların istiflenip ihale ile satışa sunulacağı, Çavuş köyü son deposuna taşıttıracaktık.

O yıllarda, ormanlarda kesim yaptırmak zor işti. Bu işleri yapan tahtacı işçilerinin ellerinde henüz kullanımda yaygınlaşan motorlu testereleri yoktu. Sadece iki kişinin karşılıklı kullanabileceği bizlerin adına golasar dediğimiz dişli testereleri vardı.

Hemen, hemen bu köyde, bizler üç ay kadar kaldıktan sonra tahtacı işçilerinin ormandan devlet izniyle kestikleri, o yıla kadar balta girmemiş ormanlardan, asırlık kalın gövdeli karaçam ağaçlarını ustalık gerektiren bir işlemle ailece çalışıp lata haline getirilen lataları işçilerden bizler tek, tek ölçülüp ebatları alnına yazılarak bizler tarafından teslim alındı.

Bunların kendi katırları ile bizim ara depo dediğimiz, Muz vadi köyünün kenarından ak denize doğru akıp giden içinde kırmızı benekli bol miktarda alabalıkların olduğu gök su ırmağının kenarında depolandıktan ölçümleri yapıldı ve su naklini gerçekleştirecek işçilere teslim edildi.

Bu işlemden sonra, bunların su nakli ile son depoya taşımakla görevli işçilere teslim ettikten sonra bizlerin’ de o köydeki işleri artık bitmişti.

Bu suyolu ile satış deposuna kereste taşımacılığı, o yıllarda ormanlarda yeterince yol olmadığından, ülkemizde bazı yerlerde bir mecburiyetti. Hem’ de bu işi yapanlar için’ de ustalık isteyen her işçi gurubunun yapamayacağı bir sanattı.

Ama sanırım ülkemizde, son suyolu ile kereste taşımacılığı, benim de görevliler ile beraber günlüğü on liradan çalıştığım 1964 yılı olmuştu.

Buradaki çalışmam sırasında anlatabileceğim daha birçok güzel anılarım oldu amma, aklıma gelen her zaman aklımda olan unutamadığım anılarımı yaşadığım bu çalışmamdaki birçok güzel anılarımın olduğunu belirttiğim bu yerin başlangıç ve sonuç kısmını nedense yazmak ve o eski günleri anmak ve sizlerle paylaşmak istedim.3 Şubat 2016

 

        

  

 

 

 

 

 

 

 

 

( Unutamadığım Anılarımdan 1 başlıklı yazı Ahmet Yüksel tarafından 3.02.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.