- Merhaba eşkıya! Dedi


Derinlerden, çok uzaklardan gelen sesi belleğimin içinde tanıdıktı ama yüzü oldukça yabancı kalmıştı bana.

Gülümsedim…Hastanedeydik ve asansörle üçüncü kata çıkıyorduk.


Zaman kazanmam lazımdı.


- Merhaba, dedim.


- Tanıdın mı beni?


Böyle hallerde beynin zaman kazanması için yapılan her türlü hileye baş vurmaya hazırdım.Onu oyalayıp kazanacağım birkaç saniyelik zamanda belleğime geçmişi taratarak hatıraların bir yerinde onu hatırlamak mümkündü.Öyle yaptım fakat belleğimin tarayıcıları onu bulamadı.Ses uzaktan ve cılız gelse de yüz hala tanıdıktı.


- Ben Sevgi…Yengeç sevgi…Okul yıllarından diye gülümsedi


Mahcup olmuştum, utanarak baktım yüzüne…


Omuzlarına kadar dökülen saçları ne tam beyazdı ne de tam boz.Kumral yüzüne boyasız doğal saçları ayrı bir güzellik vermiş elmacık kemikleri yüzüne başka bir hava katmıştı.Kalın etli dudaklarını büzüştürdü ve halimi anlamış olmanın bilgiçliğiyle yine gülümsedi.


- Haa..evettt…diyebildim.


Numaramı yutmamıştı.hilale çalan kaşları yay gibi gerildi


- Demek aklında hiç kalmamışım ha!...


Boynunu bükerek gözlerinde ki bulutları saklamaya çalışırken;


- Oysa yengeç Sevgi deyince yüzünde şimşekler çakmasını beklerdim, dedi

Sesi geçmişimin derinliklerinde yeşillenmeye başlamıştı ama yüzü bir türlü hafızamın kapsama alanına girmiyordu hala.


Asansörden indik.


İkimizin de ellerinde kan tüpleri,tetkik ve tahlil kâğıtları vardı.Sekreterlikten sıra fişi alırken:


- Biz…Nesrin, Gökçe,Şadan, Erbil, Aslı ve Sibel hep birlikte gezerdik.diye söylendi.Sibel derken sesi alaylı çıkmış gülüşü pambeleşmişti...


Hala zaman kazanmak derdindeydim.Bir iki saniye…Işık hızından hızlı düşüncenin belleğinde bulamayacağı görüntü yoktur diye bilirdim…Şey diye geveleyen dil zekaya zaman kazandırarak ne yalanlar üretilmiştir.Şey diye başlayan bütün sözlerin yalan olduğuna yemin edebilirdim.


- Hastanede ne işiniz var? Diye sordum.


- Hala zaman kazanmak istiyorsun değimli deyince ikimizde gülüştük.


Telefonlarımızı aldık…Taksiye binerken sarılıp yanak yanağa öpüştük.


- Eşkıya! O zaman ki gibi yapma!En son yarın görüşelim dediğimiz günün üstünden otuz dört yıl geçti.


- Yapma!... diyebildim ancak…Sol yanağına düşen saçlarını sağ eliyle düzeltirken o kol hareketinden tanıdım onu.


Bakışları bulutlandı sesi titredi bir an.


- Asıl sen yapma!... Artık o kadar uzun zamanım yok!


- Neden?... Sonra ikimizde sustuk…ellerimizde ki hastane kağıtlarını unutmuştuk ikimizde

Ufkun en son ucuna bakan gözlerine rüzgârlar kondu birden.Karanlık derin ve ıslak gözlerini gözlerime çevirdi ve


- Çünkü kanserim…Yakında sol mememi alacaklar sanırım, dedi ve taksiye binerek hızla uzaklaştı.


Caddenin kenarına mıhlanıp kalmıştım.Yengeç Sevgi’yi anımsamıştım çünkü…


Ertesi gün onu aradım, uzun , uzun çalan telefonuma cevap yok diye not düştü makine.


Defalarca denedim açmadı.


Akşama doğru cep telefonumda şu mesaji okudum…


“ Zıtların varlığıyla yaşıyoruz eşkıya!... Ben seni, sen Sibel’i, Sibel Rıza’yı, Rıza bilmem kimi seçmişti…Zıtların halkasına düşen ve hep acı veren bir sevgi…Biliyorum eşkıya O cumartesi günü sen bana gelmek için çıktın evden.Geldiğinde seni sevdiğimi söylediğimde Sibel seni ret ettiği için hemen kollarıma atılacaktın.Sibel Rıza’nın babasının gazinosuna gitmiş Rıza ile konuşmuş ve Rıza Sibel’i kovmuştu.yolda karşılaştığınızda Sibel sana “ hala onu isteyip istemediğini sordu ve sende balıklama atladın Sibel’in koynuna” Ben otuz dört yıl hep geleceğin günü bekledim.Bunları daha sonra ayni şubede görev yaparken Sibel anlattı bana.Biz zıtları sevdik ve doğruyu bulamadık demişti.

Dün karşılaştığımızda bir kere daha anladım ki gözlerinde ki ışık içindeki duygu,yaşama sebebin ben değil..Sen çocukluğunda kalan günleri arıyorsun.Sen biraz da Sibel’i özlüyorsun.Biliyorum gel dersem gelirsin çünkü senin gençliğine ihtiyacın var bana değil.Gel desem gelirsin ama akşama yine evine gidersin…Bu yüzden gelme sakın! Bir daha görüşeceğimizi hiç sanmıyorum.Hoşça kal eşkıya!”


Telefona asıldım..çaldı..Çaldı..Çaldı…Hep o yanıt: Cevap yok!


Sadece göğe baktım!


İçimin derinliklerinde tanımsız bir sancı


Başımı eğdim ve ağladım….Ağladım…Sadece ağladım…Aşkta yine sınıfta kalmıştım…

 

 toynak

( Aşkta Sınıfta Kalmak başlıklı yazı Toynak tarafından 23.01.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.