Söylenmelerine tanık olmuştum geçenlerde. Nasıl
duyabildiğimi sormayın. Kabul edin ki hissettim onları. Önsezi filan. Her
neyse; bizlerden şöyle şikâyet ediyorlardı;
“Bu evde bir türlü sevdiremedik kendimizi. Fırsat buldukça evin hanımı elinde bir parça bez ve çamaşır suyuyla mikrop soykırımı yapıyor. Orda dezenfekte, burada hijyen…
Nedir bizden istedikleri? Sonuçta biz de verilen görevi yerine getiriyoruz. Allah bizleri bu görev için yarattı.
Ölmeyip de dünyaya kazık mı çakacaklar? Şeytan diyor ki, bırak ne halleri varsa görsünler. İyice ihtiyarlayıp yokuş çıkamasınlar, merdiven çıkamasınlar. Çoluk çocuğun maskarası olsunlar…
Ama yapamayız ki? Bu bizim görevimiz… Görev kutsaldır bizim için. Üstelik biz görevimize ölesiye bağlıyız. Ölen insanla birlikte onun bünyesinde yaşayan çok sayıda arkadaşımız da ölmektedir.
Bizim yaptığımız kendi kendilerine yaptıklarından daha mı kötü? Her şeyi hormonladılar. Ozon tabakasını deldiler. Nükleer santrallar v.s. Kanser kol geziyor. Sanki bizim hastalıklarımız onlardan daha mı kötü? Tüm bunlar yetmiyormuş gibi bir de savaşıyorlar. Birbirlerinin üzerine bombalar yağdırıyorlar ve bir anda yüzbinlercesi ölüyor.
Hem bizlere ‘mikrop’ diyen bu insanlar kendileri iyisi mi? Kendi ellerinde büyüttükleri kınalı kuzularını kesip yemiyorlar mı?
Onlara iyilik eden arkadaşlarımızın durumu da ortada. Sirke, yoğurt, bira ve peynir mayaları için aynısını söyleyemem ama hamurun mayalanmasını sağlayan arkadaşlarımızı da mayalandırdıkları ekmek ve pastalarla birlikte pişirip bir güzel yemiyorlar mı? Hangimiz daha nankörüz?”
Ne dersiniz dostlar?... Haklılar galiba…
Kadir Tozlu
04.06.2007