1
Mütemadiyen şikâyet eder dururdum o
zamanlar. Kolay değildi hani benim için. Ne gerek vardı ki bu kadar üzerime
titremelerine. Ben de herkes gibi koşup oynamak istiyordum. Gel gör ki; sayısız
dayatmalarıyla karşı karşıyaydım ailemin: ‘’Bahçede koşup, terleme, Gülüm’’, ‘’Sakın
üşütüp, hasta olma’’ vb.
Çocuk aklımla; bu tutumu ailemin
sevgi gösterinden ziyade, despotça uyguladığı bir sınırlama olarak algılıyordum.
Ben de onlara inat, ders zili çalana kadar akla gelebilecek her türlü
yaramazlığı yapardım. Çok şanslı olup, sevildiğimi çok sonra anlayacaktım. Ta
ki…
Sınıfın en arka sırasında, duvar
dibinde otururdu Susam, mecburdu da. Uzun, ince yapısıyla, ön sıralarda
oturmasına izin vermezdi sınıf öğretmenimiz. Ne var ki bunda diyebilirsiniz.
Gerçi ben de kendime hep bu soruyu sorar dururdum. Kızcağız birkaç kez
yeltenmişti gerçi önde oturmaya ama ne var ki; şikâyetler yükselirdi sınıfta
mütemadiyen. Gerçi gerekçe belli idi:’’Öğretmenim, tahtayı göremiyoruz…’’
Kızın bir suçu yoktu ki. Üstelik kendini
savunmaya bile yeltenmezdi asla. Zaten ilgili bir ailesi de yoktu. Bilakis tüm
suç ailesindeydi. Kızcağızı okula geç kayıt yaptırmışlardı. Zira bizden dört
beş yaş kadar büyüktü. Zaten susam bir çocuktan ziyade naif ve asil bir genç
kız görüntüsü taşıyordu. Oldukça da olgundu, hatta yaşından bile olgun…
Hangi akla hizmetse, onu bir abla,
hatta bir anne gibi benimsemiştim. Beline kadar uzanan sırma saçlarını arkadan
örerdi Susam. Onunla özdeşlenen kırmızı hırkası hala dün gibi aklımda: Ona iki
beden küçük gelen, kırmızı, dar hırkası. Ne zaman bir derdimiz olsa, ona
koşardık, öğretmenimizden önce hem de. O zamanlar, ailenin tek çocuğu olmak
içimi oldukça acıtmış olmalı ki, onu adeta öz ablam gibi sever sayardım.
Bizim sınıfça yaramazlıklarımız had
safhaya gelip, zavallı öğretmenimizi çıldırtma noktasına getirdiğimiz
zamanlarda, bir yetişkin edasıyla bizi uyarır ve bol bol nasihat ederdi.
Kimimiz dinler, kimimiz de kaldığımız yerden devam ederdik haylazlıklarımıza.
Dersle fazla ilgisi yoktu açıkça.
Fazla katılmazdı söze. Sık sık camdan dışarı bakar, uzun uzun hayallere
dalardı; artık her ne hikmetse… Ve ben bunu çok sonra anlayacaktım, meğer ki hiçbir
şeyin farkında değilmişiz.
Apartman görevlisi bir ailenin
kızıydı. Kırsal kesimden İstanbul’a göç etmişlerdi. Oldukça kalabalık bir
ailesi vardı. Kendinden yaşça küçük kardeşlerinin bakımıyla oldukça haşır neşir
olduğundan dolayı olsa gerek, anaç yapısını sınıfta da her daim korurdu.
Özellikle son zamanlarda çok mahzunlaşmıştı
Susam ve bir o kadar da durgundu her nedense. Yaz tatilinin başlamasına şunun
şurasında kısacık bir süre kalmıştı. Ve birden bire okulla ilişikliği kesildi
Susam’ın. Gerçi ara ara gelmediği olurdu okula. Ama bu sefer, oldukça uzun bir
süre okula gelmez oldu.
Varlığından, yokluğundan bihaber
olanlar olduğu kadar, birçoğumuz oldukça meraklanmıştık bu duruma. Açıkçası
sınıf öğretmenimiz de oldukça endişelenmiş görünüyordu. Ve bir gün gelip dedi
ki öğretmenimiz:’’Susam’ı ailesi okuldan aldı.’’
Öylesine üzgün görünüyordu ki bu
açıklamayı yaparken. Şaşılacak şeydi doğrusu.
Nereden çıkmıştı şimdi bu da ailesi
onu okuldan alsın…
Sebebini bilmiyorduk ama diğer yandan
seziyorduk ki; bilmediğimiz bir şeyler vardı.
Büyümüş de küçülmüş bir çocuk
değildim asla ve sebebini merak etsem de hiçbir tahminde bulunamıyordum. Ve bir
gün bazı aklı evvel arkadaşlarımın konuşmasına kulak misafiri oldum. Söylenen
oydu ki; ailesi Susam’ı evlendirmişti. Sanırım hatta eminim; çocukluğumun ilk
şokunu yaşamıştım bu sözleri duyduğumda.
O yaşta bir insan nasıl evlenebilirdi
ki ya da evlendirilebilirdi.
Ne yaşıma, ne aklıma, ne de mantığıma
uygundu tüm bunlar. Bizler oyuncaklarımızla oynayıp, yaramazlık yapan ufacık
kız çocuklarıydık oysa. Üstelik olsa olsa bizden birkaç yaş büyüktü Susam ama
ya evlilik… Akıllara zarardı tüm bunlar.
Belli ki öğretmenimiz, aklımız ermez
diye saklamıştı bu durumu bizden. Ve çok sonra öğrenecektik ki; başlık parası
için evlendirilmişti Susam.
Bunun sorgulamasını fazlaca
yapamamıştık o zamanlar. Altı üstü; tek derdi okul ve ödevlerden ibaret
çocuklardık.
Beni en çok üzüp, yaralayan ise;
Susam’ı bir daha göremeyecek olmamdı. Egosantrik bir tutumla, onun varlığına
çok alışmıştım. Evde bir ablam yoktu ama okuldaki ablam e en iyi
arkadaşlarımdan biriydi. Az kahrımı çekmemişti hani.
Sırası boş kalmıştı Susam’ın. Sınıfın
en uzun boylu, sırma saçlı ve mahzun bakışlı öğrencisi. Sayısız yumurcağın
Susam ablası…
Hayat yolumdaki ilk kaybımdı Susam
ama son da olmadı. İçim çok sızlamıştı o zamanlar; hala da sızlar onu andıkça.
Kim bilir nerelerdedir şimdi. Büyük
ihtimalle de hatırlamaz beni, yoksa hatırlar mıydı acaba.
Kırmızı hırkası ne de yakışırdı.
Canım arkadaşım benim. Selam olsun sana her nerdeysen ve her kimleysen. Umarım
mutlusundur…