Bir terennüme kurban
gitti yetilerim,
Kıyısında ölgün ve o
devingen mahrem imgelerin:
Anlık bir yol ayrımı
aslında hele ki;
Köhne yargılara teslim
olmuş kısık sesi yalnızlığın.
Gün bile töhmet
altında,
Sürçü lisan etmişim de
bir kez:
Karalanmış, gölgelenmiş
bir evrime mal edilmiş kimsesizliğim.
Sanrılar gölgede
uçuşmakta,
Haznemde engin bir
kımıltı, cebelleşen
Neyse ne, demek düşse
keşke payıma
Ve ölümüne gitsem
buralardan.
Sızan rahmet, elde
kalan son nimet,
Al işte, şu muğlâk
tınısı gönlün,
Hırpani bulutlara
yüklemişim bir kez
Kırık cümlelerimi.
Dosta namert dercesine,
Yıkımını ömrün, bir
marifet bellemişçesine,
Hele ki şu kırılgan
gündönümünü yok bilmişçesine.
Bir varım bir yok,
Niyazım sürükler
benliğimi sanırsın ki;
Bağrıma saplanan kırık
bir ok:
Terennümü kayıp bir
çehrenin,
Sükûtu dost eylemiş bir
lehçenin:
Hele ki sonu gelmez şu
işkence
Yine de yeniden demek
her yeni günün tecellisinde,
Sondan bir evvel,
Kaderin yazdığı o acı
reçete.
Mimlenmiş aşk,
gölgelenmiş masumiyet:
Savruk bir niyaz
sığdırdığım her heceye:
Hicranı devinen soluk
bir gülün penceresinde,
En acıtan, en kanatan
gömülü işte
Görünmezliğin karanlık
izbesinde.
Hicret bildiğim
tahakküm yüklü gölgelerin
Teferruatına
kaydettiğim
İstimlâk edilmiş
düşlerin kaygan zemininde
İlerlerken bir ileri
bir geri.
Rabıtası emsalsiz ömrün
kıymet bilmez
Düş malikleri…
Sözüm, özüm bir hele ki
varsıl bir gönlün
Ansız ve anlamsız
tınısı;
Hanidir yoksunluğun
kıyısına çarpıp da
Gerilediğim,
Hanidir zincire
eklediğim yenilgilerim.
Kurallar, bağnaz yargılar
Çekince yüklü nice edim
Bir elim boşlukta
diğeri
Kayıp mazide takılı
kaldığım.
Anlamsız hatta
yordamsız,
Yitik çoğu zaman
Soluk benizli bir nizam
Eşkâli hepten kayıp.