‘’Hayır, asla gelmem
seninle. Öleceğimi bilsem de gelmem…’’
Koşuyordu ve bir yandan
avaz avaz haykırıyordu.
Kan ter içinde doğruldu
yattığı yerden. Ufak ve karanlık bir odadaydı etrafı seçemezken gözleri. Hala
gördüğü kâbusun etkisiyle inanılmaz bir hızla başı dönmekteydi. Yaşlar
süzülürken elinin tersiyle sildi ve istemsizce hıçkırmaya başladı.
Ne kadar unutmaya
çalışsa da mümkün değil çıkaramıyordu hafızasından. Gördüğü her sahne, ona
dokunan her el ve cümle aralarına sıkıştırılmış duygular bile esareti altına
alırken aldığı hiçbir yardım da etki etmiyordu işte. Ailesi olsun aldığı
profesyonel yardımlar olsun işe yaramıyordu.
Herkes kabullenmişti
tüm olanları ve şükrediyorlardı bir yandan ölümün kıyısından dönüp tekrar
aralarına döndüğü için Mert.
İşte yine o kuyuda
ışıksızdı ve yalnız. Koca bir boşluk bir başına…
Gayri ihtiyari üstünü
başını yokladı. Sımsıkı örtülüydü üzeri. İstemsizce yatağın yanındaki
tekerlekli sandalyeye ilişti gözleri. Ona bağlı ve bağımlıydı. Diken diken oldu
tüyleri.
Olay her aklına
geldiğinde tir tir titreyip dehşet içinde geçmişe yolculuk yapıyordu.
El yordamıyla elektrik
düğmesini açmaya çalıştı. Her şey olması gerektiği gibi olması gereken
yerdeydi. İhtiyaçlarını kolayca gidersin diye ne varsa elinin altındaydı. Gerçi
pek yalnız bırakmıyordu ailesi ama ola ki yalnız kalsın bir şekilde tüm
imkânları seferber etmişlerdi. Düzgün olarak haftanın belirli günlerinde fizik
tedaviye gelen uzmandan tutun daimi hemşiresine kadar herkes ve her şey
organize edilmişti.
Hafifçe araladı perdeyi.
Güneş fazlasıyla parlak ve davetkârdı bu da onda koşma isteği yaratıyordu
eskiden olduğu gibi istediği zaman istediğini yapma ihtiyacı hissediyordu. Oysa
değil yürümek yatakta bile zar zor doğruluyordu.
Tekrar araladı perdeyi.
İşte karşıdaki parkın o iki müdavimi yine arz-ı endam etmişti. Nasıl mutluydu
anne kız. Salıncaktaki kızını aralıksız ve büyük bir neşe içerisinde sallıyordu
kadın.
‘’Şimdi yere inecek ve
kaydırağa binecek. Hadi, kızım in o salıncaktan ve koşa koşa git kaydırağın
başına.’’ demesine kalmadı ki aynen düşündüğü gibi küçük kız indi salıncaktan.
Sarı saçları ve tombik yüzü ile nasıl da kızına benziyordu. Hırsla kapadı
perdeyi.
‘’Uyumalıyım, uyumalıyım.’’demesiyle telefonun
çalması bir oldu. Numaraya baktı. Belli ki annesi merak etmiş ve yoklamak
istemişti.
‘’Efendim, anne…’’
deyip yanıtladı gelen çağrıyı.
‘’Evet, yeni uyandım
anne. Daha iki saat evvel buradaydın. Merak etme beni, iyiyim ben. Evet,
ilacımı aldım. Endişe etme lütfen. Birazdan gelecek zaten Nalân Hemşire. Hayır,
hayır aç değilim. Hem akşama daha vakit var. Tamam, anne, sen bak işine.
Görüşürüz.’’deyip sonlandırdı konuşmayı.
Nasıl kızıyordu
annesine bir yandan da için için hak veriyordu. Dinleseydi ailesini bunların
hiç birini yaşamayacaktı. Nasıl oluyordu da öfkeyi ve sevgiyi aynı anda
barındırabiliyordu?
‘’Ne fark eder ki
cevabını bilsem. Hayatı bu kadar ıskalamışken neden yaşıyorum ki ben…’’
Olaydan sonra iki defa
intihara teşebbüs etmişti Mert. Bu yüzden göz açtırmıyorlardı genç adama.
İlaçları sayılı veriyordu hemşire. Ne cam bir bardak ne de kesici bir alet
vardı görünürde…
Yine de eline fırsat
geçse ne yapacağını biliyordu adam Sonuç itibariyle eksik ve yarım bir insan
olarak bellemişti bedenini.’’Sanki kimse bilmiyor da bir tek benim her şeyin
farkında olan. Ah, zavallı ben.’’
Yastığının altına
uzandı eli. Özlemişti meleğini. Burnunda tütüyordu her ne kadar bir daha
göremeyeceğini bilse de. Usulca ve
titrek ellerle baktı buruşuk resme. Engelli bir evlat sahip olmayı o
istememişti ki. Üstelik sorun da etmiyordu artık evladının taşıdığı vasıfları
daha doğrusu önceleri tarafınca vasıfsız addettiği engelini. Oysa nasıl da
geçti artık bunları düşünmek için.
O kadar güzel ve sessiz
bir bebekti ki Melek. Ama hem ona hem de Füsun’a cephe almıştı. Ailesinin
yanına dönemezdi genç kadın üstüne üstük kocasının ona yaşattıklarına da ses
çıkaramadığı için hayatı bir cehennem dönmüştü.
Kromozom sayısındaki
farklılık arz eden bir rakam idi her şeyin tek sorumlusu. Ama ne suç ne de
günahtı her ne kadar fazlasıyla dışlansa da. Tipik görüntüsü her ne kadar bu
rahatsızlığı ele verse de Melek de her çocuk kadar güzel, masum ve bir o kadar
sevgiye muhtaçtı. Fazlasıyla muhtaçtı hem de.
Değil baba sevgisi baba
sözcüğünün anlamını bilmeden adımını atmıştı dünyaya.
Boşanma ilamının
çıkması hiç gecikmedi hem de kırkı bile çıkmadan. Mert topu topu bir kez
almıştı kollarına bebeğini o da doğduğu ilk gün itibariyle. Ve farkı fark
ettiğinde çark etmişti adam. Mimlemişti hem çocuğunu hem de karısını. Nasıl
olurdu da engelli bir çocuk sahibi olabilirdi. Öz ve öz evladı ama sadece
kayıtlarda yazan ismi baba sıfatıyla.
İlk tepkisi kız çocuğu
olacağını öğrendiğinde gün yüzüne çıktı adamın. Erkek evlat sahibi olması
gerekirdi ne de olsa. Erkek adamın erkek çocuğu olur inancını hep
kabullenmişti. Bu yüzden bayağı mırın kırın yapmıştı cinsiyetini öğrendiğinde.
Bir de doğum sonrası ortaya çıkan tablo da eklenince iyice dengesini yitirdi
adam. Loğusa haliyle yapmadığı kalmadı kadına. Melek ağladıkça daha da
şiddetleniyordu evdeki kavgalar.
Sığınacak kimsesi yoktu
kadının. Değil ailesinin yanına dönmek yüzüne bile bakmıyorlardı. Ta ki kaza
gününe kadar…
devam edecek...