BAKKAL NASIL KURTULDU

 

            Büyük bir Grosmarket de  gözüne bir yazı ilişmişti.  ‘Bakkallar nasıl kurtulur’ diye. Bakkallar süper marketler karşısında ölüme mahkum edilmişlerdi demek. Kurtuluşunu da gene  süpermarketler düşünüyordu. Çevrede o kadar kurtulacak şeyler var ki çoğalt çoğaltabildiğin kadar. Emekli nasıl kurtulur,memur nasıl kurtulur, esnaf ,köylü, çiftçi nasıl kurtulur. Daha da önemlisi  Memleket nasıl kurtulur’a kadar gidiyordu iş. Bu sanki  Asiye nasıl kurtulur gibi bir şeydi demek. Hükümet memurun yakasına  yapışmış, memur kurtulmaya çalışıyor. Kimi  üç ay kalmış emekli olmasına  ‘bir emekli olayım’ kurtulacağım diyor. Neden kurtulacaksa! Çalışırken elektrik, su, doğalgaz, hastane kuyruğu vardı, bilmiyor ki garibim birde ‘emekli maaşı’  kuyruğu girecek devreye. Hadi bakalım kurtul kurtulabilirsen. Vergi kıskacına girmiş  küçük esnaf.  Belki,  yirmi çeşit vergi. Birde bilinçsizlik var. Yığılmış kalmış vitrinlerde satılmayan mallar. Hele  ‘baharat’ cinsi küçük poşetlerdeki  mallar, tarihleri geçmiş öyle duruyor raflarda. Müşteri  bir şey alırken ayına, gününe bakıyor.

       Fikri  Bey  nerede yeni açılan bir dükkan görse o dükkanı göz hapsine alır, tanıdığı pazarlamacıları  yeni açılan dükkana gönderir,  pazarlamacılara müşteri bulduğu için de komisyonunu alırdı. Ayrıca pusuya yatmış aslanlar gibi  avını bekler, pazarlamacılardan aldığı ‘tiyo’ ya göre hareket ederdi.

      Fikri Beyin büyük grosmarketteki gözüne ilişen,  ‘bakkallara  verilen öğüt’ niteliğindeki yazı  belleğinden hiç çıkmamıştı.

       Sıddık  Efendinin oğlu Fatih’inde gözü esnaflıktaydı. Hele bir emekli olsun  ‘o bilecekti’ ne yapacağını. Evlerinin karşısındaki apartman inşaatının bitmesine çok az kalmıştı. Alt kattaki dükkanlardan birini gözüne kestirmiş, her işe gidiş gelişte, dükkana  alıcı gözüyle bakar, hayaller kurardı. Bu arada da dükkanın iç ölçülerini almış, kafasından nereye ne koyacağının hesabını çoktan yapmıştı.

      Fatih emekli olmadan apartman inşaatı bitmiş, dükkanın bir başkası tarafından tutulmaması için,  ikide bir babasına ısrar ediyordu ‘bir an evvel dükkanı  açalım’ diye. Babası  Sıddık Efendide :

    -“Olum ne acelesi var hem bir emekli ol bahak” dedikçe  Fatih  “Baba  açalım,  ben  emekli olana kadar  Yavuz’la  sen bakarsın dükkana.  Sabahları işe  gidinceye kadar sen, işten gelince de ben bakarım. Dükkana sen bakarsan, emekli olduğun için vergiyi az ödermişiz.” deyince  babası Sıddık’ta ‘olur’ demişti. Dükkan Sıddık  Efendi adına kiralanır. Bütün işlemleri oğlu Fatih yürütür, babası dükkanın kendi adına açıldığının farkında bile değildir.

      Sıddık  Efendi bankadaki  faizde yatan parasını çeker, borç olarak oğluna sermaye  yap diye  verir. Oğlu da birkaç ay sonra nasıl olsa emekli olacak, aldığı emekli ikramiyesini  babasına verip  borcunu kapatacaktır. Oysa  Fatih  eline geçecek paranın üzerine biraz  koysa  oturduğu semtten bir daire alırdı. Ama onun kafası bakkal dükkanındadır. Yakınlarında  başka dükkanlar vardır ama  ‘Allah herkesin kısmetini ayrı verir’ diye düşünür. Babasından aldığı parayla, dükkanın içini donatır. Artık pazarlamacılar Fatih’in  ayağına kadar gelmişler, pazarlayamadıkları ellerinde kalan malları Fatih’e satarlar. Çok  geçmeden  Fatih nakit para sıkıntısı çekmeye  başlamıştır. Kendi  aylığını dükkana  harcadığı gibi babasının emekli maaşı da  alınan malların taksitine gitmektedir. Fatih gece geç saatlere kadar dükkandadır. Neyse ki sabahları babası açmaktadır dükkanı. Fatih akşamdan akşama uğramaya başlar  dükkana. Dükkanın satılmayan mallarla  dolması  ve ellerinde dükkanı çevirecek sermayenin azalması  Fatih’in moralini bozmaktadır. Fatih’te  artık  akşam bir iki saat  bakıp dükkana, kasada beş kuruş bile bırakmadan ne var ne yok alıp, öyle gider olmuştu evine. Ertesi günde hep aynı şeyler tekrarlanıyordu.

     Aradan zaman geçer, Fatih emekli olur. Emekli ikramiyesiyle babasına olan borcunu öder. Esnaflığın memurluktan daha zor olduğunu kavrar. Günde on beş,  on altı  saat çalışmanın  bıkkınlığı ile  sık  sık  dükkanı kardeşi Yavuz’a  ve babasına bırakıp gitmektedir. Esnaflık artık Fatih’in canına tak etmiştir. Ya  Babası  Sıddık Efendinin? O sanki halinden memnun mudur? Konuştuğu her müşteriye oğlundan dert yanmaya başlar. Fatih’in esas mesleği  şoförlüktü. Bir cahillik etmiş bakkal dükkanı açmış,  doldurmuştu satılmayan malları dükkanına. Kazandığı para ev kirasına ve arabasının benzin parasına gidiyordu.

         Sıddık Efendinin okuma yazması olmadığından mahallenin çocukları  dükkana  yalnız Sıddık amcaları  olduğu  zaman doluşurlar, kimisi cips alır, kimi  sakız,  çikolata alır, parasını istediğinde:

    “-Sıddık amca deftere yaz  birazdan getireceğim” derler.  Sıddık Efendi de  çocukların yanında okuma yazma bilmediğinin anlaşılmaması için  veresiye defterini çıkartır,  kimin ne aldığını  aklında tutmaya  çalışarak yazıyormuş gibi yapıp deftere çizik atardı. Sonrada :

      “-Çabuk getirin parasını” diye birde tembih ederdi çocukları. Büyük insanlar bile biliyordu  Sıddık Efendinin okuma yazmasının olmadığını.  Çoğu kapıcılar da  aldığı şeyleri:

    “-Sıddık amca deftere yaz” deyip çıkıyorlardı  dükkandan. Herkesin sütüne kalmış bir şeydi  ödeyip ödememeleri. Herkes dükkanın başında Sıddık amcalarının olmasını isterlerdi.

      Sıddık Efendinin kafasına yazdığı, kırmızı tişörtlü sakız, beyaz tişörtlü on yumurta, iki ekmek, kapıcı Kamil  apartman için aldığı on  ampul ve temizlik maddelerinin parası  haricinde,  kasada biriken  on beş  milyon lirayı da  akşam  oğlu Fatih geldiğinde almış üstelik babasına:

   “-Baba  hepsi bu kadar mı satışların?” dediğinde  Sıddık Efendi  kapıcının neler aldığını, kırmızı tişörtlü  çocuğun sakız, beyaz tişörtlü çocuğun da  on yumurta iki ekmek  aldığını  söyler. Fatih de:

  “-Hangi kırmızı tişörtlü çocuk baba? Beyaz  tişörtlü çocukta kim? Her zaman böyle mi  yapıyorsun?  Borçlarını ne zaman ödeyecekler?”  diye sorar.  Babası Sıddık:

  “-Ben onları biliyom olum, alırım onlardan. Esas sen dükkanının başında dur da  iyi işlet dükkanını “ dedi.

     Sabah erkenden dükkanı açan Sıddık Efendi o gün dükkanına gelen çocuklardan  birine:

   “-On yumurtayla iki ekmek almıştın  olum getdinmi parasını”  deyince  çocuk:

  “-Ne yumurtası!  Sıddık amca ben  yalnız ciklet aldım” dedi.  Sıddık efendi:

   “-Üzerinde  beyaz tişörtün vardı  ben bilmemmi  sendin olum.” dedi. Çocuk:

    “-Şimdi beyaz tişört giydiğme bakma Sıddık amca,  dün kırmızı tişörtüm vardı üzerimde,  ben yalnız sakız aldım. Al sakızın parasını”  deyip  Sıddık amcasına yirmi beş bin  lira  verdi ve dükkandan gene  bir şeyler alıp,  “parasını akşam veririm” dedi. Çocuk  çıktıktan sonrada üzerindeki  beyaz tişörtü belleğinde tutmaya çalışıyordu Sıddık Efendi.

     Sıddık Efendi artık aklında renkleri de  karıştırmaya başlamış, kimin ne giyip de ne aldığını artık bilememektedir.  Oğlu  akşam dükkandan hesabı almaya geldiğinde de  münakaşaları eksik olmaz.

      Fatih  emekli  olup dükkanı iyiden iyiye  babasına bırakmıştır. Kendisi her gün şoförlükle ilgili  gazete sütunlarında iş arar. Bir gün ‘bir makam şoförlüğü  aranmaktadır’ ilanı gözüne ilişir. İlanda ki kuruluşa  müracaat eder ve hemen işe başlamasını  söylerler.

       Fatih artık  makam şoförü olarak bir özel sektörde çalışmaktadır. Dükkana akşamları hesap almak için  uğrar.  Dükkanın içinde mallar iyice boşalmaya başlamış, Sıddık Efendi  pazarlamacılardan aldığı malların parasını da ödeyemez duruma gelmiştir. Bazen pazarlamacı dükkana  alacağı için geldiğinde Sıddık Efendi:

   “-Akşamüzeri gel” diyor, pazarlamacı:

    “-Olur mu  amca her gün aynı şeyi söylüyorsun hangi akşamüzeri geleyim.  Bu akşam  son gelişim olsun”  deyip çıkıyor, bazı pazarlamacılara da,  dükkanına  alış veriş için gelen tanıdık  müşteriden:

    “-Akşam biriken hasılattan paranı öderim şu pazarlamacının işini bir  halledelim” deyip  para alıyordu. Müşteri akşam dükkana parasını almaya geldiğinde de:

   “-Bu gün senin paranı  ödeyecek kadar hasılat olmadı” deyip ertesi güne bırakıyordu. Ertesi günde, bir başka günden kalan  pazarlamacılar alacakları için geldiklerinde, elinde  avucunda ne varsa onu veriyor, bir şekilde borcu  günden  güne çoğalıyordu. Alacaklıların üçü beşi  akşam  geldiklerinde de başlıyor bir curcuna. Sıddık Efendi bunalıyor:

   “Yav  hepiniz birden nerden çıktınız. Ben aha senden aldım”, diğerine dönüp:

   “-Senden ne zaman  para aldım arkadaş?” dediğinde, müşteri de:

   “-Etme, eyleme  Sıddık amca,  benden alıp ta  sütçüye vermedin mi,  üç gün önce? Deftere de yazdığını söyledin.  Hadi aç bakalım defteri” der.  Sıddık Efendi  yazmadığı belli olmasın diye:

   “-Pekiy öyleysem doğrudur. Günahı vebalı senin boynuna”  deyip, adama parasını veriyordu. Bunlar Sıddık Efendinin hep cepten ödediği paralardı. Ayın sonu  gelmeden  emekli  maaşını da  bu şekilde bitirmiştir. Sıddık Efendi tüm bu durumları da müşterilerine bir güzel anlatıp  oğlundan dert yanar olmuştu. ‘Kansızlar işletcez  diye açtılar dükkanı  sonnada benim başıma bırahtılar. Olu mu  canım bu bana’  deyip  müşterilerin kendisine  haklısın Sıddık amca demelerini beklerdi.

     Koskoca adam acınacak durumlara düşmüştü.  ‘Kendi kazancımı harcayamıyom, çoluk çocuğun maskarası oldum’ diye içi içini yiyordu. İyiki gecekondu arsasını mütahite  vermişti de  iki daire sahibi olmuştu.

     Bir gün oğlu  Fatih’e:

    “-Dükkanı ne yapacaksanız yapın” dediğinde öğrenmişti,  dükkanın kendi üzerine olduğunu. Oğlu babasının adına dükkan işletiyordu ama  Sıddık Efendinin bundan haberi yoktu. Sonunda  ufak oğlu Yavuz’a, ‘devren satılık’ yazısı yazdırdı, gazeteye  ilan verdiler. Sıddık Efendi iki milyar istiyordu gelen müşterilerden. Gelenler şöyle bir bakıyor çekip gidiyordu. Komşusu  Can:

   “-Sıddık amca ne verirlerse ver kurtul” demişti de:

    “- Olumu Can Efendi, şindi alaman şu böyük buz dolabını iki milyara. Ben buzdolabı fiyatına veriyon aha bütün bu malları.” Sıddık Efendi  dükkanını bir övüyorki sormayın. Aradan onbeş gün geçiyor  bir müşteri  bir milyar veriyor.  Sıddık Efendi:

   “Olumu canım bi buçuk vedilerde vemedim”diyor.  Müşteri gittikten sonra komşusu Can:

   “-Verseydin ya Sıddık amca,  gün gelecek bu fiyata da müşteri bulamıyacaksın.” Dediğinde:

   “-Ölemi!  du bahak, Allah bizi biliyo” diyor.

       Bu arada  pazarlamacılarda  tanıdıkları Fikri Beye haber vermişler  müşteri olarak  Fikri Beyde çaktırmadan dükkanı göz altına almıştı.

      Sıddık Efendi gelen müşterilere dükkanı vermeye vermeye  en son bir müşteriyle münakaşa eder. Müşteriye:                      “ -Yaharın gene vemen  beş yüze. Beşyüze olumu  canım” der. Tesadüfen  Can beyde  dükkandadır. Can  müşteri varken  eğilip Sıddık amcanın kulağına  sessizce:

 “- Bak bunu da  bulamayacaksın  ver kurtul”  demişti. Sıddık Efendi birden parlayıp Cana çatmış:

   “-Hep sizin yüzünüzden  veremedük  dükkanı” deyip,  müşteriyi kovmuştu dükkandan.

        Komşusu  Can bir gün pencereden baktığında dükkanın önünde bir hareketlilik  görür. Bir  pikap gelmiş  buzdolabını  yüklüyorlar. Can  üşenmez iner aşağı  Sıddık Efendinin oğlu  Yavuz’a sorar:

   “- Kaça devrettiniz dükkanı?” diye. Yavuz:

  “-Yalnız ikiyüz milyona  buzdolabını sattık, biriken kira borcuna karşılık rafları dükkan sahibine bıraktık” der. Bu arada  bir yığın tarihi geçmiş baharatlar,  konserveler,  ufak tüplerdeki kalem uçları  gibi satılmayan malları da dışarı yığarlar. Mahallenin çocukları,  konu komşu alır malları da Sıddık Efendi  ‘kurtulduğunu’  sanır dükkandan.

     Aradan beş altı ay gibi bir zaman geçer, dükkanda kiralık  yazısı  halen durmaktadır.  Dükkanın çevresinde  bir adam dolaşır. İki ellerini siper ederek  dükkan camından içeri bakmaktadır. Adam dükkanın ne kadar zamandır boş olduğunu bilmektedir. Sıddık Efendinin kiraladığı fiattan daha da aşağı dükkanı kiralar. Adam  dükkana fazla masraf yapmaz. Rafları,vitrinli dolabı, meşrubat soğutucusu  mevcuttur. Güzelce bir temizlettirir  ve dükkanın altındaki depoyu sürümü çok olan mallarla tıka basa doldurur.  Vitrinli koca  buzdolabını da getirip yerine  yerleştirir, kanuni işlerini halleder  işletmeye açar dükkanı.

     Peşin aldığı malı veresiye vereceği zaman, fiyat hanesini boş bırakıp  müşteriden parayı alacağı zamanki  zamlı fiyatı  uygular müşteriye.  Yeni dükkan sahibi  Fikri  Beydi. Müşteriyle arasına bir mesafe koymuş, kendi sisteminden asla taviz vermiyordu. Gazetenin haricinde, domates, soğan, salatalık,  patates  gibi  ürünler koydu. Zaten bakkalı devralırken kazanmıştı. Sıddık Efendi çok yakınlarında açılan başka marketten dolayı şok olmuştu zamanında. Müşterilerine de market açıldı da ondan  işletemedik dükkanı diyordu. Fikri Beyin her fikri müşterilerinin hoşuna gidiyordu. Bakkal müşterisinin çok çeşit gibi bir beklentisi yoktu. Bunu bakkallar nasıl kurtulurdaki  yazıda da okumuştu.

      Grosmarketin  yaptığı bakkala mal koyma deneyinde  1250 çeşit malın  425 adedi  işlem görmesine rağmen  bu 425 ürünün  163  çeşidi cironun % 90 ını oluşturuyor  diğer satılamayanlarda stokta  bulunuyor.  Sıddık Efendi stoktan kaybetmişti. Evinin tam karşısındaki arı gibi çalışan bakkalına baktıkça üzülüyordu. Bir gün bakkaldan alışveriş yaparken  bakkalın yeni sahibi Fikri Bey  Sıddık Efendiye:

   “-Beni tanıdın mı amca?” dedi. Sıttık Efendi:

    “-Yooh  ne biim canım kimsin.” Fikri Bey:

   “-Hani bana bir milyara  dükkanı davretmemiştin ya  işte ben o kişiyim. İki yüz  milyona  buzdolabını  aldım. İki yüz milyona da içini raflarıyla birlikte devraldım. İçinde bir aylık kirası da dahil.” Sıddık Efendi  dokunsalar ağlayacaktı. Birde üstelik vergi  çıkıp gelmişti  işlettiği zamandan kalan. Hiç bir şey söylemeden  sessizce ayrıldı dükkandan.

( Bakkal Nasıl Kurtulur başlıklı yazı babacan tarafından 3/3/2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu