Kâinata dağılan nefes dalgalarının kanatlarında

Bir sen vardın bir de ben

Bir de iki ayrı yurdumuz,  iki ayrı iklimimiz

Birine yaydık güzel zevklerin ziyafet sofrasını

Orayı Rıdvan'a emanet ettik

Terk eyleyip de bahçeyi keder külhanına,

İniverdik uzaklık potasına

Gazap ateşiyle tutuşturduk da diğerini

Verdik Malik'in ellerine

Şimdi nasıl açığa çıkaracağız

kalbimizdeki gizli emanetleri, incileri

 

 

Ey karanlıkların gölgesinde tutsak kalan insan

Kalbinin içinde seni bekleyen ışığın farkına var artık

O ışık, cennette emanet edildi sana

O emanetle indirildin dünyaya

Ateşler içinde bir nurla

Beden çarmıhına gerildin sonra

Kalbinde açan bir gülle

 

 

Şeytan, değil mi bu!

Boş vakitlerin tapınak şövalyesi

Herkesi dumansız ateşine çağıran o ihtişamlı cüce

Ateşli kelimelerin şehvet oyuncusu

İnsana emanet edilen cennet hayalinde

Kıskançlığın girdabına ihtirasla sürünen yılan

Aşkı okuyamayan kör deccal

 

 

Ateş bütün hararetiyle yaklaşırken

Yakacak ve yanacak

Kim üfledi ateşi, kim

Şeytanı sormuyorum sana

İnsan olmak isteyeni, o kan içiciyi soruyorum

Kim o haydi söyle

Kabil Habili neden sevmedi

Cehennemi görmeden cenneti bilebilir mi insan

Ah o insan

Kendini bilemedi

Nuru bilemeden nara karıştı

 

 

Geceyi çakal ulumaları doldururken

Beyaz üveyikler başlarını geri çekiyor

Gecenin karanlığından

En uzakta, dağın ardında bir güneş doğmayı bekliyor

Doğmayı ve doğurmayı  

Soğuk, buz gibi nehir ölü kuşları kıyıcığına atarken

Sabahın aydınlığından üşüyor bir kadın

Ellerinde kuş ölüsüyle

Varsa hünerin can üfle havalansın

 

 

Ey ateş! Islat artık suları

Ardından damlalar gelsin; inci, mercan

Yak iblisin kuyruğunu

Ölmeden önce ölmüş kelimeleri topla yeryüzünden

Aceleci insan her yerde cehenneme koştu

Nur hızdır sandı;

Kan içinde kan, ateş içinde nar

İblisin dumansız ateşinde boğdurma kuşları

 

 

Ah biz, ah ikimiz

Tabiatın deryasında inciler bir de saksı kırıkları

Gizlidir de bu âmâ gözlerle göremeyiz

Onun lütfu ve kahrı iki boyutumuza

Yansır da neden neden bilemeyiz

 

 

Şimdi söyle:

Çamur un kahrı olmasaydı,  

Mücevherler ve simsiyah taşlar parlar mıydı

                                                      varoluş kadehinde

 

 

( Vesaire başlıklı yazı M. GÜNDEDE tarafından 9.01.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.