Şems’le birlikteydik dün gece

Bugüne gelemedik kaldık dünde.

 

Kimdir Şems? Bilir misiniz hikâyesini?

Öyleyse, açın can kulağınızı

Dinleyin aşkın Zülfikâr’ını iyicene.

 

Bir genç var Rum diyarında,

Babası Bahaddini Veli,

Orta Asya’nın küskün gideni.

Üzmüştü yazık, hükümdar sevileni,

Alacak dediler elinden taht ile tacını.

 

Kırılırsa bir aşığın gönlü! Heyhat!

‘Ben savaş açtım, bilsin cümle âlem böylece’

Hakk kelâmını duyamamıştı zira

Sultan bilmem kaçıncı keyhuda.

 

Dillere destandı Türk’ün yurdu

Çöl olup kurudu,

Can suyu küsüp gidince.

 

‘ Ben’ dedi, Şems,

Donup kaldı herkes

Oysa bilinirdi yediden yetmişe,

Can verir bu yolda

Kim söyler ise ‘Ben’ diye.

 

Ben erdiririm maşuka aşkını,

İzninizle.

Etek öptü, öpülesi el ile

Çıktı Şems yola,

Tebriz’den  Konya’ya.

 

Şanı bir uçtan bir uca

Sarmıştı ün ile şaşaası,

Hem Müslüman’ı hem Gâvur’u,

Hürmet ederdi her biri

Duyunca, Celâleddin’i Rumi’nin ismini.

 

Bir garip derviş geldi,

Üstadım seni görmek ister.

 

Öyle bir kitap hane ki,

Hülâgü’nün yaktığına eş,

Önünde koskocaman bir havuz,

Anlatır lisanı hâl ile

İşte ben böyle hayat doluyum diye.

 

Haramiler yakmıştı taşıdığı divanı,

Alay etmişlerdi üstelik Gazali ile

‘Gönlüne koyamadığın ilim,

Neye yarar olsa da eşeksırtında’.

 

Gülümserken Şems,

Hiddetlendi aniden, şimşekler çaktı gözünde,

Suya karıştı tüm hazine, vurunca elinin tersiyle.

 

Şaşa kaldı, ağlasa mı? Kızsa mı?

Tutuldu dili, konuşamadı Rumi,

Düğümlendi boğazında heceler, yutkunamadı.

Ne yapmıştı bu derviş? Harami ile eş.

 

Günler ayları, aylar kovaladı asırları,

Öz evlatları dahi başladılar dedikodu ile fitneye.

Unuttu bizi babam, almaz selâmımızı,

Kim ki, bu Şems?

Görmez başka hiç kimseyi gözü,

Yıllar oldu hâlâ doyamaz bakmaya

Doya doya.

 

Dili yok kahpeliğin,

Kusar her ne var ise kursağında,

Nasıl olur da iki adam,

Kalır aynı odada baş başa?

 

Vakit geldi,

Hem sever hem gider âşıklar.

 

‘Kesilir nice başlar soran olmaz’

Bizim Yunus, söylerdi,

Gezinirken Anadolu’da.

 

Yol yoktur âşıklara ne de zaman,

Kavuşmak için an be an.

Ağlar, çağlar sonrasında,

Akar damla yaş, Âdem’in sofrasında.

Dolaşan bilir ancak,

 Zülkarneyn misali güneşin,

Hem doğuşunda, hem batışında.

 

Sevgililerin kavuşma anı.

 

Münevverlik de nedir ey Mansur?

Nasıl bağışlar Vahşi’yi Ahmet,

Almışken hunharca amcasının canını?

 

Kızmak mı? O da ne?

Madalya takmak gerek zalime, kahpeye,

Korkarken atlamaya,

Bir adım ötesindeki sonsuzluğa,

Burak misali,

Taşır refref yurduna.

 

‘Kırdı destinin birini’,

Buluşturdu, ikiliği tekte.

 

Pusu var dışarıda, gitme ne olur.

Gülümsedi Şems,

Tıpkı ilk günkü gibi.

Karanlıkta üç beş harami,

Her birinin örtülü sureti.

Atar atmaz adımı,

Bekleşen cellâtların kucağında buldu kendini.

 

Kesilirse ne âlâ

Değilse etmezsin beş para, vesselâm.

 

Şems kavuştu yârine,

Celâleddin yokluğunda buldu kendini,

Adı konuldu Mevlâna.

          Kemal ALKAN

           04 ağustos 2013

 

( Şems İle Mevlâna başlıklı yazı kemalat tarafından 5.08.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.