Yokluğu ve yoksulluğu yaşayan; ana yüreğinin sıcaklığını yüreğinde duyan bir şair, yazar, samah oyunlarını iyi çalan ve oynatan usta, halk deyişinde maninin vurucu yanını iyi dile getiren; koşma türünde şiirler yazan Şaşkın Ozan Eyüp Ceylan öğretmeni yaklaşık 16- 17 yıldır tanıyorum. Bir dernek çatısı altında THM korosunda bağlamacı olarak tanıştım. Rastlantı olsa gerek aynı çatının öbür saçağının altında THM korosunda bağlama çalan Karadenizli Süleyman ustaya dükkan önüne mermer saçak altlığı, savağın yaptırdım. “Ramazan abi, erken gideceğim.” “Hayırdır Süleyman usta!” “Abi bir derneğin koro çalışması var” dediğinde ak koyun kara koyun seçilmiş oldu. Aynı dernekte neden iki koro oluşmakta... Koro arkadaşlarıma, söyledim bu çelişkili etkinliği. Her konuştuğum arkadaş “olur mu böyle şey ?” tepkisini verdi. Koro çalışmasının teke indirilmesi için dernek yönetimi, çalıştırıcı ustaları ve çalıcı arkadaşlarla yapılan toplantıda ortak bir karar alınamadı. Yönetim de yumuşak davranınca iki koro çalışması da sekteye uğradı. Böyle bir ortamda başlayan tanışıklığımızı internet ortamında Ertuğrul Kapusuzoğlu öncülüğünde ve “manilerin(hanım ve bey) efendileri” grubunda atışmalı etkinliklerimizde Şaşkın Ozan arkadaşım beğenileri topladı. Grubun içinde sevildi hep.
Köyün uzağında dam bile sayılmayacak bir alçacık yapıda tabansız, tavansız, camsız, sobasız bir odacıkta kol kanat geren yiğit bir ana; kız kardeş ve ikiz kardeşli Eyüp hocamın aktardığı o güzel türküsünde Deli Memedi anlatırken o olayı yaşıyormuş gibi anlatıyor-du. Babanın kumasıyla köyde hanay evde ıpırahat yaşaması beri yanda arada bir uğradığı ve kesinlikle kavgayla sonuçlanan dam evde ocakta yanan ateş bir yanı ısıtırken kuz kalan yer de donuyor gibiydiler. Tabana kuru yaprak serpilir üzerine hasır, çul çekilirken bir kaç gün sıcaklık duyulur gibiydi. Yemeğin, çayın yapıldığı ocak olmasa nasıl yaşanırdı bu ıssız kıyıda. Tek oda dışında bir çevrik yer yoktu. Doğal gereksinimler doğada karşılanıyordu. Sivastan göçen 5-6 hane ile bir kaç hane yörük evcikleri vardı uzakta komşuları olarak...
Enbüyük ablası gelin olmuş, ağabeyleri yatılı okulda okuyordu.Dam evin önündeki tarlayı babası öküzle sürüyor. Ekin ekip kaldırıyordu. Fazlaca bir iş alanı yoktu. Tahtacılık da eskisi gibi para getirmiyordu.
Damın yanında taşa oturmuş yaşını almış bir amca belki yaşlı dede konukları olur. Anası zayıf beli bükülmüş, üstünde bol duran yırtık ve kir içinde paltolu, yamalı ponturlu lastik pabuçlu adamı karşıladı, elini öptü. Damın ön duvarına yakın düzlediği yere çul serip oturmasını istedi. Gözünde kalın camlı gözlüğü, saçı başı dağınık, perli perişan duruşunu duyuruyordu karşıda gördüğü çocukluk yanında. Sakalı kırdan akçaydı. Altına serilen minder, arkasına konulan yastık onun gevşemesine neden olur. Çile çektiği yüzündeki çizgilerde belliydi sanki. Buğulu gözlerinde bulanıklığın sisinde sezilmeyen gizemli duruşu yine soru imlerini çoğaltıyordu.Bir dokun bin ah işit der gibiydi hali. Arada anasıyla konuşanlar, soluklananlar, su isteyenler hep kendilerinden, çoluk çocuk derdinden, köyün öleninden, yiteninden, yeni doğanı, evlenecek olanları, nişanlananları anlatırken bu amca başka şeyler anlatıyordu. Daha doğrusu anlatmıyor içine atıyordu...Şaşkın Ozan yanına varınca başını okşar adını sorar; Eyüp olduğunu duyunca “Eyüp peygamber gibi değerli ol, akıllı ol” der. Sevecen tutum ve davranışıyla... Anasının pişirdiği çayı içerken gezdiği yerleri anlatıyordu Deli Memet “Döndü” bacısına. Çay için çokça dua ediyordu.
Dağ yoluna ağan Deli Memet gözden kaybolduktan sonra anasına bir bir anlattırdı bu adamı.Cümbüş çaldığını, Sarıcaovalı olduğunu, Üniversitede okuduğunu, tatil dönüşünde ne evlerini ne anayı ne babayı ne kardeşlerini görebilmiş. Bir kıvılcımla yanıp tutuşmuş ev. İçindekileri yutarak. Çılgına dönmüş Memet bir daha o köye uğramamış, okulu terk edip dağlara vurmuş kendini... Aç susuz deli divane dolanmış o günden bu güne... epeyi bir süre geçtikten sonra cümbüş çalarken görmüşler. Sonra dilenerek geçiyormuş yaşantısı... Zararsız olduğu için herkes durumuna uygun yardım ederek Memede yardım ediyorlarmış. Yolu Tahtacı deresine düşer. Uzun süre odalarda konuk olmuş. Gel cümbüş çalmayı bırak. Çorapeskicilik yap. Al sat. Sana yardım edelim, sonra bize borcunu ödersin dediklerinde aklı yatmış.Gittiği yerlerde kendini sevdirmiş. Sattıkları mal sırtına yük oldukça, katır alınmasını önermişler.Yolu yordamı neyse yardım edilmiş. Katır yükünü azaltınca mal çoğalmış, alış veriş tatlanmış...
Tahtacı deresinde Mehmede gösterilen güler yüz, uzatılan dostluk eli sonucunda Alemler köyünde Hasan Ağanın konuğu olurmuş. Bir yılda mal, katır borcunu ödemiş.
Halince evlenmesi gerekliliği; Bir yerde yerleşmesi ev yapılması fikrine olumlu yanıt vermesiyle Hasan Ağanın evine yakın bir derme çatma ev yapılmış. Uygun biriyle evlendirilmiş. Yardımseverlerin çoklu-ğunda el birliği yapılarak ev döşenmiş. Memet Akkadınla mutlu yaşama-ya başlamış. Arada mal almaya, satışa gidiyorken üç beş ay üç beş yıl geçiyormuş. Bir gün katırını hazırlamış, Gaziantep tarafına mal almaya gitmek için Akkadınla vedalaşmış. Antep, Kerbela, Necef derken epey zaman geçmiş. Dönüşte Kırşehire Hacıbektaşa uğramış. Alemler köyüne dönmüş. Evinde kimse yok. Kapı kilitli. Komşuya Hasan Ağaya sormuş: ”Benim Akkadınım nerede Hasan Ağa biliyor musun?” ”Akkadın benim evde. Kuma aldım. Borcun olduğu içinde kulübene el koydum. Katırını al çek git buradan” demiş. Memede ikinci şok etkisini göstermiş. Sessiz sedasız dağlara sığınmış yine. Bir daha toplu yaşanılan yerlerden uzak yerlerde çığlık atar gibi çığırmış: “Hasan Ağa nettin Akkadınımı” İlkokulu bitirdiği yıl Şaşkın Ozan babasını yitirir.Dam evden Tahtacı deresinde Boyasın da ki hanay evlerine taşınırlar. Üvey anası babasının evine gider. Bir eşek bir kaç inekle dağlarda çobanlığa başlar. Arada bir uzaktan gör-düğü Deli Memedin sesi kulağında çınlar: “Hasan Ağa nettin Akkadını-mı” Yakından gördüğünde gözlerinden yaşların döküldüğüne tanıklık edişiyle Deli Memede vefa borcunu ödemiş sanki. O çığlık o çığırdığı ayak yüreğine işlemiş. Hadi de Şaşkın Ozanım yüreğinden geçenleri:
Gurbet elden döndüm geldim sılama
Ne babama doydum ne de anama
Yakışır mı garip üzmek adama
Hasan Ağa nettin Akkadın’ımı
Kavim kardaşımı bir yangın aldı
Bana yanık sazla bir cümbüş kaldı
O zalım felek her şeyimi çaldı
Hasan Ağa nettin Akkadın’ımı

Aldım cümbüşümü düştüm yollara
Çalıp söyleyip el açtım kullara
Her an hasret kaldım sıcak kollara
Hasan Ağa nettin Akkadın’ımı

Terkettim köyüm Sarıcaova’yı
Boyasında buldum tatlı havayı
Alemlerde kuram dedim yuvayı
Hasan Ağa nettin Akkadın’ımı

Ne bitmez yolumuş gurbetin yolu
Yüreğimde özlem endişe dolu
Kula acımaz mı Allahın kulu
Hasan Ağa nettin Akkadın’ımı

Şen olasın Karıncalı yaylası
Yaz günleri serin olur havası
Divana mı kaldı Akkız davası
Hasan Ağa nettin Akkadın’ımı

Onulmaz dertlere düştüm düşeli
Kimi derviş dedi kimisi deli
Divanesi oldum Akkız gideli
Hasan Ağa nettin Akkadın’ımı

Dünyada olmadı bahçemle bağım
Çocuk sevgisine yandı kucağım
Deli Memedim der tütse ocağım
Hasan Ağa nettin Akkadın’ımı

16032015denizli
( Bir Türkü Bir Öykü başlıklı yazı Ozan EFE tarafından 17.03.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.