Eylül ayını çocukluğumda çoğunlukla sevmezdim. Hem yazın bitişinin habercisi olması yönüyle hem de  eve ve hayvanlara ait  kış hazırlıklarının çok ağır geçmesi sebebiyle... Aslında  ta Ağustosun başlarında başlar bu çalışmalar, eylül gelince de iyice hızlanır o yüzden  gelsin istemezdim. Kırılarak, tek tek  istif edilecek tonlarca odunu, el arabasıyla kömürlüğe taşınacak tonlarca kömürü hayal edince; bu malum ay gelsin istemezdim. Hayvanların otu, yemi offf off !!!...Bir yandan da çabucak gelsin isterdim. Çünkü, en yakın arkadaşlarınla en sevdiğin mekan olan okulda buluşmak.Yeni yeni derslere yeni yeni heyecanlarla merhaba demek, dünyanın en güzel duygusuydu. Ha bir de  bana göre en güzel şiirlerimi bu ay da yazarım.

-Salihhhh,Salih !

 

Mutfaktan kulağıma doğru  gelen, son yıllarda duymak istemediğim, adeta nefretin en koyu tonlarında zirve yapan bu tiz ses, yine hayal dünyamı alt üst etmişti. Çocukluğuma yaptığım bu kısa yolculuğun kesilişi böyle mi olmalı? Allah aşkına! ...

 

-Salih,Salih ! Neredesin kör olasıca herif ? Yine küflü şair-yazar  hülyalarına mı daldın? Bıktım senin şu nastalşik yönünden...

 

-Geldim,geldim...Hayırdır yine  ne var ?

 

-Tut şu çöp kovasını ! Kokmuş çöpleri atacam... "Asıl kokan senin bana davranış ve sesleniş biçimin" diye mırıldandım.

 

-Anlamadım Salih, bir şey mi dedin? Yo yo haddimize mi kontese bir şey demek,diye içimden geçirdim.Sonra;
 
-Ya hanım, şu meret çöp kovasının altında basılacak zımpırtısı var oraya bastın mı açılır...Beni bunun için mi yırtılarak çağırıyordun pes yani? Epeydir bu uzunlukta cümleyi kurmamşıtım.Ben bile kendime şaştım. Lakin,savunma yapma zamanı değildi artık! Madem, hücuma geçtin, bastır gitsin Salih !.Dedim kendi kendime...Ama rakip güçlü ve tiz sesliydi;

 

-Asıl sana pes Salih ! Sabahtan akşama kadar "Saçımı süpürge edeyim." Önünüzde kul köle olayım.Yemek, bulaşık, çamaşır anam dinim ağlasın.Ayrıca; Çamaşır, bulaşık, yemek derken...offf off !!! Yine beyefendiye yaranamıyoruz.

 

Dikkat ederseniz ! Yaptığı işleri bir baştan sona doğru, bir de sondan başa doğru sayıyor. Ya şu hanımların ev işlerini bu kadar abartmalarını anlayamıyorum.Bakın! Biz erkekler öyle miyiz ?
 
Mutfak curcunasından sonra,  çocuklar yataktan kalktılar. Beraber yapılan kahvaltı ve vedalaşma merasimi ile onlar okula, ben ise işe gitmek için yola koyuldum. Bir saatlik Manisa-İzmir arası Sabuncubeli savaşına hazır olmalıydım.Bilenler bilir,bilmeyenlere anlatayım; çok ama çok virajlı gidiş geliş yönlü tırmanma şeridi fazla olan akabeli yoldur. Sinirlerime hakim olmazsam; trafik magandalarına yem olabilirim. Bu her sabah yapılan savaş, zamanla yoruyor insanı. Sağlı sollu, hatalı geçişlere mi, yaklaşma mesafelerini çok kısa yapmalarına mı yanarsın.Yoksa,kırmızı ışık yanar yanmaz basılan daaattt daatt !!! korna seslerine mi ? Off offf !!!...İşin en gıcık tarafı ise;  her sabah arabaya park yeri bulma çilesi. Allah'tan Miskin Orhan var. Yoksa, hepten hapı yutmuştum.

 

-Salih abi, günaydınn!
 
Yine, ayakta durmakta zorlanıyor,sağa sola yalpalıyordu.Elinde ki şarap şisesini kapatan gazete paramparça olmuştu.

 

-Günaydın Orhan ! Nasılsın ?

 

-İyiyim abican, hele dünden sonra daha iyiyim. Sözlerini bitir bitirmez, karşımda esas duruşta durdu ve;
 
- Anne bana dün teleffon ve parrra verdi biliyon mu?

 

-Annen mi geldi? İyi iyi sevindim. En azından şu üstünü başını bi yıkatırsın.Bir de güzel banyo yaparsın.dedim.Ağzını yüzünü buruşturarak sağ elini de sağa sola sallayarak;

 

-Yo yo benim anne değil, senin hanım abi !..dedi.

 

-Ne ! Benim hanım mı? O mu sana hem telefon hem para verdi. Üstüne üstelik bana da on lira fazladan verdirterek...Allah Allah ! Başına taş mı düştü nedir?
 
Orhan, son söyledikleri mi duydu mu bilmiyorum ama ben epeyce şaşırmıştım. Sonra, Orhan konuşmaya başladı;
 
-Abi, sen dün işe gittikten sonra, yenge hanım ve çocukları buraya bırakmıştın ya...
 
-Evet !
 
-Yenge hanım, sen gittikten on- onbeş dakika  sonra beni yanlarına çağırdı. Sandalyenin birini bana verdiler,oturdum. Epey sohbet ettik. Ayrıca, karnım açtı. Tost ve çay ısmarladılar. Oğlun ve kızın da maşallah terbiyeli çocuklar. Onlarla da konuştuk...
 
-Sağolasın, o senin güzel bakışın. dedim.
 
-Yo yo iyi bir ailen var abi ! dedi.
 
-Keşke, benim de böyle olsaydı. Gözleri nemlenmişti Orhan'ın. Onu, ilk defa böyle görüyordum. Bana, keskin ve hüzünlü bir bakış attıktan sonra;
 
-Yengeye, hayat hikayemden biraz anlattım da. Beş katlı evimin olduğunu, iyi bir işimin olduğunu, ikisi  kız bir oğlumun olduğunu falan filan...Beni, şu meredin yüzünden terk ettiğini hatta polise şikayet edip hapse attırdığından bahsettim.
 
Saate baktım!
 
-Ooo saat geçiyor bile Orhan ! Kalanı akşam konuşalım olur mu ? diyerek; arabayı park ettim ve işe gittim.Yolda epey düşündüm.
 
Demek ki; herkesin kendine göre bir hayat hikayesi var ve kesinlikle dinlemelisin. Kimseyi,kılık kıyafetine göre değerlendirmeyeceksin. Ayrıca,bir olayın iki faili varsa o faillerin ikisinin de haklı yönleri var bilmelisin.Bir de bizim hanım, aslında yufka yürekli ve bana göre daha zeki olduğu için anlaşamıyoruz. O, etraflı düşünür ben düz, o aklındakini hemen söyler ben daha kapalıyım. Belki de bu yüzden tüm kavgalar. Empati, empati, empati...Daha doğrusu merhamet, merhamet ve merhamet...

Orhan mı?

Daha az içip daha çok konuşuyor...

Bitti.

 
 

 

 

 

 

( Miskin Orhan -2- başlıklı yazı Arzeni tarafından 19.09.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.