TESETTÜR GÜNEŞİ

Bundan üç sene evvel, üniversiteyi kazanışımızın buruk sevincini yaşarken kimimiz başımızı nasıl açacağımızın muhasebesini yapıyor, kimimiz başörtümüz üzerine peruk takarak gülünç duruma düşecek olmamıza nefsimizi ikna etmeye çalışıyor, kimimiz ise sadece ağlıyor ve tövbe ediyorduk müstakbel günahlarımıza. Kasabamızın eğitim fakültesinin girişine okulun lavabolarından da küçük bir “örtü açma mekânı” tahsis edilmişti bizler için. Ne şanslıydık, düşünenler vardı bizi; 40-50 bayan talebe için, 20-25 metrekarelik bir alan… Kişi başına yarım metrekare, çoktu bile! Kimimiz başımızı öne eğer, yüreğimizin sessiz çığlıkları ile gözyaşlarımızı hıçkıra hıçkıra akıtırken rûhumuza, kimimiz başımız dimdik yürüyecek kadar güçlü görünürdük. Alışanlarımız vardı bir de, kederi gönlünde nasır tutanlarımız, bir iki sene büyüklerimiz. Bakışları bize, bizi anladıklarını söyleyen büyükler… Hem güç veren, hem hüzünlendiren bir hâli olurdu onların gözlerinin, “geçecek” tesellisini verirlerdi sanki bu davada kıdemli oluşlarının olgunluğu ile...

Bize has ayarlanan “örtü açma mekânı”mızdan dersimizin olduğu E bloğa dek geçen beş dakikalık süre beş saate bedel olur, yol uzadıkça uzardı. Kendi aralarında gülüşenler olsa, bize sanırdık. Bize dikilen bir bakış görmemek için sadece yolumuza bakardık. Zaten yapabildiğimiz tek şey, yolumuza bakmaktı. Kimimiz utanırdık, semâdan; kimimiz kıskanırdık, güneşi…   

Bir sabah müjde ile uyandığımı hatırlıyorum. Bir yurt arkadaşım, o gün E bloğa geçerken o güneşin vurmadığı, kırık aynalı, basık yere girmeyeceğimizi, oraya artık mührün vurulduğunu söyledi. Aylardır sakladığım hüzün gözyaşlarım şükre dönüşüp süzülmüştü yanaklarımdan, anımsıyorum. Yine ranzamdan atlayıp arkadaşımla şükür raksı ettiğim geçiyor gözümün önünden. Öyle ya, artık kimimiz değil; hepimiz dimdik yürüyecek kadar güçlüydük. Salına salına yürüyorduk okul girişinden E bloğa doğru, molalar vererek, ağır ağır... Kendi aralarında gülenlere selâm ediyor, tebessümlerine biz de ortak oluyorduk. Aralarda kantinden paşa çaylarımızı alıp okulun bahçesinde, güneşin tepeden aydınlattığı o çardakta dakikalarca muhabbet ediyor, demleniyorduk. Artık üniformalarımızı giyebilmiştik ve başlamıştı talebeliğimiz…

Aydınlık umudunu günden güne gönlümüzün derinlerine attığımız, rûhumuzda sakladığımız şu zifir zamanlarda, karanlık bir buluta mavisini veren güneş değerinde bir muştu ile nûrlandık yeniden geçenlerde. Mezun olmak üzere iken vicdanımızı bize tahsis edilecek yeni “örtü açma mekânları”na hazırlıyor, öğretmenliğe bu denli yaklaşmış olmamızın yine buruk sevincini yaşıyorduk. Fakat bu defa erken doğdu güneş bizim için, erken vuruldu mührü günah kapılarının. Bu kapıyı mühürleyen her kim olursa olsundu, biz vesileye değil; neticeye bakıyorduk. Açtık ellerimizi, yukarı diktik buğulu nazarlarımızı, alışmışız ya… Şöyle rica ettik Allah’tan: “Hürriyetimiz mübarek olsun; bu seferki güneş, baki olan olsun!” –Âmin.

Tuğba Gülyeşil
( Tesettür Güneşi başlıklı yazı Gulyesil tarafından 10/1/2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.