HAYATA MERSİYE (NİHAL'İN HAYATINDAN KESİTLER)

// Hayat bize resital verirken, bazen akordumuz bozulabilir. Önemli olan, ne olursa olsun, her şeyin bir öğreticisi ve yaratıcısı olduğunu, unutmayalım yeter ki... Hüzün Şairi//

Görünmez bir el, zamanın ağzını büzmüşcesine daralıyordu yüreği. Her şey üstüne üstüne geliyor, adeta çırpındıkça batıyordu. Kurtulmak adına tuttuğu her dal, resmen kırılıyordu. Bitkindi. Yorgundu. Sürekli dua ediyor '' Allah'ım, sen aklıma mukayyet ol.'' diye yalvarıyordu. Evi ile iş yeri arasındaki mesafe, en az beş kilometreydi. Her sabah ve akşam bu yolu yürümekte onu zorlayan etkenlerdendi. İşine geç kalırsa eğer, işinden olacağından emindi. Bunu daha eğlenceli hale getirmek için, kendine sürekli olarak '' Daha ne istiyorsun kızım. Zorunlu spor yapıyorsun işte. '' diyordu. Bunların bir imtihan olduğunun farkındaydı. 

Maddi ve manevi anlamda sıfırı tüketmek üzereydi. Kendisi darda olan her arkadaş ve dostuna, başları sıkışınca koşardı ama kendi etrafında kimseyi görmemek onu çok incitip üzüyordu. Borç verdiği bir arkadaşına ufacık bir çıtlatma yapmak istedi ama olmadı. Bin bir bahane ile savuşturulmuştu. '' Bu nasıl olur yaa?'' diyerek, bir banka oturup, içten içe ağlıyordu. Parkın içinde ve kalabalığın tam ortasında ne kadar yalnız ve ne kadar çaresizdi.  Boynunu hafifçe büküp, kendi omzuna yaslandı. Başını koyacağı bir omuz bile yoktu hayatında.

O gün... Hayatında hiç olmamış, hiç yaşanmamış saymak istediği ender günlerden birini yaşayacağından habersiz, usulca kalktı, oturduğu banktan. Cebinde ekmek alacak parası yoktu. Ani bir kararla, iş yerine doğru yürüdü. Avans almalıydı. Tam kapıya geldiğinde, vazgeçti. İlk defa böyle bir şey yapacaktı ama utanmıştı. Omzundaki tüm yükü, kolundaki çantasına sığdırmışcasına, asıldı çantanın kulpuna. Sanki beyni otomatiğe bağlanmış gibi yürüyor, etrafında olup-bitene aldırmıyordu.  Karnının gurultusunu aleni duyuyordu. Acıkmıştı. Oturduğu sokaktaki bakkaldan, '' Bir ekmeği borca alırım, nasılsa beni kaç senedir tanıyor.'' diye geçirdi içinden. İçinin titremesinden, kan şekeri düşmeye başlamıştı. Adımlarını hızlandırdı. Sokağın başına sendelemeden geldiği için şükretti. 

 Bakkalın önüne gelince durdu ve içeriye baktı. Ne şans ki, kimsecikler yoktu. Bu ona daha da cesaret vermişti. Kapının önündeki ekmek dolabından bir ekmek alarak içeri girdi.  

'' Merhaba Ahmet abi.''

'' Merhaba bacım.'' 

'' Yakında maaş alacağım. Bu ekmeği ve bir paket sigarayı deftere yazabilir misin?''

Bakkal Ahmet, bir an yaşadığı şaşkınlıktan sıyrılıp, yüzünde beliren acayip ifadeyle:

'' Ne demek? Hay hay. Şimdi sen git, ben bir saat sonra biraz içecek ve erzakla gelirim evine.'' dedi.

Nihal, neredeyse kalp krizi geçirecekti. Az önce bacım diyen adama ne olmuştu? Hangi sıfatla bunu söyleme  cüretin de bulunmuştu? Delirmek işten bile değildi. Öfkesinin, kabaran dalgasına esir olup, tükürdü bakkalın yüzüne. '' Az önce bacındım it herif. Senin şerefinin ibresi, bu kadar çabuk mu yön değiştiriyor? dedi. Elindeki ekmeği, tezgahın üzerine fırlatıp, koşarak çıktı bakkaldan. Arkasından seslenen kapı komşusunu bile duymamıştı. Telaşla evinin kapısını açıp, kilitledi. Bir süre kapıya sırtını dayayıp, hıçkıra hıçkıra ağladı. Aniden fırlayarak, tüm perdelerini sıkı sıkı kapadı. Işıkları yakmaya korkuyordu. '' Ya gerçekten kapısına gelirse?'' Korkudan çıldırmak üzereydi. Komşularına bunu nasıl izah edebilirdi? 

Hem kapıya koşup sesleri dinliyor, hem de pencereye koşup etrafı gözetliyordu. O gün ömründen ömür gitmişti. Sabaha kadar gözünü kırpmamış, ağlayarak dualar etmişti. Cehennem azabı bu olsa gerek ya da hak edilmeyen durumla karşı karşıya kaldığı için, kahroluşuna bir anlam yüklemeye çalışıyordu. '' Bunu hak etmek için ne yaptım ben? Onu hep abi gibi gördüm ve abi diye hitap ettim. Bu nasıl olur? '' Saatlerce tüm hareketlerini gözden geçirip, kendini yargılamıştı. Bulduğu her fırsatta ahlâk ahkâmı kesen bu toplumun fertleri, vicdan fukaralığına soyunmakta neden tereddüt etmiyordu?  Aklı almıyordu. Beyni durmuş ve uyuşmuştu. Bir kadın kendi başına ayakta durmak için çabaladıkça, neden herkes el birliği etmişcesine, düşürmeye bu kadar hevesliydi? 

Gözleri ve boğazı ağlamaktan davul gibi şişmiş sesi kısılmıştı. Sabahta sökmek üzereydi. Uzandığı kanepeden doğruldu. Banyoya gidip, elini yüzünü yıkadı. Giysilerini değiştirdi. Kimseye görünmeden evden çıkmalıydı. Halini gören komşuları, onu soru yağmuruna tutardı, biliyordu. Çıt çıkarmamaya gayret göstererek evinden çıktı. Hızlı adımlarla avluyu geçip, arka sokaktan dolaşarak, ana yola çıktı. Koşar adımla ve sık sık ardına bakarak yürüyordu. Başka günler, onu yoran ve bezginlik hissettiren yol ne çabuk bitmiş ve iş yerinin önüne gelmişti. Büro açılmış ve Hafize ablası çayı çoktan demlemişti. 

'' Günaydın Hafize abla. Kolay gelsin. Nasılsın?''

'' Sağ ol kızım. İyiyim hamdolsun. Sen nasılsın?''

''Şükür bende iyiyim. Ooo, çay da mis gibi kokmuş. Hazırsa bir bardak alabilir miyim? ''

'' Ne demek kızım. Sen otur, ben doldururum. Haa, bu arada ben evde poğaça yapmıştım. Gel beraber kahvaltı yapalım, elemanlar gelmeden.''

Duyduklarına inanamıyordu. Hiç itiraz etmeden masaya oturdu. İki gündür açtı. Konuşa konuşa kahvaltı ettiler ama Nihal, Hafize ablasının yüzüne bakamıyordu. Şiş gözlerini görürse onu soru yağmuruna tutacağını biliyordu.  Aslında, bu tavrı kendini ele vermekti. Çünkü: etrafında neşeli ve oldukça muzip kişiliği ile bilinirdi.  Sanırım, Hafize ablası da anlamıştı bir şeylerin yolunda gitmediğini ama susmuştu. Masadan kalkarak, kendine yeniden çay doldurdu. Daha çayı yarı olmadan, elemanların hemen hepsi gelmişti. Çayını alıp, pencereye yöneldi. Bir süre dışarıyı seyrettikten sonra, müdürün odasına gitti. Kapıyı vurup içeri girdi. Müdürleri çok babacan bir insandı. Bir süre sohbet ettikten sonra: 

'' Bu gün bana izin verebilir misiniz?'' dedi.

'' Hayırdır Nihal? Bir sorun mu var? Sen ağlamışsın belli. Anlat, yapabileceğimiz bir şey varsa yapalım.''

'' Sağ olun müdürüm. Kendimi iyi hissetmiyorum. Eve gidip dinlenmek istiyorum.''

'' Peki, sen bilirsin. Bu gün dinlen ama şunu da bil, yarın elimden kurtulamazsın. Seninle uzun uzun konuşacağız.''

'' Tamam müdürüm.'' 

Müdürün odasından çıkarak, masasının üzerinden bir tane not defteri ile kalem aldı. Hafize teyzesini öpüp, yanaklarını okşadı. 

'' Senin bize çok emeğin geçti Hafize abla. Hakkını helal et.'' 

'' O nasıl söz kızım. Senin tatlı dilin, güler yüzün yeter.''

'' Olsun, sen gene de helal et.''

'' Helal olsun kızım.''

Mutfaktan çıkıp, arkadaşlarına seslendi. 

'' Arkadaşlar. Ben bu gün biraz rahatsızım. İzin aldım, eve gidiyorum. İstirahat edeceğim. Sizlere kolay gelsin. Kendinize iyi bakın. Allah'ıma emanetsiniz.''

Bürodaki arkadaşları arasında buz gibi bir hava esmişti ama atik davranıp bürodan çıktı. Hızlı adımlarla merdivenlerden inerek, caddede yürümeye başladı. Boğazı düğüm düğümdü. İçinde kendine ve hayata dair hiç bir umut ışığı kalmamıştı. İnsanlığın menfaatine düşkünlüğü ve her anında kendine yontar tutumlar, canına tak dedirtmişti. Bunu sonlandırmalıydı. Kaldıramıyordu. O çok sevdiği, deniz kenarındaki çay bahçesine geldi. Burası oldukça dik ve yüksek, falez denilen kayalıkların üzerine yapılmış, nefis bir manzarası olan bir yerdi. Burada bir masaya oturup, çayını yudumlarken, mavi suyla (deniz) dertleşmek en büyük zevkiydi. Şimdi çay parası bile yoktu. En dip köşede boş olan banka oturdu. 

İçinde sürekli ötelediği gözyaşlarını artık zapt edemiyordu. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Ona baktıklarının farkındaydı ama aldırmıyordu.  Bir an da omzuna dokunan elle, irkildi. 

'' Bacım. Bir şey mi var? Yardımcı olabilir miyim?''

Başını kaldırınca gördüğü, parkın güvenlik görevlisiydi.

'' Bu ne ya? İnsan rahatça ağlamayacak mı? Size ne?''

Zavallı güvenlik görevlisi, beklemediği bu cevap karşısında şaşırmış ve bir adım gerilemişti. Nihal, başını önüne eğdi ve annesine usulca seslendi:

'' Neden anne, neden? Beni, neden yalnız bırakıp gittin?''

Başını ellerinin arasına alarak uzun süre ağladı. Bir ara etrafına bakınca, az önce yanına gelen güvenlik görevlisinin uzaktan kendisini izlediğini fark etti. Yüzünü-gözünü elleriyle silip oturduğu yerden kalktı. Vücudu kurşun gibiydi. Ayakları, ağırlığının altında ezilir gibi zorlanıyor ve zonkluyordu. Bir süre parkta dolaştı. Ani bir kararla, parkın denize sıfır duvarına doğru yürüdü. Duvarın üzerine oturup, ayaklarını aşağıya sallandırdı. Uzun uzun mavi suyu seyretti. Çantasını açıp, not defteri ile kalemini çıkardı. 

'' Allah'ım, ne olur affet beni. Artık tahammülüm kalmadı. Bunca yük, canıma ağır geliyor. Rezil olmaktansa tercih hakkımı ölmekten yana kullanmak istiyorum. Kulların çok acımasız. Elimde avucum da tek onurum kaldı. Onu da kaybedersem, zaten ölüyüm. Hiç olmazsa bir şeyim elimde kalmış olur. ''

Elindeki not defterine ailesi için bir şeyler karaladı. Sitemi aslında onlara idi. Boşandı diye onu dışlamışlar ve ona gerekli desteği vermemişlerdi. Yazacakları onları biraz olsun düşündürürdü belki. Hatta, vicdanları sızlar ve pişmanlıkla tanışırlardı. Yazacaklarını bitirmiş, tam imzasını atıyordu ki: dupduru bir sesin attığı kahkaha ile ürperdi. Çok tatlı ve bir o kadar da hayat doluydu.

'' Demek ki, bu hayatı yaşanır bulanlar da var.''

Bu ses, içinde çok garip bir his uyandırmıştı. Ruhunu sarsmış, adeta hücrelerine işlemişti. Merak edip, gayr-i ihtiyari başını çevirerek, sesin geldiği yöne baktı. Donup kalmıştı. Yaklaşık on beş-on altı yaşların da bir genç kızdı. Tekerlekli sandalye de oturuyordu. Göğüs çevresinden başlayarak boynuna uzanan bir askı ile başı desteklenmişti. Belli ki: boynundan aşağısı tutmuyordu. Bir o genç kıza baktı, bir de kendisine ve yapmak üzere olduğu yanlıştan, gafletin en büyüğü düşüncelerinden, acizliğe esir ettiği aklından, canına kıyarak, inancına ters düşeceği için kendinden utanmıştı. Hiç bir uzvun da kusuru yokken bunu düşünmesi ve uygulamaya geçmesi, affedilir bir şey değildi. O genç kız bu haldeyken, hayata nasıl da sımsıkı tutunmuş, şen kahkahalar atabiliyordu. Ya kendisi? Hemen oturduğu duvardan kalktı. Üstünü başını silkeledi.  Yazdığı notu yırtıp mavi suya doğru attı. Not defteri ile kalemini çantasına koydu. 

'' Ya Rab-el Alem'in. Bana verdiğin hayat dersi için sana şükürler olsun.  Acze düşüp, zayıflık gösterdiğim için, kendimden utanıyorum. Affına sığınıyorum. Ne olur beni affet...''

HÜZÜN ŞAİRİ: N Y 


( Hayata Mersiye (Nihal'in Hayatından Kesitler) başlıklı yazı Hüzün Şairi tarafından 29.06.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.