Nizamı belirsiz,
kırılgan bir gölgenin yerdeki izdüşümü.
Sona ramak kala
meylerken gönül
Ve haykırırken avaz
avaz:
Haydi, ne duruyorsun
Kır zinciri.
İzafi bir tutanak
altında imzaladığım o çınar ağacı:
Yadırgasam da geri
duramadığım
Sussam da gözlerimle
konuştuğum.
Rabıta engin ve nelere
düşkün isem,
Sırtımda küfem
İçinde satır satır
döşediğim
Ne var ki susup
mütemadiyen
Tedirginliğime rest
çekemediğim.
Günlerden tereddüt
anlardan silik
Varlığım hepten kayıp
Gözlerimde ezik ve
üşengeç bir izlek
Yansırken son resim
kayıtlı iken bellek.
Sondan bir evvel
Milat belleyip de
altına imzamı atamazken.
Dokunaklı bir mizaç:
Ellerimde yoksunluk
Vücudum titrek her
dokunuşunda rüzgârın.
Muaf tutsam da son
veremezken
Yok saysam da görmezden
gelemediğim
Reddi güç kabulü güç
Patavatsız bir sancı
Akabinde içimden taşan
ebedi kaygı.
Damıttım hüznü ömür
boyu
Yargıladım da benliğimi
Veremedim gitti hükmü.
Yol bildiğim mecraların
büyüsü mü yoksa
O var oluş ve kayboluş…
Mukadderat saklı en
derinde,
En asil, en devrik
cümle:
Beynamaz bir aşk olsa
da beşerinki
Sanma sakın
eremeyeceksin en yüksek mertebeye.
İmgeler yığılı,
Hazin onca hatırat
Kıyısında köşesinde
neler saklı
İçinden çıkmadığım en
titrek hayal
Dokunup kaybolduğu her
sefer.
Debdebeli dokunuşlar
hükümranlığında nefsin
Kıyamet habercisi nasıl
görmezsin,
Demek olsa da tek çare
Sığındığım tek durak
Görünmezliğin nezdinde;
Bilip bilmeden içine düştüğüm
onca tuzak
İçre açılan nice kapı
ki sırlarım eşiğinde
O var oluşun her
adımımda yaklaştığım
Gönle sırdaş tek Aşk’ın
Geri çevrilmediğim
an’ın olmaz mı hikmeti.