ANNECİĞİM, SAHİDEN DÜŞERSEM
KARIŞMAYACAK MISIN?
8 Ekim 2013 günü
ulusal bir televizyonda kaliteli yaşam proğramı yapmak için, İstanbul’a hareket
etmek üzere Antalya Havalimanındayım. Kapıdan uçağımıza gitmek üzere otobüse
bindik. Karşımda bir anne ve 2-3 yaşlarında oğlu var. Çocuk bir süre oturduktan
sonra ayağa kalktı ve yürüyen otobüsün içinde tutunarak etrafı seyretmeye
başladı. Anne tedirgin bir vaziyette çocuğa azarı bastı:
-“Düşersen
karışmam”.
Belli ki annenin
benzer durumlarda her zaman kullanmaya alışkın olduğu bir dildi. Aslında hiçbir
kötü niyeti yoktu. Çocuğunun düşmemesi için tedbir amaçlı bir söylemi gayri
ihtiyari söylemişti. Annelik duygusunun koruyucu eyleminin bir tezahürü idi.
Öyle alışmıştı. Belli ki benzer durumlarda da, benzer söylemlerle çocuğunu veya
çocuklarını korumayı amaçlıyordu.
Cümleyi analiz
ettim. Çocuk henüz düşmemişti. Düşebilirdi de… Ancak otobüsün içi halı kaplı
idi. Üstelik hızlı da gitmiyordu. Yani düşse de, muhtemelen çocuğa önemli bir
sıkıntı vermeyecekti.
Anneciğim lütfen
biraz dikkatli ol, diyebilirdi. Hiçbir şey söylemeden kontrolü altında da
tutabilirdi. Allah korusun çocuk düşse, bizlerden önce yine kendisi yardıma
koşacaktı. Peki, neden düşersen karışmam diye çocuğu tehditvari bir şekilde
ikaz ediyordu? Çocuk düşmeden niçin düşeceğini varsayıyordu? Bir problem olursa
karışacağını, yani yardıma ilk o koşacağını bile bile, niçin karışmam diyordu?
Örnek.2:
Yaklaşık 10 ay
önce Antalya merkez bankasının önünde giderken, yine olumsuz bir olaya şahit
oldum.
2 yaşlarında bir
erkek çocuğu olan bir anne-baba paralelimde yürürken, birden bire baba çocuğu
kollarından sürükleyerek ve tartaklayarak tramvayın rayları üzerine götürdü.
Arkasından herkesin duyacağı bir şekilde çocuğu azarlayarak: “Bir daha donuna
çişini yaparsan seni gelen trenin altına atarım” dedi. Zavallı anne bu
manzarayı üzgün ve tedirgin bir şekilde izledi ve hiç sesini çıkaramadı. Belli
ki kocasının hışımından nasibini alacağını iyi biliyordu veya kendisi de
kocasıyla aynı zihniyetteydi bilemiyorum…
Çocuğun
yüzündeki korku, telaş ve tedirginlik görülmeye değerdi. Çocuk adına çok
üzülmüştüm. Adama ikaz etmeyi çok düşündüm. Alacağım cevabı tahmin ettiğimden
dolayı sessiz kalmayı tercih ettim. Güya kendisine göre baba, çocuğuna eğitim
veya disiplin veriyordu. Hem de kendi çocuğuna kim ne karışırdı ki?
Halbuki, bir
yılı aşkın bir süre bezini tuvalet olarak kullanmayı alışkanlık haline getirmiş
bir çocuğun, tuvalet eğitiminin öyle olmadığının baba tarafından bilinmesi
gerekmiyor muydu? Çişi tutacak olan kasların vazifesini yapmayı öğrenmiş olup
olmadığını düşünmek gerekmiyor muydu? Çocuğu biçimsiz bir şekilde korkutmanın
faydadan çok zarara sebep olacağını tahmin etmek o kadar zor muydu? Çocuklara
gösterilmesi gereken affetme, bağışlama, hoş görme, iyi niyet, tebessüm, yakınlık,
destek verme, katkı sunma, örnek olma, değer verme gibi kaliteli yaşam
unsurları bu ailede izine mi ayrılmıştı?
Örnek.3: Bu gün
karşılaştığım bir durum. Anne, annanne ve çocukları giderken, anne bütün
haşmetiyle çocuğa azarı basıyor: “Elimi tut kaybolursan karışmam!!!
Çocuk niye
kaybolsun? Kuş mu bu hemen uçacak? Anne olarak senin vazifen nedir? Onu izleyip,
takip ederek bütün olumsuzluklardan korumak değil midir? Kaybolma ihtimali % 1
iken, bunu % 100 müş gibi değerlendirmeye ne gerek vardır? Çocuk günlük
yaşantısında çocukluğunu yaşayacaktır. Hoplayacak, zıplayacak, hareket edecek,
bazen düşecek, bazen biryerlerini acıtacak, hatta anne ve babaya nazlanacaktır.
Büyük insanlar gibi sürekli oturmak, onlarla aynı hizada ağır-ağır yürümek
çocuklara göre eylemler değildir. Elini annesine vererek özgürlüğünün elinden alınmasını
asla istemeyecektir.
Eğer, yukarıdaki
annelerin dediklerini yaparlarsa, yanlarından hiç kalkmadan otururlarsa,
sürekli ellerini tutup onlarla birlikte ağır-ağır yürürlerse, sessizliklerini
korurlarsa, işte o zaman envai çeşit problem var demektir.
Ey anneler ve
babalar lütfen çocuklarımız için empati yapmayı öğrenelim. Dünyaya onların
gözünden bakmayı bilelim. Hiçbir sebep, ama hiçbir sebep ister eğitim maksatlı,
isterse disiplin maksatlı olsun; onların kalbini kırmak, özgürlüklerini
sınırlandırmak, çocukluklarını yaşamalarını engellemek, duygusal ve fiziksel
şiddet uygulamak, azarlamak, rencide etmek, küçük düşürmek, değersizleştirmek,
yok saymak, hak ettiği imkanlardan mahrum bırakmak, sevgi sunumunu ertelemek
için GEÇERLİ MAZERET DEĞİLDİR.
Hem, ortaya çıkma
ihtimali hemen hemen hiç olmayan (kaybolma, düşme vb.) olumsuz varsayımlar için
çocukları üzmeye, korkutmaya, hırpalamaya, tehdit etmeye ve kalplerini kırmaya
ne gerek vardır?
Hele hele,
ortaya çıkma ihtimali hiç olmayan olumsuz varsayımların sonucu olarak:
“karışmam”, “kaybolursun”, diyerek çocuklara ilave korkular ve endişeler
yüklemenin alemi nedir?
Bu anneler
pozitif düşünmeyi, iyimser olmayı, hayra yormayı, ümitvar olmayı hiç duymadılar
mı acaba?
Amacım bu türden
anneleri üzmek değil. Elbette onlar da yaptıkları eylemleri en iyi tercihleri
olduklarını kabul ettikleri için yapıyorlar. Öyle öğrenmişler, öyle duymuşlar
ve öyle uyguluyorlar. Demek ki eylemlerimizi analiz edip, olumsuz eylemlerimizi
tespit edip, onların yerine panzehirleri olan olumlu eylemleri uygulamayı
sürekli tekrarlayarak, alışkanlıklarımızın arasına sokmamız gerekiyor.
İki Cihan güneşi
Peygamberimize bir adam gelir ve çocuğunun bazı olumsuz davranışlarını şikayet
eder. Efendimiz şöyle cevap verir: Çocuğun en önemli örnekleri anne ve babalarıdır.
Sizlerde ne görürlerse aynısını uygularlar. Çocuğunuzun iyi veya olumsuz
davranışlarının tamamının müsebbibi sizlersiniz. Onlara karşı davranışlarınızı
güzelleştirirseniz, onların davranışları da güzelleşecektir…
Dağa hangi sesi
verirsek, dağın da bize aynısını geriye yansıttığı gibi, çocuklarımıza ne
verirsek aynısını geriye almaktayız. Onlara bağırarak, azarlayarak, kızarak,
küserek, yok sayarak, rencide ederek, haklarını azaltarak, özgürlük sınırlarına
müdahale ederek, aşağılayarak, değersizleştirerek, başkalarıyla
karşılaştırarak, ben senin yaşındayken şöyleydim diyerek, disiplin amacıyla
korkutup, sindirerek, onlara güvenmeyerek, çok sıkarak, çok takip ederek,
hatalarını araştırıp, yüzlerine vurarak hiçbir kazanç elde edemeyiz. Aksine
mevcut problemlerimizi amip gibi çoğaltarak içinden çıkılması çok zor bir hale
getiririz.
Onları
karşılıksız ve sürekli kaliteli bir şekilde severek, affederek, hoşgörerek,
öğrenmeleri için hata yapmalarına izin vererek, örnek olarak, katkı sunarak,
destek vererek, onure ederek, değer vererek, özgürlük sınırlarına saygı
göstererek, empati yaparak, gelişim ve değişimlerine destek verip saygı
göstererek, sabırlı, istikrarlı ve yumuşak olarak yaklaşırsak, elde edeceğimiz
kazancın haddi hesabı olmayacaktır.
Selam, sevgi ve
dualarımla… Allah’a emanet olunuz…
21 Ekim 2013
Saat: 21.30 Pazartesi. Antalya
Yrd.Doç.Dr.
Süleyman COŞKUNER