Kısın tüm kelimelerin sesini, sadece fon ilişsin ruhuma sadece belirsizlik... sade ve tiz bir melodi, s’ona dair hissizlik...
Mutluluk kahrına benzetirim eksik puzzle parçalarını uzaklıdır onlar özler dururlar ait olduğu yeri ondandır yabancılıkları birleşmemek için bütüne ondandır çekingenlikleri sevi tamlarına
olmadı gözüm mermer taşı gibi sağlam bünyeleri tuzla buz etti yokluk kim ne derse desin biz geç geldik dünyaya o’nlar çok erken...
yakalayamadık ardından koştuklarımızı hayal rengiyle sınava girdikçe gece bitimlerinde hayat dersinden sıfır aldık, gün yerine kül doğdu içimize katlandık kader, daha da olmadı keder koyarız adını dedik ve sustuk
özledik adı dilimize yansıdığında burnumuzun direği sızlayacak kadar sesimizi donduracak kadar yokluğun ayazında da kâfiye tutsun diye yazıyoruz sandılar bunları içimizdeki ağrıyı atmaya çalıştıkça kâğıdın omuzlarına hissetsin diye mürekkep içimizdeki artçıları depremleri gömdük öfkelerimize kırıldık en ince detayımızdan ansızın
Annem, dertlerini hep arka bahçeye evin hemen arka duvarının dibine gömer, üstüne gül dikerdi küçük sevinçlerle mutlu olup gözleri ela, sözleri devâ büyük bir kadındı ağlamazdı o ağlamazdı! suya aşıktı gözleri, kahır çanaklarına mayalardı yağmuru kalbi ıslanırdı o sustukça, kan’ardı sesi...
Babam, elinde testi cami çeşmesinden huzur taşırdı her akşam eve saçları aka yakın gözlerinde kaybolmuş ışığı perdeleyen kahve bir acı dertlerine kapattığı fallara ölümü ifâkat sayan ve öksüz bir çocuğu avutmaya çalışan yetişkin şimdilerde gözlerindeki yaşları asıyor düşen her takvim yaprağına yüzünün kahırlı ve mağrur gölgesinden...
" İçinden geleni değil hep, bazen de içinden gideni yazıyor insan" avare aklım habire gidenlerin peşinde eksiklerim alnımda lekeli hüsran ve bitenler kapatıyor gözlerimin perdesini son sahnede yorgun ışıklarından...
kızgınyağlarda kavruluyor içim bu aralar nisanın azizliğine uğramak istiyorum asın beni nar ağacına dertlerimden diyorum dar ağaçları küser diyorlar olsun diyorum ömrüm nasılsa ömrüm nârla dolu bir ruhu taşımakla geçti onlar beni anlar, darılmazlar...
bilmiyorum neydi aklıma bunları düşüren hangi türkü hangi nakarat defelarca kulaklarıma yer eden içimdeki kızı bıraktığım bir köşe vardı yıllar önce niyetim oraya bir kuş uçurmak vakitlice sonra düşmek peşine kırmızı pabuçlarımın -kedi aldı götürdü demişti annemde hiç inanmamıştım o sözüne-
öyle çabuk öğrendim ki kendi dünyamda yalnızlaşmayı elimden tutan tekil yanıtlar ısıttı hep yastığımın boş tarafını geceler boyu yıldız kustu gökyüzü bana sırf kalmayayım diye karanlıklarda sırf tutulmasın aklım diye kasım soğuklarında
durur mu dünya hây’kırsam bir kadın beyaz bakar mı karanlığıma dualarında aydınlanır mı içim dersin vakit geçmeden konaklasa aklım bu hülya da sesli düşünsem sustuklarımda mesela ve ç’ağlasam yapay sevgi sözleriyle bağlasam eksikliğime ümitleri...
- bilmiyorum -
ya da ç’ağrı olsun Tanrıya sözlerim tüketsin nefesini dünyanın bir solukta bir bilirin sözüleyin teneffüse çıkalım, çal şu düdüğü de İsrafil
( Tiz Bir Sessizlik... başlıklı yazı Nar-ı Çiçek tarafından 20.10.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. ) Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.