AKİF’İN KALEMİNDE ÇANAKKALE

 

          Hiç düşündünüz mü Çanakkale’yi destanlaştıran erlerin coşkun yüreğinin sebebini, onların hangi aşkla cepheye gittiğini? Ayaklarının altından kayıp giderken dünya, aslında Cennet’in onlara tebessümle geldiğini gördünüz mü bu şehirde?

          Önlerindeki uçsuz bucaksız ova, yürekleri aşkla dolanlara davet nidaları atıyor, Bir Diyar-i Güzin kapılarını sonuna kadar açıyordu. Gülleler, toplar, tüfekler patlarken, açılan çukur yaralar içten içe ağlarken, mezar taşı olmayan kabir bir adım daha erlere yaklaşırken şairin deyimiyle Peygamber onlara ne güzel bir kucak açıyordu: “Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber; sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.” Mısralarını yazdıran bir tarifsiz aşk uyanıyordu yiğitler, bu cephede bir Cennet inşa ederken.

          Yürekleri törpüleyen oradaki acının külfetini hiç düşündünüz mü? Ah, neydi o Çanakkale cephesi!  Rüzgârların ağaçlarda kalan son yağmur tanelerini kopardığı gibi yapraklardan, döküyordu savaşın fırtınası Mehmetçik’in can tanelerini damarlarından. Etraf öyle bir kızıllığa boyanmıştı ki, sanki İsrafil o saniyede üfleyerek Sur’a kıyameti koparacaktı. Taşa, toprağa boşalıyordu damla damla kan ve gözyaşı. O ki Hilal’e kılıç çekene sadece kan kokar Mehmet’e ise Cennet kokusu… Bir de öyle bir gurura batmış ki ecnebinin son icadı: “Aynalı Namlusu”, Osmanlının yıkılma umudu Yedi Düvel’in midesindeki tek tokluktu! Kalmamış, gelinlik misali toprağıma akın edenlerde bir ar; dili olsa anlatamaz şahit olduğu bu sızıyı sessiz tabyalar. Bir, iki, üç derken taburlar silinip gidiyor, Gelibolu’nun ciğerlerinden şehitlik ateşinin dumanı tütüyor.

          Göç zamanı mıdır bilmem, gökte tavaf mı var? Bulut bulut yükseliyor arşa neferler, coşuyor tekbirlerle yürekler. Binlerce pınardan Kevser suyu akıp karışıyor şehitlik seline, seyre doyum olmaz şu tazecik gonca güllere: Yaslanmış bir siperin yamacına yanık sesle türkü söyler kimisi, mektup yazar yârine bıyıkları yeni terlemiş toprağımın gelincikleri, anasından daha ilk sütünü emmişçesine pak yüzler, kıyamete dek yaşayacak bir destan yazıyor bilmeden.

          Neydi ah, neydi o Çanakkale cephesi? Kimi yerde düşmanın kirli çizmesi, kimi yerde mübârek ezan sesi… Gücüdür, süsüdür tabyalarımızın, ah o ne güzel okunan bir mushaftır. Geceleri Kur’ân sesi yükselirdi neferden, düşman bile inzivaya çekilir o sesi dinlerdi gizliden. Bir zaman sonra rüzgarla süzülen o ses gelmez oldu. Sordu düşman askeri: “Neden sustunuz?” Mehmet’in acı dolu cevabı: “O arkadaşımızı geçen hafta vurdunuz!”

            Bu ne hortumdur ya Rab, alıp götürüyor neferi! Gökte keskin bir hava, yerde insan bulutundan yağan yiğit çehreleri… “Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak boşanır sırtlara, vadilere sağanak sağanak.’’ Gökteki Ay ve Yıldız’ın önüne set çekmek istemişti bir kara duman. Öyle bir üşütüyor ki bu gölge, kara kıştan da yaman. Bu vaka ki her yere serpiyor kırmızı kar tanelerini, ağlatıyor bu vahşet; bir şairin yüreğindeki gözlerini. O yürek ki sıkıp dişlerini acısından, açar kalbinin gözünü,  yazar; cepheye gidemediği için kahrından. Kalemleri yas tutuyordu onun, vatanın yaralarını hissederken ‘’Asım’ın Nesli’’ diyordu yiğitlere; görünce onları ölüme tebessümle giderken.

          Kuşlar mıydı Akif’e bu vahşeti anlatan, nasıl bilinebilir ki bu acı henüz göğsünden kurşunla vurulmadan? Mehmet Akif, savaşı görmeden yaşayan adam, ne de güzel tutmuş kalemini; bu eşsiz tufan; ancak onun kalemiyle böyle yazılabilirdi. “Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer; o ne müthiş tipidir: savrulur enkaz-ı beşer.” Bu dizeleri ancak savaşın içinde cenge gidenler kağıtlara nakşedebilirdi. Ne güzel ne temiz bir ruhu var Akif’in, yüreğinde ne de ince gözleri var. Acıdan mecali kalmamış çaresiz, sessizce bakan gözlerin vasiyetleri var mısralarında. O ki dillerin susup kurşunların konuştuğu can izdihamına “Mahşer mi hakikat mahşer.” derken sanki Alçıtepe’den Seddülbahir’i izliyor gibi kalemini daldırmış mürekkebine.

          Cepheler yansa, tepeler, dağlar delinse Akif’in mürekkebi ağlar; Çanakkale çiğneniyor deseler o yiğidin yüreği şaha kalkar. O ki bütün bu mevzideki halleri hisseden, görmeyen gözden değil, gören yürekten öğrenen bir aşıktır. Susuyor Çanakkale mısralara susuyor, Akif’in dizelerdeki sözleri Mehmetçik’in gözlerinde yazıyor. Hani bir Seyyid şahlanmıştı ya dirice gömüldüğü yerden, hani gururlu Ocean’ı gömmüştü yere tüm şehitlerin intikamını alır gibi. Bir güneş doğdu ya o an Çanakkale’den duyulurdu iki boğaz öteden kemiklerinin sesi, 276 kiloluk mermiyi sırtlanan Seyyid’in cüssesi değildi! Aç bir bak toprağa nerde yok kumlarla kucaklaşmamış bir şehit bedeni? Koca donanmalarla saldırsa düşman, Mehmetçik onu emin yüreğiyle def ederdi. Ecdattan atlı ordu, Hak’tan Nusret yardımı gönderilen bu gül diyarının Çanakkale’dir adı. Dinimin, namusumun, bağımsızlığımın kilidi; ecdadın kan boyasıyla boyanmış iple ıstarda işlediği şehir, Çanakkale’ydi.

         Ey bu kutsal şehrin nöbetini ebediyete dek eline alan ay parçası asker! Adını abidelere kazısak şehitlik bayramını anlatmaya onların dili yetmez, yıldızların her birine vasfetsek şanını yıldızlar yetmez! Ey şanlı asker, seni sığdırmaya çalışsam sayfalara, inan ki sayfalar utanır. Sana bu topraklar az gelir, imanla dolu göğsüne dar gelir; senin rütben öyle yüce ki gökler verilse minnetine, kâfi olmaz nurlu çehrene; senin seyran edeceğin yer ancak Firdevs’ten bir yerdir. ‘’Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? ‘Gömelim gel seni tarihe’ desem sığmazsın.’’

          Ey şehidim, bize baharın en güzelini vermekle mesut ol! Taze nâşında buram buram tüter bir İrem kokusu. Ne geniş bir yerdir girdiğin bahçe; düşmana Anadolu’yu kapatan, sana Cennet’i açan bir kapıdır Çanakkale.

          Şehitlerin dünyada en son gördükleri şeydir Allah’ın cemâli, bu yüzden yırtılsa da bağrı vermez bu küçük geçidi. Anafartalar’daki o iz; Kemal’in izi oldukça, nice Akif’lerin kalbi imanla yaşadıkça, bu toprağın bağrında şühedalar uyudukça Çanakkale geçilmez! Mübarek Kur’an, gökte Ay-Yıldız oldukça Çanakkale geçilmez!

          Ey Çanakkale! Bir zağferan gibi açtın sen ülkemin üstüne, kurudu sanılan nehirleri, soldu sanılan gülleri, öldü sanılan şehitleri yeniden bahara serpensin. Şâd ol! Açılmaz duvağın, hâlâ lekesizce duruyor; senin göğsünün üstünde kılıç iziyle ‘’ Çanakkale Geçilmez! ‘’ yazıyor.

 

                                                                    NURCAN YETİŞEN

( Akif İn Kaleminde Çanakkale başlıklı yazı Derin Şair tarafından 23.05.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.