Oldum olası sevememişti, sevemezdi zorla hele ki karşılığı olmadı mı bir adım bir adım daha geri gider ve soyutlardı kendini.

 

Sevemediği ne çok şey vardı bir o kadar insan. Kalbinin yerinde bir taş parçası olduğunu düşünürdüm onunla her karşılaştığımda. Direkt kaçırırdı gözlerini. Ola ki göz göze gelelim buz mavisi o deli bakışlı gözleriyle delip geçerdi.

 

Bir tek bana karşı da değildi bu tavrı. Ben ve diğerleri. Diğerleri derken de geniş bir kitleydi aralarına duvarlar ördüğü.

 

Tek bir kişi haricinde kimseyle muhatap olmazdı. Ve zaman ilerlerken algıladı ki bu yalnızlığı göze batıyor bu sefer gülücükler saçmaya başladı yüzü. Senli benli diyalogları o kadar riya doluydu ki.

 

Saflığımın mimarıymış demek ki o yıllar. Zira saf bir sevgiyle yaklaştıklarım hep uzak durmuştu bana ta o günlerden miras. Değişen bir şey yok desem yalan da olmaz hani.

 

Çocuk aklım derim derim de şimdi de fazla değişen bir şey yok. Konuyu dağıttım değil mi, siz bakmayın kusuruma…

 

Eşleşmediğim insanlardan biri olan Songül bahsini açtığım. Tek tutar tarafı zehir gibi zekâsıydı ve bu sayede tüm öğretmenlerle ortak bir frekans tutturmayı başarmıştı. Özellikle lise yıllarında sayısal ağırlıklı tüm derslerde gösterirdi kendini. Tek muhatap olduğu arkadaşı sayesinde iyi kötü bir çevre de edinmeye başlamıştı doğrusu.

 

Güzel bir kız olduğu su götürmez bir gerçekti diğer yandan. Dizinin bir karış üzerindeki eteği de az dikkat çekmezdi hani. Zekâsının yanına fiziğini katık yaptı bu sefer. Çevre edindiği o dostane ortama bu sefer erkek nüfus rağbet etmeye başlamıştı. Sivri fikirleri zaman içinde belirginleşmeye başlamıştı.

 

Songül ve tutarsız soyut ve uçuk hayalleri. Üzülerek ve serzenişle vurguluyorum zira muhalif yapısıyla çok tezat teşkil etmişti hele ki duygusal yapımdan hiç mi hiç haz etmezdi.

Sayısız oyununa geldiğim de ne yazık ki zor da olsa kabullendiğim acı bir gerçek. Sınıfı oyunlarına alet edip oldukça derin yaralar açan bazı olaylar yaşamamın tek mimarıdır.

 

Ergen bir topluluk ne derece adil olabilir ya da kimi hangi ölçüde adilane yargılayabilir ki…

 

Ben ya da onlar ya da Songül. Aklı beş karış havada, duygularının devinimi ile içsel yolculuklarını farkında bile olmayan yeni yetme gençler.

 

Aşklar ya da aşk addettiğimiz o masum kaçamaklar. Hele ki platonik yapısıyla oldukça derinden etkileyen yüreğe dokunan hayaller.

 

Sabahın köründe sadece ‘’günaydın’’ demek adına az mı nöbet tutmuşumdur bahçeyi boydan boya arşınlarken…

 

Ya da az mı dolanmıştık ben ve dostlarım uzaktan görebilmek için bir kez bile olsa hatta saniyelerle ifade edilen bir zaman diliminde.

 

Belki de iki çift kelam etmek adına kimlerin kimlerin peşinden koştuk masumane bir bakış yakalayabilmek için.

 

Ne de olsa seksenli yılların o buhranlı ve melankoli kokan koridorları.

 

Bir yanda kalplerimizin attığı o göğüs boşluğu nefesimizin daraldığı bir yanda zamanın şarkılarına eşlik eden karşılıksız aşklarımız.

 

Kötü diye bellediğim kimse yoktu ki o günlerden hatıra. Eh, ne de olsa saflığın tavan yaptığı bir süreç her ne kadar aradan geçen yıllar pek etki etmemiş olsa da…

 

Kötü mü dedim sahi ne anlama geldiğini Songül gelene kadar bilememiştim, bilemezdim ki. Keşke hiçbir zaman da öğrenmemiş olsaydım. Bunu yürekten dilerdim sadece korunaklı dünyamı işgal etmeseydiler, diye az hayıflanmamışımdır zahir.

 

Songül ve sinsi planları…

 

Tüm sınıfı birbirine düşüren o nakil öğrenci. Oysa kucağımız açmıştık ona farklı olduğunu fark etmeden. Farklı olması da pek önemli değildi diğer yandan ne de olsa her birimiz en ufak ayrıntıya kadar farklıydık hem de garklı dünyalardan gelmiş gibi garip tutumlar geliştirmiştik.

 

Songül’e dair anlatacak bunca şey varken doğrusu yaralı kalbim az da sızlamıyor değil hani ondan bahsederken. Kim olduğumu sorsanız ona hatırlamayacağına adım gibi eminim. Ne de olsa onun hoş vakit geçirmesinde yardımcı ve etkili bir elemandır her ne kadar onun gözünde etkisiz eleman olarak vuku bulmuş olsam da.

 

Lise yıllarında psikoloji dersi ile tanıştık ilk kez. Psikoloji dersine giren canım öğretmenim. Kim bilir nerelerdedir şimdi. En az benim onu sevdiğim kadar yüreğine yerleştirdiği öğrencilerinden biriydi. Ve onunla aynı küsüyü paylaşırdık. Nasıl mı?

 

İnanılır gibi değil ama sınav esnasında öğretmen kürsüsüne çıkıp geniş bir gözlem alanı geliştirmişti şahsına özel. Oldukça da etkili bir yöntemdi doğrusu. Kimseye göz açtırmazdı. Ne de olsa hınzırca yöntemler ile iyi not almak konusunda ihtisas yapmış bir sınıftık.

 

Kürsünün şahsım tarafından kullanılma hususuna gelirsek ders araları tepesinde vakit geçirdiğim az zaman olmamıştır hani. Fakat psikoloji öğretmenimizden bir farkla. Sadece duygularımı yüksek sesle ifade etmek adına çıkardım masanın tepesine ya da bazen saçma sapan şarkılar söylemek adına. Hayranı olduğum ve ekolünün takipçilerinden biri olarak Leo Buscaglia adındaki yazarın yolundan gidiyordum ta o zamanlarda bile ve tüm gayem insanlara karşı duyduğum sevgiyi dillendirmek adına ‘’sizi seviyorum ey insanlar’’ diye avaz avaz bağırmamdı. Her nasılsa kimse de yadırgamazdı tek bir arkadaşım haricinde ve açık açık da ifade ederdi:

 

-Gülüm, sen bir çılgınsın…

 

En azından yadırgayan kimse de çıkmazdı. Sonuçta gösterim kısa sürer ve zıplardım taş zemine.

 

Zamanımızda gelişen sevgi sözcükleri değildi dilimize pelesenk ettiğimiz. Olsa olsa hareketlerimizle, tutumlarımızla ve bakışlarımızla ifa ederdik duygularımızı.

 

Çok genç bir yaşta ilk düşmanımı kazanmıştım o zamanlar üstelik her hangi bir menfi düşünce ve duyguyla yaklaşmamış olsam da.

 

Çok sonradan anlayacaktım hatta anlayacaktık Songül’ün beslediği nefretin sebebini. Sakladığı onca şey vardı gerçi kimseyi de ilgilendirmezdi ama her nasılsa herkesin özeli ve mahremi ona dert olmuştu. Ağzından kolayca laf aldığı ilk kurban da bendim üstelik.

 

Zaman içinde erkek egemen bir sınıfta herkesi çevresine topladı. Ne de olsa anlatacak özel ve farklı hikâyeleri vardı ama her nedense kendi haricinde kim varsa tüm alıp veremediği bizlerleydi. Ve bunu çok sonra fark edecektik. Belki bir ay belki bir yıl sonra kim bilir belki de çocuk ruhlarımız algılayamamıştı onun yüreğinde sakladıklarını.

 

Zamanın getirisi mi demeli hayatın bizden çaldıkları mı?

 

Fark eder mi sizce ya da çalıntı hayaller ve çalıntı düşlerle yaşanır mı?

 

Ne yazık ki hayalperestin önde giden bir neferi olarak düşlerimi ilk çalan kişiydi Songül. Bir tek benim de değil üstelik.

 

Fısıltı gazetesinin bir numaralı muhabiri, dost bildiğimiz sinsi bir düşmen ve sevgiye düşman. Zaten sona doğru maskelerinin ardındaki o gerçek yüzünü bir bir öğrendik. Zihniyetini yargılamak bize düşmezdi ama şu da bir gerçek ki melek yüzlü bir şeytandı. Ötesinde zaman içinde inancımızı da sorgulamaya başladı.

 

Dağılmış bir ailenin ortada kalmış bir çocuğu olması idi belki de kendinde hak gördükleri. Haris yapısının bir uzantısıydı inançsızlığı ve içinde beslediği kin ve nefret.

 

Sevmekten bihaber, sevgiyi ve seveni yargılayan bir o kadar masumca aşklarımızı yerden yere vuran çünkü seven bir kalbi yoktu Songül’ün. Zekâsı her ne kadar yüksek bir mertebede olursa olsun ruhu eşleşmiyordu beyniyle. Yoksa bu denli akıllı bir insan kim bilir neler kazandırırdı bulunduğu ortama.

 

Ne eş güdümlüydük ne de yoldaş.

 

Ne muhaliftik ne de yargılayan hele ki o gencecik yaşta bilmediğimiz ne çok şey vardı. Kim bilir belki de tek bilmeyen bendim. Keza şu an da aynı durumdan muzdaripim. Yoksa çok farklı bir yaşantı sürüyor olurdum. Yine de memnunum halimden. Hassasiyetimin engel olduğu pek çok yaptırıma muhalif olmam yaşamayı zorlaştırıyor olsa da sevebilme yetimi kaybetmemem şahsım açısından sevindirici. Gerçi karşılığını bulup bulmadığım tartışılır ama…

 

Neticeyi merak ediyorsanız…

 

Terk edilmiş, zekâ ve hırs küpü yalnız bir insan olarak kaldı Songül. Kazdığı pek çok kuyuya kendi düşmüştü. Hâlbuki her birimiz sayısız kere şans tanımıştık ona. Yüreğimizi açmıştık ve bilemezdik yürek yerine taş taşıdığını.

 

Taş mı taşımıştı da yorulmuştu. Hiçbir beklentimiz yoktu ondan dostluğunun haricinde belki sessiz kalsa bile kalbimize çoktan alacaktık onu aslında almıştık da ama dostluğun göstergesi bu olmamalıydı. İhanet ettiği onca insan ötesinde duyumsamadığı. Kendini bile duyumsamadan nasıl hak iddia edebilirdi bizim yalın ve naif duygularımıza. Ötelemek değildi ona verilen cevap sadece biz ergenlerin masumane tepkisiydi henüz kötülükle karşılaşmamış ve kötülüğü telaffuz etmeyen biz saf ve yalın kalplerin sevgiyi ekmeye ve büyütmeye kararlı.

 

Sevgiden kim zarar görebilirdi ki ya da kim uzağında kalabilir sevi yetisinin. Sonuçta etkileşimi sevilmek olarak dönmez mi insana. Sevilmekten öte sevmek bile başlı başına bir öğreti, başlı başına bir ölçüt hayatı yaşanır ve güzel kılan…

 

( Sızı... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 5.09.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.