M. NİHAT MALKOÇ
Ümraniye Belediyesi 11 seneden beri ülke
geneline şamil şiir, hikâye ve resim yarışmaları düzenliyor. Belediyelerin
sadece altyapı, su, kanalizasyon, çöp toplama, asfaltlama işlerinden sorumlu
olmadıklarını, kültürel etkinliklere de el atmaları gerektiğini yıllardan beri
söyler dururuz. Ümraniye Belediye Başkanı Hasan Can, sesimizi duymuş olmalı ki
11 seneden beri bu anlamlı kültürel hizmeti ısrarla devam ettiriyor. Sağ olsun,
var olsun.
Malum olduğu üzere bu sene Çanakkale
Zaferi’nin 100. Yıldönümünü kutluyoruz. Bu yüzden Ümraniye Belediyesi’nin bu
yılki şiir yarışmasının konusu “Yüzüncü Yılında Çanakkale Zaferi”ydi. Şiir yarışmasının jürisi Prof. Dr. Turan Karataş (Akademisyen,
Edebiyatçı), Prof. Dr. Nurullah Genç (Akademisyen,
Şair), Prof. Dr. Mustafa Uzun (Akademisyen,
Edebiyatçı), Prof. Dr. Hasan Aksoy (Akademisyen,
Edebiyatçı), Doç. Dr. Mehmet Güneş (Akademisyen,
Edebiyatçı), Cahit Koytak (Şair),
Nurettin Durman (Şair) gibi
isimlerden oluşuyordu. Sadece bu yıl değil, on seneden beri birkaç isim hariç,
hep aynı kişiler jüri üyesi oluyor. Yarışmacılar değişse de jürinin bakış açısı
değişmiyor. Zira yıllardan beri ilk üçe giren şiirlerin serbest yazılmış
şiirler olduğunu görüyoruz. Geçen yıl ilk
üçe giren şiirlerin hepsinin de ölçüsüz yazıldığına şahidiz. Bu neticelerden
sonra “Jürinin geleneksel ölçümüz olan heceye bir garezi mi var?” diye
düşünmeden edemiyor insan. Oysa şiiri güzel kılan ne ölçüdür, ne de ölçüsüzlük.
Şiir vardır heceyle yazıldığı için güzeldir, şiir vardır serbest yazıldığı için
güzeldir. Bu konuda bağnaz olmamak gerekir.
Bu sene Çanakkale Zaferi’nin 100. Yılı
olduğu için Ümraniye Belediye Başkanlığı tarafından düzenlenen şiir yarışması
daha bir anlam ve önem taşıyordu. Binlerce şiir arasından dereceye giren
şiirler belirlendi. Birinciliği Nevzat Erkol’un kaleme aldığı “O Topraklarda”
adlı şiiri kazandı. Tahmin edersiniz ki bu şiir de serbest yazılmıştı. Birinci
olan şiirin şairini tanımıyorum. Fakat Çanakkale Zaferi’nin 100. Yılı
münasebetiyle “Çanakkale Zaferi” teması etrafında yazılan bu şiiri okuyunca
doğrusu hayal kırıklığına uğradım. Üzerinden yüz yıl geçen bir zafer hiç böyle
anlatılır mı? Beklerdik ki bu şanlı zaferi anlatan şiir, bir söz abidesi olsun
ve o günkü manevî atmosferi lâyıkıyla okuyuculara yansıtabilsin. Nerde?..
Çanakkale Zaferi’nin 100. Yılında birincilik
kürsüsüne çıkarılan şiirde Türk askerinin hissiyatı değil, binlerce kilometre
uzaklardan topraklarımızı işgal etmeye gelen düşman askerlerinin hissiyatı anlatılmış.
Yani Çanakkale’ye Türk askerinin gözüyle değil, Avusturalyalı işgalci
askerlerin gözüyle bakılmıştır. İşgalci askerlerin duygularını bakın nasıl dile
getiriyor birincilikle taçlandırılan bu şiirde: Buyrun bakalım, burdan yakalım:
“Öyle mutluydum ki ben/Güzel ülkemde /Başak saçlı bir anam /Bir de
eşimle Vatanımdı benim Canberra /Geçmişten geleceğe, /Dört yanı
engin /Toprağı serin Avustralya/Ben gelmedim isteyerek /Getirenlere
sorun /Tutun yakalarından /Benim hesabıma/Sessiz ve
hınçlı /Yatarım ki bir bilseniz /Saros körfezinde gözlerim /Ve
hâlâ durmayan kanım/Süngü yaramda”
Şair Nevzat Erkol, Çanakkale Zaferinin
100. Yılı dolayısıyla kaleme aldığı “O Topraklarda” adlı şiirinde Fransa’nın
denizaşırı sömürgelerinden olan Kaledonyalı ve Martinikli askerlerin
duygularını şöyle yansıtıyor: “Ben mi? /Ben Gaston oğlu Fransuva’yım, /Düğüne
gelir gibi /Geldim buraya/Sıkıldım dostçası /Martinik’te/Kaledonya’da /Ucuz
gecelerden /Boş gezmelerden/Bir gece yarısı bindik bu tabuta /Dediler
ki /Sıkı durun /Dediler ki /Neslinizin görmediği /Bir
sefere çıkıyoruz, /Dönene aşk ola/Son anımsadığım/Bizim tabutun/Yani Buve’
nin/Zıpkın yemiş yunus gibi/Ters döndüğüdür/Ve o gün bu gündür/Buralarda
yatarım”
Şairin anlattığına göre adamlar
ülkelerinde canları sıkıldığı için gelmiş Çanakkale’ye. Tabir caizse macera
aramaya gelmişler Müslüman Türk topraklarına. Oysa Çanakkale ölümün kol gezdiği
ateşten bir çemberdi. Büyük şair Mehmet Akif Ersoy, Çanakkale Savaşını
anlatırken düşman askerlerini şöyle canlandırıyor gözlerimizin önünde: “Ne hayasızca tahaşşüt ki ufuklar
kapalı!/Nerde-gösterdiği vahşetle “bu: bir Avrupalı/Dedirir-yırtıcı, his
yoksulu, sırtlan kümesi/Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!/Eski Dünya,
Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer/Kaynıyor kum gibi, Mahşer mi, hakikat
mahşer./Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,/Osrtralya’yla beraber bakıyorsun;
Kanada!/Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk/Sade bir hadise var ortada:
Vahşetler denk/Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne belâ.../Hani tauna da züldür
bu rezil istila...” Rahmetli az bile söylemiş…
Üstad Mehmet Akif’in böyle dehşetli bir
manzara olarak canlandırdığı bir savaşın müsebbiplerini nasıl olur da Çanakkale
Zaferi’nin 100. yıldönümünde böyle masum, böyle sevimli ve böyle mağdur
gösterebilirsiniz? Düşmanın kara yüzünü nasıl aklayabilirsiniz? Okuyan da
sanacak ki adamları ta binlerce kilometre uzaktan biz çağırdık da gereken
ilgiyi göstermedik kendilerine. Yahu be haydutlar, be eşkıyalar ne işiniz vardı
bu Müslüman topraklarda? 250 bin askerimizi hunharca öldürenler sizler değil
misiniz? Sizler Çanakkale’de canavar kesilmediniz mi? Nevzat Erkol, yüzüncü
zafer yılının anısına yazdığı ve akademisyenlerden kurulu jürinin birinciliğe
layık gördüğü şiirine şöyle devam ediyor:
“Ben Yeni Zelanda’dan geldim/Ne için
mi?/Sormayın/Beni ejder sananlar/Aldılar, sürüdüler buraya/Silahsız bir ordu
var karşımızda/Silahsız ama/Öyle de korkunç/Onlarla ancak/Sen baş edersin
diyerek/İngiliz konservesi yiyerek/Viski derseniz su gibi,/Umursamazlıkla
geldim/Kanlısırt’ta/Dişe dişti dövüşümüz/Başa baş düşüyorduk,/İlk süngülediğim
Memet/Acıya aldırmadan/Bir sıktı ki boğazımdan,/Kaba parmaklarıyla/Turp
devşirir gibiydi/Gözleri soğuk/Kanı sıcaktı/Sanırım ki ruhumuz/İki ayrı
bedenden/Aynı anda çıktı//Ama kırgın değilim/Her kendime gelişte/Kanlısırt’taki
düzgün safımdan/Kaldırır da başımı/Bir tepe önümdeki şehitlikte yatan/Kavgadaşımı/Saygıyla
selamlarım”
Adam, Türk askerini nasıl süngülediğini
ballandıra ballandıra anlatıyor.
Biz de yabancı hayranlığı ve ecnebi
sevdası yeni değildir. Bir zamanlar bu ülkede başbakanlık yapan Ecevit de
Yunanlılara dostluk ve kardeşlik şiirleri yazmıştı: “Sıla derdine düşünce
anlarsın/Yunanlıyla kardeş olduğunu/Bir Rum şarkısı duyunca gör/Gurbet elde İstanbul
çocuğunu” demişti. Fakat bu şiir Yunanlıların Türk düşmanlığına merhem
olmamıştı.
Çanakkale Zaferi’nin 100. yılında
yazılan bu şiirde düşman askerinin duygularını anlatan şair, nedense şanlı Türk
askerinin acılarını görmezden geliyor ve şöyle devam ediyor:
“Biz/Hepimiz,/Bu süngü gibi uzayan
yarımadada/Her yıl o gün gelende,/Cehennemi düğünde/Toplanır da/Haydah çekeriz/Kimimiz
dizini döver /Kimimiz/Uzanır da gökyüzüne/Mahzun ve hasret/Görünmeyen
birilerini severiz.”
“Biz/Kimimiz o günde /Kadere baş
eğip/Kıbleye duranlarız/Biz kimimiz o günde/Yakmağa geldiğimiz bu topraklarda/Bizi
bırakanlara/Lânet savuranlarız//Düşünmeyin bizi artık/Sormayın ki neyleriz,/Hepimiz
kardeşiz biz/Çoktan bitti kavgamız/Açın dilerseniz toprağı/Açın, görün de
şaşın,/Bin bir anadan gelmiş/Bin bir çeşit insanın/Nasıl yattığını sessiz//Birinin
sıcacık eli/Diğerinin avucunda/Görün de utanın/Yalnız dikkatli olun/Aman komut
vermeyin,/Herkes huzurda şimdi/Ve herkes uykusunda.”
Bazıları, sözüm ona, çağdaşlık adına ne
idüğü belirsiz hümanist bir yaklaşımla herkese dost ve kardeş gözüyle bakmayı
insancıllık olarak adlandırıyor. Topraklarını işgal etmeye, insanlarını
katletmeye gelen azılı düşmana hümanistçe bakma hakkınız yoktur. Hem düşmanı
seveceksin, hem de vatansever olacaksın. Bu nerden baksanız büyük bir
çelişkidir.
Neymiş efendim, mahşeri andıran
Çanakkale’deki şehitlikte Peygamberin bile kucak açtığı kahraman şehitlerimiz,
kendilerini göz kırpmadan öldüren düşman askerleriyle el ele tutuşmuş hâlde
yatıyorlarmış. Birinin sıcak eli, diğerinin avucunda, kardeş kardeş
yatıyorlarmış kara toprağın altında. Oh ne âlâ!... Madem düşmanlar bu kadar
merhametliydi toprağın altında değil de, toprağın üstünde gösterseydiler bu
engin sevgi ve muhabbetini…
Diyelim ki şair böyle düşündü, böyle
inandı ve böyle yazdı. Peki, böyle bir şiiri Çanakkale Zaferi’nin 100. yılında
birinci seçen akademik jüri ne düşündü? Söyleyin…