Çok fazla düşünmemeli sonu. Yoksa her şeyi alır o sona bağlarsın. Çünkü neticede en küçüğünden en büyüğüne yaşamımızdaki her şey ve herkes de dönüp dolaşıp o noktaya varmayacak mı adına ölüm denen?



Derinleşelim derken yüzeyden çok da uzaklaşmamak lazım. Yoksa yaşam denen şeyin çok ötesine savrulur, uzaktan seyrettiğin bir filme dönderirsin her şeyi, soyutlaşırsın gitgide. Maddesel olan tarafını görmezden gelir, bütününden koparırsın. Bilmiş bilmiş ahkamlar keser, burnu havada nefret edilesi o züppelere benzersin.



“Her şeyin aşırısı zarar” derler. Ne kadar doğru… Evinden çıktığın an yüzüne çarpan yüzeyselliğe isyan edesin gelir bağıra çağıra. Ama az ötedeki pastaneden burnuna gelen mis gibi taze poğaça kokusu bedensel bir şey olmaktan çıkacak kadar derinlerine dokunan çağrışımlara sürüklerken seni, anlar gibi olursun o iki yanımızı ayıran çizginin çok da net olmadığını aslında.



Maddesel şeylerle manevi şeylerin iç içe geçip sınır çizgisini yok ettiği durumlar da olabiliyor dersin o zaman. Ve sırtını döndüğün bedenine ruhsuz, içi boş bir yaratık muamelesi yapmaktan vazgeçersin o noktada. ‘Aşırıya kaçma’ denen o durumda yakalayabilmişindir kendini neyse ki, dur demişsindir o körlemesine gidişe… Ve zevk almaktan, gülümsemekten korkmamaya başlamışındır yeniden.



Ama bir kahve içimliği bir yerde soluklanmaya bırakmışken kendini seni bu aşırı noktaya getiren şeyler sökün etmeye başlar ardı ardına. El kol şakaları gırla gider karşındaki o masada. Hele çalan müzik daha beter bir şaka gibidir. Melodiden zerre nasiplenmemiş bir nota karmaşasıyla sana uzanır binbir koluyla o radyodan, çekiştirir durur içindeki en dokunulmamış şeyleri.



Müziğin yaşamdaki konumunu deneyimlersin bir kez daha bu yaygarada. En kötü örneğiyle bile nasıl da yönetebiliyordur ruhlarımızı, kendi olduğu mertebeye paşa paşa götürüyordur bizi ardından.



Bedenine yine küsmemek için daha fazla kalmazsın orada ve sana daha benzer, hala iki yanına da eşit derecede hürmet gösterebilen insanları aramaya başlarsın o kalabalıkta. Ne sadece ruh ne sadece beden… Ne melek ne günahkar… Hatasıyla sevabıyla insan olanları…



Şu sahildeki banklardan birini kestirirsin gözüne. Deniz varsa işin içinde, en yüzeysel olanı bile derinleşir ister istemez dersin. Orada aramana gerek kalmaz sana benzeyenleri. Çünkü o derinlikleri seyreden gözlerin sahipleri doğal bir süreç içinde benzemeye başlarlar zaten birbirlerine. İçlerine bir parça deniz kaçmıştır sanki. Bir parça yosun kokusu ve sonsuzluk…
( Bir Parça Deniz başlıklı yazı mavilikler tarafından 22.04.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.